20 yıllık esarete, pahalılığa, ülke kaynaklarının yabancılara satışına, yabancılaştırma operasyonuna son verecek bir gençlik umudunuz var mı?
Ben şahsen günümüzde böyle bir gençlik göremiyorum.
Sosyal medyada yorumlara bakın, üretken, kendini geliştiren, karar mekanizması gelişmiş, kendi karakterini kazanmış bir tane dahi yorum göremezsiniz. Bir tanesi ne yazmışsa diğerleri onu kopyalıyor. Kendine ait düşünceleri yok, sürünün uçurumdan yuvarlanmasına benziyor.
Allahçı, osmanlıcı, arapçı olmayan bir tane yorum yok., sanki bütün sosyal medyadaki yorumlar bir kişinin elinden çıkmış gibi.
CHP bir miting yaptı, yüzde beş bile genç yok.
Aynı gün akpnin yaptığı miting ise tam tersi, tamamı genç.
Sokaktaki, iş yerlerindeki gençlere bakıyorum, hepsi esarete teslim olmuş davranış sergiliyor.
Herhangibir iş kolunda iş bulan gençler doğrudan akpnin düdüğünü çalmaya başlıyor. Genç gazetecilerden siz hiç muhalif gördünüz mü, ben görmedim.
Karşımda lise var, bir tanesinin dahi elinde kitap okurken görmedim. Dini bayramlarda okul coşuyor, milli bayramlarda ise yerinde yeller esiyor.
20 yıldır, basının, yayının, medyanın, sosyal platformların ve hatta eğitimin iktidar propagandasıyla büyüyen gençlerden ancak olacağı da budur.
İleride ne olur pek bilinmez ama bugün için bana göre gençler umut vermiyor. Bu yaşıma kadar ülke gerçeklerine böylesine duyarsız bir gençlik hayatımda görmediğimi de ekleyeyim.
Bu konuda sizin görüşünüz nedir, bu umutsuz vaka yanıltıcı olabilir mi?
-
20 yıllık esarete, pahalılığa, ülke kaynaklarının yabancılara satışına, yabancılaştırma operasyonuna son verecek bir gençlik umudunuz var mı?
Ben şahsen günümüzde böyle bir gençlik göremiyorum.
Sosyal medyada yorumlara bakın, üretken, kendini geliştiren, karar mekanizması gelişmiş, kendi karakterini kazanmış bir tane dahi yorum göremezsiniz. Bir tanesi ne yazmışsa diğerleri onu kopyalıyor. Kendine ait düşünceleri yok, sürünün uçurumdan yuvarlanmasına benziyor.
Allahçı, osmanlıcı, arapçı olmayan bir tane yorum yok., sanki bütün sosyal medyadaki yorumlar bir kişinin elinden çıkmış gibi.
CHP bir miting yaptı, yüzde beş bile genç yok.
Aynı gün akpnin yaptığı miting ise tam tersi, tamamı genç.
Sokaktaki, iş yerlerindeki gençlere bakıyorum, hepsi esarete teslim olmuş davranış sergiliyor.
Herhangibir iş kolunda iş bulan gençler doğrudan akpnin düdüğünü çalmaya başlıyor. Genç gazetecilerden siz hiç muhalif gördünüz mü, ben görmedim.
Karşımda lise var, bir tanesinin dahi elinde kitap okurken görmedim. Dini bayramlarda okul coşuyor, milli bayramlarda ise yerinde yeller esiyor.
20 yıldır, basının, yayının, medyanın, sosyal platformların ve hatta eğitimin iktidar propagandasıyla büyüyen gençlerden ancak olacağı da budur.
İleride ne olur pek bilinmez ama bugün için bana göre gençler umut vermiyor. Bu yaşıma kadar ülke gerçeklerine böylesine duyarsız bir gençlik hayatımda görmediğimi de ekleyeyim.
Bu konuda sizin görüşünüz nedir, bu umutsuz vaka yanıltıcı olabilir mi? -
İlk mesleğin seks olduğu söylenir.
Seksin bir meslek olduğu doğru, ancak meslek ifadesi onu tam olarak tanımlamaz. Çünkü seks, meslekten öte daha önemli bazı değerlere sahiptir.
