Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
-
Dini inançlarım hakkında yazılanlar, sürekli tekrar edilen koca bir yalandan başka bir şey değil. Tanrı’ya inanmıyorum; bunu hiç inkar etmedim, her zaman açık açık söyledim. Eğer içimde bir yerlerde dini olduğu söylenebilecek bir şey varsa, o da bilincimizin ortaya koyduğu kadarıyla dünyanın yapısına duyduğum sonsuz hayranlıktır.
Tanrı meselesi açıldığında, kendimi bir agnostik olarak gördüğümü söyleyebilirim. Hayatı daha güzel, daha yaşanır kılacak ahlaki ilkeler açısından son derece önemli olan berrak bir bilincin, bir kanun koyucu fikrine, özellikle de ödül ve cezaya göre çalışan bir kanun koyucu fikrine ihtiyaç duyacağına inanmıyorum.
Deneyimleyebileceğimiz en iyi şey gizemli olandır. Hakiki sanatın ve hakiki bilimin can evindeki en temel duygudur bu. Gizem nedir bilmeyen, artık merak edemeyen, şaşırmayan birinin yaşadığı söylenemez, böyle biri eriyip gitmiş mum gibidir. Dinin kökeninde, korkuyla karışık olsa da, bu gizem deneyimi vardır. Nüfuz edemediğimiz bir şeyin mevcudiyetiyle ilgili, en derin aklın ve göz alıcı güzelliğin aklımızın sadece en temel biçimlerine ulaşabildiği tezahürleriyle ilgili bir bilgi – asıl dini tavır işte bu bilgiden ve bu duygudan oluşur. Bu bakımdan, ama sadece bu bu bakımdan çok dindar biriyim. Yarattığı canlıları ödüllendiren ve cezalandıran ya da kendiliğimizden bildiğimiz türden bir iradeye sahip olan bir tanrı fikri pek aklıma yatmıyor. İnsanın fiziksel ölümünden sonra nasıl ayakta kaldığını anlayamıyorum, böyle bir şeyin başıma gelmesini de istemezdim; zaten böyle fikirler sadece zayıf ruhların korkularına ve saçma bencilliklerine iyi gelir. Sonsuz hayatın gizemi, gerçekliğin muhteşem yapısıyla ilgili ipuçları, dahası doğada tezahür eden aklın ne kadar küçük olursa olsun bir parçasını anlamak için canı gönülden uğraşmak bana yetiyor.
Çok dindar bir inançsızım ben… Başka türlü, yeni bir dine inanıyorum.
Ödüllendiren ve cezalandıran bir tanrı fikrini kavramak, insanın eylemleri dışsal ve içsel zorunluluklar tarafından belirlendiği için çok zordur. Çünkü bu durumda, Tanrı’nın gözünde, cansız bir nesne hareketlerinden ne kadar sorumluysa, insan da başına gelenlerden ancak o kadar sorumlu olabilir. Bilim bu nedenle yıkıcı bir ahlaka sahip olmakla suçlanır, ama bilimi bununla itham etmek hiç adil değildir. Bir insanın etik davranışları empatiyle, eğitimle, toplumsal bağlara ve ihtiyaçlara dayandırılmalıdır; bunun için dini bir dayanağa gerek yoktur. İnsan cezalandırılma korkusuyla ve ödüllendirme ümidiyle kendini kısıtlasaydı, asıl o zaman içler acısı bir halde olurdu. Böyle düşününce, kilisenin neden ezelden beridir bilimle savaştığını ve bilime meraklı olanlara zulmettiğini anlamak kolaylaşır.
Doğa’ya asla bir hedef ya da amaç veya insana özgü gibi görünebilecek başka bir nitelik atfetmedim. Doğa’ya baktığımda muhteşem bir yapı görüyorum. Sadece yarım yamalak anlayabildiğimiz bu yapı, aklı başında bir insanda ancak tevazu uyandırabilir. Bu sahici dini duygunun mitsizimle uzaktan yakından alakası yoktur.
Albert Einstein,
https://tanrivarmi.blogspot.com/2010/08/albert-einstein-cok-dindar-bir-inancsizim-ben.html
-
Dünyayı Nasıl Görüyorum?