Üzerinde ihtiyaç ve zorunluluk gibi değerler taşıdığı için salt meslek olarak ifade edilmesi gerçek önemini yok sayar.
Meslekler zamanına göre değer kazanır, daimi değildir, bugün geçerli olan yarın yok olmaya yüz tutar.
Bilim ve teknoloji çağında mesleklerin yerini makinelerin almasıyla buna canlı olarak tanık oluyoruz. Makinelerle birlikte farklı meslekler türüyor olsa da bu mesleklerin kalıcı olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Oysa seks, insan var olduğu müddetçe o da var olacaktır.
Biri ölümlü diğeri ölümsüz.
Bu farklılıktan dolayı onu salt meslek olarak ifade etmek, eksik bir tanım olarak karşımıza çıkar.
Onun bir ihtiyaç ve hatta zorunluluk olduğunu ifade etmeyen her tanım eksik kalacaktır.Seksi salt meslek sayan ifadeler ayrıca insanlar üzerinde olumsuz sonuçlar getiriyor.
İhtiyaç ve zorunluluğu es geçilmiş seks tanımı, onu önemsizleştiren psikolojik bir algı oluşturuyor.
Örneğin izlediğim bir TV programında bir sunucu ve konuğu, ikisi de kadın. Aydın olduğu her halinden belli olan konuk kadın seksin bir ihtiyaç olduğunu söylediğinde sunucu kadının yüz ifadesi "Hayır, o sadece bir meslek" der gibi büzüşmüştü. Çünkü hayatı boyunca onu hep meslek olarak duymuş veya okumuştur. Özellikle geri kalmış ülkelerde algılara böyle yerleştiriliyor, meslekten öteye gidemiyor. Bunu bir de ayıp sayan dinci kesimleri göz önüne getirdiğinizde, bastırılmış seks ihtiyacının tecavüz veya çok karılı olarak dışa vurumunu görebiliyorsunuz. Dinci kesimlerin her ikisini tanrı kelamı sayması da bu çelişkidendir, bir yandan seksi ayıp sayarlar diğer yandan yaşam biçimlerini tecavüz ve çok karılı üzerine oturturlar.
Bu örneği vermemin nedeni, seksin meslek ve ayıp ortamına sıkıştırılmasının sonucunu göstermek içindir.Dolayısıyla seks tanımının yanlış ve eksik ifade edilmesi, yanlış bir tanımdan öte psikolojik olarak olumsuz sonuçları da beraberinde getirir.
Gerçi her kavram yanlış ve eksik ifade edildiğinde olumsuzluklara gebedir.
Bu nedenle sadece seks değil, her kavramı doğru analiz etmek bizi bir çok yanlıştan döndürecektir.
Ancak bir başka sorun, araştırmayan ve okumayan bir toplumun kavramları doğru analiz etme gibi bir çaba göstermesini beklemek umuttan öteye gitmiyor.
Yoksul olmak veya iş yoğunluğu buna engel değil. Çocukken elime verdikleri 25 kuruş ile kendimi kitapçıda bulurdum. Daha ibretlik bir örnek, Atatürk savaşı yönetir ve cephede kitap okurdu. -
-
Hayır. Değil. Gerçekçiliğin tam zıttı, kendi perspektifinde yaşıyor olmanın apaçık göstergesi.
Neden böyle? Çünkü bu görüş dünya reel politiklerini hiç görmüyor. Görmesi gereken şu: Zaten NATO tamamiyle başta en güçlü üyesi ABD olmak üzere pkk nın uzantısı ypg'yi apaçık, resmi şekilde destekliyor.
Madem öyle NATO'dan çıkacaksın. Pentagon resmi açıklama yaptı yani, resmi! Basbayağı Pentagon'un görüşünü bildiren resmi yetkili açıklaması. Ypg ye desteğin süreceği apaçık resmi açıklama ile ortaya kondu. Yapılan silah yardımları resmi olarak açıklandı. Yetmedi ypg için ABD bütçesinden ödenek ayrıldı, resmi, öyle örtülü ödenek filan değil!