Biz dünyalıların ne garip bir durumu var! Burada kısa bir süre için bulunuyoruz. Niçin geldiğimizi bilmiyoruz, sezer gibi oluyoruz zaman zaman. Ama, çok derinlere gitmeden, günlük yaşam bakımından başkaları için var olduğumuzu biliyoruz; önce, bütün mutluluğumuzu gülümsemelerine ve rahatlarına bağladığımız kimseler için, sonra da, yakından tanımadığımız ama kaderlerine sevgiyle bağlı olduğumuz bütün insanlar için. İç ve dış hayatımın, ölü ve diri bütün insanların emeğine bağlı olduğunu, aldığım ve hâlâ almakta olduğum şeyleri aynı ölçüde var gücümle vermeğe çalışmam gerektiğini her gün durmadan düşünüyorum. Azla yetinmek gereğini duyuyorum ve çok kez başkalarına gereğinden fazla iş yüklediğimi düşünüp üzülüyorum. Bana öyle geliyor ki, toplumun sınıfları arasındaki ayrılıklar haksız ve yersizdir; bu ayrılıklar, aslında, zorbalığa dayanmaktadır. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, sade ve kendi halinde bir yaşayış, beden ve kafa bakımından herkes için daha iyidir.
İnsanın filozofik anlamdaki özgürlüğüne hiç de inanmıyorum. Her birimizin davranışları, yalnız dış baskıların değil, içten gelen bir takım zorunlukların da etkisindedir. Schopenhauer'ın "Bir insan istediğini yapar ama, istediğini istiyemez." sözü tâ gençliğimde içime işlemiş ve gerek kendi hayatımdaki gerek başkalarının hayatındaki sıkıntılar karşısında sürekli bir avunma, tükenmez bir sabır ve hoşgörü kaynağı olmuştur. Bu düşünce, insanın kolayca elini kolunu bağlayan sorumluluk duygusunu yumuşatır, gerek kendimizi gerek başkalarını gereğinden çok ciddiye almamızı önler; humur'a (gülen düşünceye) yer veren bir hayat görüşüne götürür bizi.
İnsan hayatının, genel olarak, yaradılışın anlamını ya da amacını araştırmak, nesnel bakımdan saçma gelir bana öteden beri. Bununla birlikte, herkesin davranış ve yargılarını yöneten bir takım ülküler vardır. Bu bakımdan, rahatlık ve mutluluğa, hiç bir zaman birer amaç gözüyle bakmadım. Böyle bir ahlaksal temel domuz sürülerine yaraşır daha çok. Yolumu aydınlatan, bana durmadan yaşama sevinci ve cesareti veren ülküler, İYİLİK, GÜZELLİK ve DOĞRULUK olmuştur. Aynı inançları paylaştığım insanlarla birlik olduğumu duymasam, sanat alanında ve bilim araştırmalarında hiç bir zaman ulaşılamıyacak bir amaca yönelmesem, hayat bana bomboş gelebilirdi. Nice insanların her gün ardına düştükleri mal mülk edinme, kolay başarı kazanma, süslü püslü yaşama, tâ çocukluğumdan beri tiksinti uyandırmıştır bende.
Bende coşkun bir toplumsal adalet ve sorumluluk duygusu vardır ama, nedense insanlara ve insan topluluklarına doğrudan doğruya bağlanma isteği hemen hiç yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım, dar anlamıyla hiç bir zaman bütün yüreğimle ne devlete bağlı kalmışımdır, ne ana yurda, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancılık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir. Bu duygum yaşlandıkça daha da artmıştır, insan vahlanarak da olsa, başkalarıyla anlaşma ve uzlaşmanın bir sınırı olduğunu açıkça görür. Bunu gören, gerçi, iç temizliğini, kaygısızlığını azçok yitirir. Ama, buna karşılık, başkalarının düşüncelerinden, alışkanlıklarından ve yargılarından geniş ölçüde bağımsız kalarak kendi dengesini hiç de sağlam olmayan bir temel üstüne kurmaya kalkmaz.