Bütün bunlar apaçık olurken bu ülkeler pkk ya destek veriyor diye NATO üyesi olmasınlar istemiyoruz demek... Değerlendirme yapmak gereksiz. Görünen köye kılavuz gerekmediğini bilmeyecek saftirik olmaması gerekiyor.
-
Salı sabahına çok erken saatte başladım. Bugun bir oturuma katılacaktım. Hazırlandım ve evden çıktım. Varacağım yere gidene kadar aklımdaki tek düşünc, bir an önce açılması gereken uykumdu. Otele gelmiştim ve salona doğru ilerledim. Heyecanlıydım. Göz göze geldiğim kişileri başımla selamlayarak günaydın diyerek ilerledim. Beni kokteyl kısmına aldılar. Orada bulunan ikramların tadına bakarken etrafı inceleme fırsatı buldum. Takım elbiseli beyefendiler ve ceketli etekli hanımefendiler vardı. Kendimi istemsizce gerilmiş hissettim. En basitinden ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. En sonunda salona giriş yaptım. Bir sandalyeye oturdum. Defterimi kalemimi hazırladım. Beklemeye başladım. Basın mensupları, kameramanlar, konuşmacılar, moderatör... Herkes çok heyecanlı görünüyordu. Kısa bir bekleyiş ardından oturum başladı. Pür dikkat söylenenleri dinleyip kendimce notlar aldım. Birkaç saatin ardından oturum sonlandı. Biraz yorulmuş ama kendime bir şeyler katmanın verdiği hazzı yaşıyordum. Sakin adımlarla otelden ayrıldım. Hava o kadar güzeldi ki... Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, umutlu bir mavi gördüm. Daha sonra tenimde güneşin sıcaklığını hissettim. Sahil kıyısından yürümeye başladım. Kafamda tonlarca düşünce yerine duruluk vardı. Bu beni rahatlatmıştı. Tatlı bir kahveci gördüm ve bir kahve aldım kendime. Daha sonra gözüme çarpan bir ağacın altına yerleştim. Kahveden alınan o ilk yudum... Huzurluydum. Kulaklığımı takıp hafif bir müzik açtım ve kendimi manzaraya bıraktım.
Bugün güzel bir gündü.
-
-
-
Bu başlıkta her ay bir konuyu tartışmaya açalım...Bu ayın konusu #empati#/olsun...Empati hakkında düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
-
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu deyişinin en güncel şekli Twitter çıktı forumlar unutuldu şeklinde.
Bunun sloganik basmakalıp ve bozuk imlalı söz öbeklerinin fikir üretme emeğine göre çok kolay olmasının rolü yadsınamaz, bu bir cehalet göstergesi kesinlikle ve vahim bir durum.
Fakat bunun altında asıl bilgisayara karşı telefonun başlattığı saldırı yatıyor. Bilgisayar elbette çağın devrimi. Ama bilgisayarın cebe girmesi çağ içinde çağ açan bir gelişme. Bu bilgisayardan ayrık bir şey değil, bilgisayarın ta kendisi yine ama işte ağaç ne demiş baltaya sapın benden olmayaydı gam yemezdim.
Bilgisayar bir devrim olmanın yanında hızla da evrim geçiriyor. Hantal kasalardan sonra diz üstüne zıpladı kucağımıza oturdu bununla yetinmeyip cebimize girdi. Bununla da yetinmedi, içimize de girdi o artık kişiliğimizin ayrılmaz parçası. Telefonumuz, biziz.
Bu kadar Alien gibi içimize kadar saldırması ve girmesi onu karşı konulamaz yapıyor. Laptop dışardan mahzun mahzun bakıyor. Ben sevdim eller aldı bana yazık değil mi diyor. Laptopa zaman ayırıp o vefalı eski sevgiliyi terketmemek zor, cepte instant valery her an hazır. O her an parmaklarının ucunda.
Laptopun saldıracağı tek nokta olabilir: Elinde telefon ağzı cak cak sakızlı salak tipli cahil süzmeye karşı laptop başında oturan bilgili, düzgün cümle kuran, düzgün anlatımı olan fikir insanı imajının ezip geçiciliği.