Benim politik ülküm demokratik ülküdür. Herkes saygı görmeli ama, hiç kimseye tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gereğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi talihin bir cilvesidir. Bunda benim kabahatim olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası gelmez didinmelerimle bulduğum bir kaç düşünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden gelebilir. Çok iyi biliyorum ki, her hangi bir örgütü gerçekleştirmek için, bir tek kişinin düşünmesi, buyurması ve toptan sorumluluk yüklenmesi gerekir. Ama yönetilenler baskı altında olmamalıdır. Yöneticilerini seçebilmelidirler. Zorbalığa dayanan otokratik bir düzen, bence, kısa zamanda bozulur. Çünkü, zorbalık ruhça aşağılık insanları çeker ve dâhi zorbaların yerine haydutların geçmesi şaşmaz bir yasadır bence. Bu yüzden, bugün İtalya'da ve Rusya'da gördüğüm böylesi düzenlerin karşısındayım var gücümle. Bugünkü Avrupa'da demokrasi yolunun gözden düşmesinin nedenini, demokrasinin temel düşüncesinde değil, hükümet başındakilerin kolay değişkenliğinde ve oy mekanizmasının kişileri tek tek hesaba katmayan niteliğindedir. Ama bence Kuzey Amerika Birleşik Devletleri bu bakımdan doğru yolu bulmuşlardır. Uzunca bir süre için seçilmiş sorumlu bir başkanları vardır, ve bu başkan sorumluluğunu etkin olarak taşımasına yetecek güçten yoksun değildir. Buna karşılık, bizim politik sistemimizde insan tekinin hastalık ya da yoksulluk hallerinde gördüğü geniş ilgiyi değerli buluyorum. İnsanlığın çarklarında, bana gerçekten önemli görünen devlet değil, yaratıcı ve duygun insanteki kişiliğidir. Soylu ve yüce olanı yaratan odur. Çoğunluksa düşüncede budalalığa, duygularda şaşkınlığa düşebilir.
Bu konu beni sürü haline gelen insan topluluklarının en kötüsünden, hiç sevmediğim ordudan söz açmaya götürüyor.* Bir mızıkanın ardından sıra sıra yürümekten zevk alan kimseyi adam yerine koymam. On da bir beyin olmasa da olur. Yalnız murdar ilikle bu iş pekâlâ başarılabilir, insan uygarlığının bu yüz karasını bir an önce yok etmek gerekir. Ismarlama kahramanlık, budalaca oldu bittiler, sözde yurtseverlik palavraları tiksindirir beni. Savaş ne kadar iğrenç, ne kadar aşağılık geliyor bana! Böyle yürekler acısı bir işe girmektense, dilim dilim kesilmeye razıyım. Buna rağmen, insanlara o kadar gü venim var ki, bence bu umacı çoktan yeryüzünden kalkmış olurdu, eğer okul ve basın yoluyla dünyanın çıkarcı iş çevreleri ve politikacıları halkların sağduyusunu sistemli olarak yanıltmasalardı.
Duyabileceğimiz en güzel şey, hayatın esrarlı yanıdır. Sanatın ve gerçek bilimin beşiğinde bu ana duygu vardır. Onu bilmeyen, dünya karşısında şaşkınlık ve hayranlık duymayan kimse, ne de olsa, ölü ve gözü kapalı gibidir. Hayatın sırlarıyla karşı karşıya gelmek, korku ile de karışarak dinleri yaratmıştır. Ulaşamayacağımız bir şeylerin var olduğunu bilmek, ancak en ilkel bir biçimde anlayabileceğimiz en derin aklın ve en parlak güzelliğin belirtilerini görmek, bu bilgi ve bu gerçek dindarlığın tâ kendisidir, işte bu anlamda, ve yalnız bu anlamda, derinden dindar olan insanlara katılıyorum. Kendi yarattıklarını cezalandıran ya da ödüllendiren, biz insanlarınkine benzer istekleri olan bir Tanrıyı benim aklım almaz. Bedeni ile öldükten sonra yaşayabilecek bir insan da düşünemem. Zayıf yürekliler, korku ya da gülünç bir bencillikle bu çeşit düşünceleri beslesinler istedikleri kadar. Hayatın sonsuzluğundaki sır ve gerçeğin akılları aşan kuruluşuna bakış, bir de tabiatta kendini gösteren aklın, ne ka dar küçük olursa olsun, bir parçacığını kavramak için göstereceğimiz o içten çaba yetiyor bana.
Albert Einstein
https://tanrivarmi.blogspot.com/2013/04/albert-einstein-dunyayi-nasil-goruyorum.html?m=0
-
Kuantum Mekaniği açık bir şekilde heybetlidir. Fakat içimden bir ses bana hala bunun bir gerçek olmadığını söylüyor. Kuram birçok şey söylemektedir; ancak bizi eski kuramların getirdiği gizemlere yaklaştırmamaktadır bile. Ben, herhangi bir oranda ikna oldum ki, Tanrı bu Evren'de zar atmaz.
Doğanın gizemlerini zorlayıp, içerisine girmeyi başardığımız zaman göreceksiniz ki, birbirini tekrar eden, fark edilebilir olanın haricinde, derinlerde yatan, çözülmesi güç, açıklanamaz bir kuvvet bulunmaktadır. Bu kuvvete duyduğum hayranlık ve saygı benim dinimdir. Bu bağlamda, evet, ben bir dindarım.
Kendisini var olan her şey ile birlikte, yasalar dahilinde harmoni içerisinde ortaya çıkaran; insanın kaderi ve yaptıkları ile kendisini sınırlandırmamış olan Spinoza'nın Tanrısı'na inanıyorum.
Ben bir ateist değilim. Panteist olarak adlandırılabileceğimi de sanmıyorum. Bahsedilen sorun bizim zihinlerimiz için aşırı engindir. Birçok dilde yazılmış kitaplarla dolu olan devasa bir kütüphaneye giren küçük bir çocuk konumundayız. Nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Hangi dilde yazıldığını bilmiyoruz. Çocuk, çaresizce kitapların dizilişinde gizemli bir sıra olduğu hissine kapılıyor; ama bunun ne olduğunu bilmiyor. Bu, bana kalırsa, en zeki insanın bile Tanrı'ya bakış açısını göstermektedir. Evren'in büyüleyici bir şekilde düzenlendiğini ve belli başlı yasalara uyduğunu görüyoruz ancak bu yasaları sadece bulanık bir şekilde anlayabiliyoruz. Sınırlı zihinlerimiz, yıldızları hareket ettiren gizemli kuvveti algılayabiliyor. Spinoza'nın panteizmine hayranlık duyuyorum; ancak onun modern düşünüşe yaptığı katkılara daha büyük hayranlık duyuyorum çünkü ruh ve bedenin birbirinden ayrı olmadığı görüşünü savunan ilk filozoftur.
Bir rahip ile asla görüşmedim ve halkın benimle ilgili bu kadar kolay yalan söyleyebilmesini hayranlıkla izliyorum. Bir rahip gözünden ben, elbette ki bir ateistim ve her zaman öyle kalacağım. İnsansı özelliklerden yola çıkarak, insanın küresi haricinde olabileceklere insanı özellikler yüklemek her zaman yanıltıcı olmuştur; bunlar, çocukça benzetimlerdir. Evren'in büyük ve güzel harmonisini anlayabildiğimiz kadar anlamalıyız. Her şey bundan ibarettir.
Tanrı'ya karşı olan tutumum agnostiktir. Hayatın asilleştirilmesi ve daha iyi hale getirilmesi için var olan ahlaki prensiplerin açık olan, birincil öneminin varlığının herhangi bir yasa-verici gücün varlığını gerektirmediğine ikna olmuş durumdayım, hele ki ceza-ödül mantığı üzerine kurulu bir yasa-verici güce...
Kişisel bir Tanrı'ya inanma fikrine son derece yabancıyım ve bana kalırsa bu, oldukça saf bir düşüncedir.