Ancak elinde telefon tutan ve her an her bilgiye anında ulaşan kendi cahil ve salak olsa da elindeki alet akıllı ve bilgin olan kişinin tartışmasız avantajı. Bir M4A1 piyade tüfeği eğer bir çocuğun elindeyse daha çok korkmak gerekir.
Laptop bu savaşı bilgisayar başında oturan ve klavye tıkırdatan fikir insanı entel imajı ile filan kazanamaz. O iş bitti. Devrim de evrim de hızla ilerliyor.
-
Endüstri devrimi, İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında, daha şimdiden yeni bir çağı başlatmışa benzer. Ticaretin oldukça hızlı bir gelişme gösterdiği bu dönemde, ekonomide şimdiye kadar nispeten önemsiz sayılabilecek bir rol oynayan tüketim kültürü, dünyayı artık değiştirmeye başlamıştı. Kişisel tatmine yapılan vurgunun yeni bir felsefe telakkisini, kişisel mutluluğun maksimizasyonunu nihai amaç haline getirecek bir felsefe anlayışını tetiklemesi kaçınılmazdı. Aslında kökleri bir önceki yüzyıl felsefesinde bulunan bu felsefe anlayışı, yararcılık olarak bilinir.
Gerçekten de yararcılık, 19. yüzyıl İngiliz düşüncesine hâkim olan ve pratik akılyürütmeyi faydaya dayandırırken, doğru eylemin veya iyi karakterin en yüksek faydayı temin eden eylem ya da karakter olduğunu dile getiren sosyal felsefe anlayışını ifade eder. O, bu yönüyle, Aydınlanmanın bireyciliği, reformizmi ve liberalizminin 19. yüzyıldaki uzantısını ifade eder. Basit bir haz makinesi olarak insan tasarımından ve hazcı mutluluk telakkisinden yola çıkan bu anlayış, yararcı bir ahlak görüşü temelinde, her türlü sosyal ve politik teorinin insandaki hazcı güdülenmeye dayandırılması gerektiğini savunur. Laissez faire’in laissez’sine biraz daha ağırlık veren bu yaklaşım, Hume’un ampirisizmi ve psikolojik çağrışımcılığının doğrudan mirasçısı olmakla birlikte, epistemolojiden ziyade pratik sorunlara ağırlık verir. İngiliz somutçuluğu ve pratisizmini kusursuz bir biçimde somutlaştıran söz konusu yaklaşımın en büyük iki temsilcisi Jeremy Bentham ve John Stuart Mill’dir.
-
Başlık film kritiği yapacağım anlamına gelmiyor. Bahsedeceğim konu elektrik.
Uçuk bir kişi gördüğüm Elon Musk bir iddiada bulunmuştu. Bir evin inşaatı sırasında duvarın içine gömülecek ve insanın ömrü boyunca hiç yenisi ile değiştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmayacak bir batarya üreteceğini söylemişti. Bunun için lityum yerine sodyum kullanacağını açıklamıştı.
Yıllar içinde bu batarya ortaya çıkmadı. Halen lityum batarya kullanıyoruz ve yaklaşık beş sene sonra batarya reşarj yeteneğini yitiriyor. Fakat Elon Musk vaat ettiğini başarabilirse bu bir elektrik devrimine yol açacak. Böyle bir bataryaya herkesin, her şeyin ihtiyacı var. Robotların, özerk otomobillerin, evlerin, işyerlerinin...
Elektrik bireyselleşir ve ucuzlar, bunun ne büyük devrime yol açacağını hayal etmek bile heyecan verici. Bu buluş dünyayı değiştirir. Buna sadece Elon Musk çalışmıyor tabii. Bu çok yoğun araştırma konusu fakat yaptık ettik açıklamalarına karşın evladiyelik batarya hâla ortada yok!
Lityum aslında çok tehlikeli bir yanıcı metal. Otomobillerde kullanımı sağlam bir şase içine alınması şartıyla kabul edilebilir. Fakat bir metalden beklenmeyecek şekilde inanılmaz hafif. Tüm metalleri ağır biliriz ama lityum inanılmaz bir metal. Nikel kadmiyum bataryalardan sonra lityum bir devrimdi. Ama hâla performansı tatmin edici olmayan bataryalar kullanıyoruz.