Einstein
-
Başa dönelim
Agnostikler ve agnostisizm tanrı bilinemez ve kavranamaz, o var mı yok mu tam belli değildir ve bunu istesekte bilemeyiz, kesin değildir ya da tam belirlenemez olabilir de olmayabilir de diyenler
Deistler ve deizm; bir tanrı muhakkak var ama bu dinler de bize bu açıklanan o olamaz ve bu dinleri o göndermiş olamaz diyenler
Panteistler ve panteizm tanrı varolan tüm herşeydir ve herşeydedir, varlığı ayrımsanamaz diyenler
Politeistler tanrı çoktur diyenler
Monoteistler; Tanrı bizden ayrı üstün/aşkın bir güç varlığı olarak var ve o bir kral gibi herşeyin üstünde ve herşeyin efendisi sahibi bir mutlak üst varlık var ve bizlerde kuluz (kölesiyiz) bu bulundu ,bize açıklandı ve ille de bu benim ki/bizim ki diyenler
Ateistler, tanrı yoktur diyenler ya da spesifik olarak mono ve diğer teizmler karşıtları ve değişir.
non-teizm ;Genelde bu kavram tanrı kavramıyla tam bir ilgisizlik ; tanrı kavrmına karşı kayıtsızlık ya da monoteizm olmayan tüm teizm biçimlerinin hepsini ifade eder. Ateizm dahil diğer teizm biçimleri tarafından sorun olarak algılanan en önemli teizm biçim ise monoteizmdir.
Manoteizm diğer teizm biçimleri tarafından yaklaşık şöyle algılanacaktır.
Benim babam senin babanı döver. Benim tanrım senin tanrını döver. Benim tanrım senin tanrından üstündür. En üstün tanrı benimkidir. Benim düşüncem seninkinden doğru. vb.
Diğer tüm olasılıklara kulak tıkar ,kapıyı kapatır ve tek hakikatin kendi kafasındaki tanrı olduğunu ve herkesin ille de ona inanması gerekeceğini bunu yapmazlarsa onun kafasındaki tanrının bizi cezalandıracağını vs iddia eder.
Monoteizm tanrıya inanmanın tek biçimi değildir ya da doğayı hayret verici bulmanın, hakikat arayışının da tek sembolü değildir. Tek din ve öğreti biçimi de değildir.
-
@Efruhte, içinde söyledi: Terörist İsrail
@ictenlik çunku anne karnında bir bebeğin orada
Tamam şimdi sorduğumuz şu, doğayı hayret verici bulmamız, bunun bizde merak ve heyecan, coşku uyandırması, on da organize bir zeka (bilinç) görmemiz, tüm bunları tüm buraya kadar anlıyoruz. Daha iyi bir açıklamaya sahip olana dek bu şeye tanrı denilebileceğini de anlıyoruz. Buraya kadar kabul.
Şimdi buradan bakıyorum. Bu durumda doğa her şey tanrı olur. Bunu görüyorum. Öyle görüyor olsam benim açıklamam bu olacaktı. Daha ileri nasıl gidebilirim?
İkincisi ortadoğuya bir din indiğini size doğaya karşı duyulan hayret mi söyledi ve gösterdi? Bunu anne sütü ve bal da mı gördünüz ve size bunu bal ve anne sütü mü gösterip açıkladı_? Bu bağlantıyı nereden kurdunuz ve ikisinin bağlantısı ne?
Sorulan budur
-
Şunu açıklıyorum. Doğaya bakıp hayret uyandırıcı bulunmasını ve (ihtişamın kavranamayarak) buradan bir tanrı türetilmesini anlıyorum. Buraya kadar tamam. Buraya kadar hiç bir sorun yok. Şuraya kadar saygı çemberinde. Buradan ileriye nasıl atlıyoruz. Daha sonraki sonuçları nasıl aldık?
-
@ictenlik, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
. Ben, herhangi bir oranda ikna oldum ki, Tanrı bu Evren'de zar atmaz.
-
@hulk, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
. Ben, herhangi bir oranda ikna oldum ki, Tanrı bu Evren'de zar atmaz.
Zar atmadan zar atıyormuş gibi görünebilir.
Örneğin bilgisayarlarda kullanılan rastgele sayı üreteçleri algoritmaları böyle çalışıyor.
https://www.geeksforgeeks.org/randomized-algorithms/ -
@ictenlik Kuranı Kerim'in evrensel oluşu. Belli bir kabileye, belli bir etnik kökene inmiş olsaydı hitap ederken bu şekilde hitap ederdi.
-
@ictenlik, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@Efruhte, içinde söyledi: Terörist İsrail
@ictenlik çunku anne karnında bir bebeğin orada
Tamam şimdi sorduğumuz şu, doğayı hayret verici bulmamız, bunun bizde merak ve heyecan, coşku uyandırması, on da organize bir zeka (bilinç) görmemiz, tüm bunları tüm buraya kadar anlıyoruz. Daha iyi bir açıklamaya sahip olana dek bu şeye tanrı denilebileceğini de anlıyoruz. Buraya kadar kabul.
Şimdi buradan bakıyorum. Bu durumda doğa her şey tanrı olur. Bunu görüyorum. Öyle görüyor olsam benim açıklamam bu olacaktı. Daha ileri nasıl gidebilirim?
İkincisi ortadoğuya bir din indiğini size doğaya karşı duyulan hayret mi söyledi ve gösterdi? Bunu anne sütü ve bal da mı gördünüz ve size bunu bal ve anne sütü mü gösterip açıkladı_? Bu bağlantıyı nereden kurdunuz ve ikisinin bağlantısı ne?
Sorulan budur
Bunu anne sütünden mi doğadan mı okuyorsun ya da çıkarıyorsun sorulan budur
-
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik Kuranı Kerim'in evrensel oluşu. Belli bir kabileye, belli bir etnik kökene inmiş olsaydı hitap ederken bu şekilde hitap ederdi.
Kuranı Kerim'i nerde buldun? Anne sütü, arı, varoluşun ihtişamı ?
-
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik Kuranı Kerim'in evrensel oluşu. Belli bir kabileye, belli bir etnik kökene inmiş olsaydı hitap ederken bu şekilde hitap ederdi.
Kuranda sadece arabistan bölgesi ve cevresinde ki canlılardan bahsediliyor.
Bu nasıl evrensellik.
Kutuplardan bahseden yok.
Yazım dilide Arapça. Arapça evrensel dil mi?
Birleşmiş milletlerde kullanılan resmi dillerden biri oldu ama oda işgal ettiği topraklar yüzünden. -
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik Kuranı Kerim'in evrensel oluşu. Belli bir kabileye, belli bir etnik kökene inmiş olsaydı hitap ederken bu şekilde hitap ederdi.
Kuranı kerim nedir ,bunu nereden çıkardınız? ve neye dayanarak ortaya koydunuz ve konumuzla ilgisi ya da bağlantısı ne?
Bunları açıklar mısın?Yazdıklarımı ve tüm iletilerimi tekrar okumayı ve eğer yanıtlamak isteniyorsa son iki yoruma bıraktığım soru yanıtlamayı dener misin?_
-
@ictenlik herşey herkes tanrı olamazdı. Doğaya bakıldığında muhteşem bir düzen var. Herkes tanrı olabilseydi böylesine bir düzen söz konusu olamazdı. Hayvanlar alemi ayrı bir düzen içerisinde ,bitkiler alemi ayrı bir düzen içerisinde. Çeşit çeşit ağaçlar var. Limon ağacına kim dedi limon yapmasını ya da elma ağacı kim dedi elma yapmasını. Sonuçta aynı gıdaları aldıkları halde(toprak, güneş..vs) biri farklı diğeri farklı.
Bu doğadaki bütün canlılardan sorumlu ,onların ne yapacağını bildigi ,bilgisi sonsuz olan ve varlığı sonsuz olan bir yaradanin varlığını gösteriyor.Sadece Ortadoğu ya da Araplara indirilmiş olsaydı onlara hitap eder şekilde olurdu. Ama Kuranı Kerim belli kesime hitap etmiyor , herkese hitap ediyor. Evrensel bir nitelik taşıyor ayrıca.