Lityumdan daha hafif metal olamaz ama performans çok artarsa batarya küçülerek ağırlık artışını telafi eder.
Şİmdi biraz geçmişe dönelim. Tesla ile Edison arasında akım savaşları yaşandığını duymuşsunuzdur. Bu gerçekten bir savaşı andıran sert bir mücadeleydi. Tesla kesin şekilde kazandı. Hâla Tesla elektriğin efendisi. Bu dâhiyi aşacak kimse çıkmadı. Onun hayalleri hâla elektriğe ilham olmayı sürdürüyor. Edison doğru akım cephesinde, Tesla alternatif akım cephesinde karşı karşıya gelmişlerdi. Alternatif akım savaşı kazandı. Fakat doğru akıma ihtiyaç zamanla tekrar arttı. Şu an doğru akım da alternatif kadar vazgeçilmez.
Fakat doğru akımın ikinci elektrik savaşını kazanıp rövanşı alması işte evladiyelik bataryanın başarılmasına bağlı. Bu gelişme de alternatif akımı asla yok edemez ama doğru akıma büyük bir egemenlik sağlar. Akımın uzak mesafelere iletilmesi ihtiyacını ortadan kaldırır, büyük santraller yerine yerel küçük santraller gelişir, hatta kişisel özel santraller.
Doğru akımın geleceğe dönüşü için bu yeni nesil bataryanın icat edilmesi şart! Ha gayret araştırmacılar ve girişimciler! Dünyayı değiştirin hadi!
-
Demosu olarak Kratos'tan bahsetmek isterim. Kratos Yunan mitolojisinde önemsiz bir figür olmasına karşın oyun dünyasında en önemli karakter haline getirilmiştir. Oyun meşhur God of War. Aslında ise mitolojide Kratos Prometheus'un gardiyanı. Ama oyunda tüm mitolojik karakterlerden üstün.
Oyuna bakarsak ölümlü bir insan olan Kratos savaş tanrısı Ares'in hizmetine giriyor. Ares ona Kaos silahını veriyor. Bu korkunç silahı kullanan Kratos önüne çıkanı yeniyor. Öylesine önünde kimse duramıyor ki azgınlaşıp kendi köyüne bile saldırıyor. Ares köyü yok etmesini emrediyor. Kratos bu emri yerine getirdiğinde kendi ailesini yok ettiğini acıyla anlıyor.
Bunun üzerine Ares'e düşman oluyor. Ares'in bir karşıtı daha var: Zeus'un kızı Athena. Kratos'a Ares'i öldürmesi için Pandora'nın kutusunu verir. Bunu kullanan Kratos Ares'i öldürmeyi başarır. Artık yeni savaş tanrısı Kratos'tur.
Savaş tanrısı olunca Ares'i aratmaz. Yine her yere saldırmaya başlar. Rodos'a saldırdığında birden bir kartal gelip dev Rodos heykeline dokunur ve heykel canlanıp Kratos'un ordusunu bozguna uğratır. Kratos kartalı Zeus'un gönderdiğini öğrenir. Kratos öfkelenip gider Zeus'a da saldırır fakat Zeus onu öldürür.
Kratos ölülerin gittiği yeraltı dünyasına gider. Burada uzun süre kalır sonunda Titan kraliçesi Gaia onu kurtarır. Karşılığında tanrılarla savaşı kaybeden titanlara tanrılara karşı yardım etmesini ister. Kratos tanrıları yok etmeye karar verir. Pandora'nın kutusunu tekrar kullanacaktır. Tanrılara karşı en etkili silah budur.
Zeus'a bir kez daha saldırır ancak araya giren Athena ölür. Zeus yine kurtulmuştur. Athena artık ruhsal bir varlık olarak Kratos'a ilham vermektedir. Athena babasını koruduğu halde babasının onu hayata döndürmemesine çok içerlemiştir. Kratos'a tüm tanrıları öldürmeden dünyanın düze çıkamayacağını ilham eder.
Kratos bütün tanrıları öldürmeye ant içer ve o kararlılıkla Zeus'u öldürmeyi başarır. Ardından Pandora'nın kutusunu kullanarak bütün tanrıları öldürür. Kutu aslında boştur fakat açıldığında tanrıların içine korku düşmektedir. Korku bilmeyen tanrıları korkutan sadece o kutudur. Tanrıları bu sayede yenmiştir.
Gaia ona görevi yerine getirdiğini ve huzurla yeraltı dünyasına dönmesini söyler. Çünkü Kratos Zeus'un oğlu bir yarı tanrıdır. O da ölmezse tanrıların soyu devam edecektir. Kratos eşini ve kızını öldürdükten sonra bir de kız kardeşini ve babasını öldürdüğünü öğrenince yıkılır. Yeraltı dünyasına dönmeyi kabul eder.
Gaia ona huzur içinde yeraltında kalmasını, tanrıları yok ederek insanlığa en büyük hizmeti yaptığını söyler. Artık dünyayı insanlar yönetecektir. Titanlar tanrılar yok olunca yönetimi ele almayacaklardır. Fakat eğer insanlar dünyayı bozarlarsa Gaia titanları uyandırıp Kratos komutasına vereceğini ve insanları da yok etme görevinin Kratos'a ait olacağı sözünü vaat eder. Bu vaatle Kratos yeraltına döner.
Dünya savaşları titanları uyandırmaya yetmedi. Fakat insan doğayı tüketir diğer canlıları yok ederse titanlar Kratos komutasında yeraltından çıkarak insanlığı sona erdirecekler.
-
https://www.timeanddate.com/eclipse/map/2022-april-30
https://www.timeanddate.com/eclipse/solar/2022-april-30
Arjantin ile Şili nin sadece güney kesiminde gözlemlenebilecek. 😞
-
İsim vermenin zor olduğu bir soru.
Böyle durumlarda eserin anonim olduğuna karar verilir. Bir isme maledilmez. Fakat çeşitli önerilerde bulunulabilir. Önerinin geniş kabul görmesi beklenemez, böyle bir beklenti yersiz olur.
Bu koşulu kabul ederek benim önerim Demokritos. Genel kanı o kadar eskiye gitmez. Roger Bacon adından bahsedilir. Nedeni, antik kitaplara bağlı kalma yerine deneysel olarak bilgilerin doğrulanması gerektiğinden bahsetmiş olmasıdır. Ondan önce deneyin doğrulayıcı öneminden bahseden pek galiba yok.
Fakat deney olanakları çok kısıtlıyken bilim yoktu diyebilir miyiz? Bilimin diğer ayağı gözlemdir. Bir laboratuvar kurma olanağı olmayan insanlar gözlem yoluyla da bilim yapabilir. Bilindiği gibi deneyler düzenlenir, yani müdahale altında gerçekleştirilir. Gözlem ise pasif bir eylemdir. Fakat bu ikisini birbirine üstün göremeyiz diye düşünüyorum. Yürümek için sağ ayak daha önemli diyemeyeceğimiz gibi. Peki tek ayakla yürüyebilir miyiz? İyi kötü, yeterli olmasa da.
Gözlem ve deney yapan biri kesinlikle bilim yapıyordur, ona kuşku yok ama en basit bir deneyi yapacak olanağı olmayan kişi gözlemle de bilim yapabilir eksik de olsa.
Demokritos neyin deneyini yapabilirdi? Kuramlarını kanıtlayacak elinde hiç bir araç yoktu. Demokritos'u benim gözümde en büyük yapan kuşkusuz atom kuramı. Demokritos'un bununla ilgili deney yapma şansı sıfır. Peki ne yaptı? Gelecekte gözlem araçları geliştiğinde bu kuramın doğrulanacağını söyledi! Bingo yani, onikiden! Tam da dediği gibi oldu.
Demokritos'u önermemin nedeni de tam olarak bu kusursuz öngörüsü. Atomu ilk ortaya atan kişi bana göre bilimin kurucusudur.
Demokritos mikro evrenle ilgili bu eşsiz öngörüsü yanında makro evrenle ilgili de eşsiz bir öngörüde bulunmuştur. O da nedir, yıldızların uzak güneşler olduğunu öngörerek eşsiz zekasını bir kez daha ortaya koymuştur.