-
@ictenlik, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik Kuranı Kerim'in evrensel oluşu. Belli bir kabileye, belli bir etnik kökene inmiş olsaydı hitap ederken bu şekilde hitap ederdi.
Kuranı kerim nedir ,bunu nereden çıkardınız? ve neye dayanarak ortaya koydunuz ve konumuzla ilgisi ya da bağlantısı ne?
Bunları açıklar mısın?Yazdıklarımı ve tüm iletilerimi tekrar okumayı ve eğer yanıtlamak isteniyorsa son iki yoruma bıraktığım soru yanıtlamayı dener misin?_
Senin için Laura neyse onun içinde Muhammed o.
Biri quija tablası ile iletişim kurduğunu iddia ediyor.Diğeri hira dağına çıkıp iletişim kurduğunu iddia ediyor. -
@ictenlik anne sütü bal doğa olayları bana bir yaradicinin varlığını ve birliğini gösteriyor.
-
@TENTEN inanmak, teslim olmak bunu gerektirir. Tur dağında Hz. Musa ile Hira da peygamberimizle.
Namaz müminin miracidir. Ve beş vakit namaz ile huzurunda oluyoruz.
İnanmayan biri için bunlar deliler ,aklı noksanlar şeklinde bir durum olabilir. Ama inanan biri için ise insanın sadece dünya hayatindan ibaret olamayacak kadar değerli bir hazine olduğunun farkına varmaktır. -
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik herşey herkes tanrı olamazdı. Doğaya bakıldığında muhteşem bir düzen var. Herkes tanrı olabilseydi böylesine bir düzen söz konusu olamazdı. Hayvanlar alemi ayrı bir düzen içerisinde ,bitkiler alemi ayrı bir düzen içerisinde. Çeşit çeşit ağaçlar var. Limon ağacına kim dedi limon yapmasını ya da elma ağacı kim dedi elma yapmasını. Sonuçta aynı gıdaları aldıkları halde(toprak, güneş..vs) biri farklı diğeri farklı.
Bu doğadaki bütün canlılardan sorumlu ,onların ne yapacağını bildigi ,bilgisi sonsuz olan ve varlığı sonsuz olan bir yaradanin varlığını gösteriyor.Sadece Ortadoğu ya da Araplara indirilmiş olsaydı onlara hitap eder şekilde olurdu. Ama Kuranı Kerim belli kesime hitap etmiyor , herkese hitap ediyor. Evrensel bir nitelik taşıyor ayrıca.
Bak şimdi şunu anladık
Doğaya ve varoluşumuza baktık ve bir ihtişam, görkem, zeka (bilinç), bilinçli organizasyon gördük ve buna içsel olarak yaratıcılık dedik. Bu çıkarımı anladığımızı belirtiyorum. Buraya kadar anladığımızı belirtiyorum. Buraya kadar olan düşünme ve kavrama, algılama süreciyle bir çatışma olmadığını da belirtiyorum.Şimdi buraya kadar olanı doğayı gözlem yoluyla kendi bilincimiz ve tanımız aracılığıyla ürettik. Kişisel kanı.
Tekrar tekrar aynı şeyi açıklıyorsun.
Bir yaratıcının olası varlığına kadar olan kısımla zaten çelişmediğimi çatışmadığım ya da ilgilenmediğimi zaten belirttim.
Buradan ileriye nasıl geçtiniz, sonraki sonuçlara nasıl atladınız?
Doğanın görkeminden sözediyorsun ,doğanın görkemi mi sana söyledi bu ne demek
Anne sütünden sözediyorsunz, anne sütümü sana söyledi bu ne demek?
Limon ağacında bahsediyorsun limon ağacı mı söylediNasıl bir bağlantı kuruyorsun bunu soruyorum
-
@Efruhte, içinde söyledi: Çok Dindar Bir İnançsızım Ben
@ictenlik anne sütü bal doğa olayları bana bir yaradicinin varlığını ve birliğini gösteriyor.
Tamam bunu anladık. Bununla ortadoğu dini efsanesi ne alaka? Nasıl bir bağ kurdun yani ne demek bu?
-
@ictenlik ben de o bağlantıyı nasıl kuramadiginizi anlayabilsem