Bu büyük zeka bunu nasıl anlamış olabilir? Yanıt paralaks sözcüğünde gizli. Paralaks nedir? Gözlemlenen bir cismin gözlemcinin hareketi nedeniyle yer değiştirmesidir. Hareket ederken yakın cisimler önümüzden geçiyorlar gibi görünür. Uzaklaştıkça geçiş hızları azalır. Çok uzak cisimlerin paralaksını göz fark edemez. Örneğin trenle ne kadar hızlı gitseniz Ay ve güneş yer değiştirmez.
Fakat Demokritos gözlemlenemeyen bu paralaksı anlamıştı. Bunu anlaması için dünyanın evrenin merkezinde sabit olmadığını anlaması gerekir. Dünya bir şekilde mutlaka hareket ediyordu. Ay dünya etrafında dönüyordu ama güneş ve yıldızlar değil! Çünkü Ay'ın yakın olduğu yeryüzü şekillerinin göz ile görülebilmesinden bellidir. Demokritos bunları düşünebilecek kadar keskin zekalıdır.
Ay, Güneş ve gezegenlerin paralaksı uzun süre sonra farkediliyordu. Ama yıldızların paralaksı 20. yüzyılda ölçülebildi. Yıldız paralaksı ölçmek korkunç derecede zordur. Ancak yakın yıldızlarınki ölçülebiliyor bugün bile.
İşte Demokritos yıldız paralaksını belirlemenin olanaksız olması nedeniyle yıldızların uzak güneşler olduklarını anlamıştır. Peki bunu nasıl anladı? Hiç bir yılda gökyüzü yıldız deseninde hiç bir değişiklik olmamasından! Örneğin Venüs'ü her yıl aynı yerde bulamazsınız!
Bu büyük zeka karşısında şapka çıkarıyor ve Demokritos'u çağlar ötesinden saygıyla selamlıyorum
-
Marx’ın felsefesi, 19. yüzyılın toplum felsefesi geleneğinin, hiç kuşku yok ki en önemli örneğini meydana getirir. Fakat Marx’ın felsefesi bundan çok daha fazla bir şeydir; Marx, 20. yüzyıl açısından ihtilalci ideolojinin sembolü olmak durumundadır. Bu açıdan bakıldığında, Marksist felsefe sadece 19. yüzyıl felsefesinden değil, Batı kültürünün bütün büyük felsefe geleneklerinden oldukça radikal bir kopuşuifade eder.Buna göre, son çözümlemede aynı kültür dairesi ya da teorik gelenek içinde yer alan idealistlerle pozitivistler arasındaki mücadelenin, yöntem ve değerle ilgili bir kavga olduğu, onların yuşmazlıklarının hep belli sınırlar içinde kaldığı söylenebilir. Çünkü ne Fichte ve Hegel gibi idealistler, ne Comte gibi pozitivistler, ne Bentham ve Mill gibi liberaller, kendilerini sosyal ihtilalciler olarak gördüler. Bütün bu filozofların teorik gelenekten kopma niyetleri hiç olmadı; onlar sadece geleneği arındırmaya, aydınlatma ve güçlendirmeye çalışan eleştirmen ve reformistlerdi. Kendilerini elbette, aklın Kant’tan sonra etkisini bütün felsefelerde hissettiren ve her aşamada biraz daha yoğun hale gelen krizi içinde bulmuş olan,sözgelimi idealistlerle pozitivistler arasındaki felsefi uyuşmazlıklar, her şeye rağmen kendilerini burjuva düşüncesinin kurumsal hayatının gelişimine adamış liberallerle muhafazakârlar arasında devam edegelen parlamenter tartışmanın yeni görünümleri olarak görülebilir. Bu, en azından parti çizgisinin sınırları içinde geçen ve parti disiplininin korunduğu bir tartışma olmak durumundadır.
Fakat Marx’a geçişle birlikte çizgi tamamen belirsizleşir, yeni, farklı ve çok daha radikal bir felsefi karşıtlık, pratik bir felsefe zuhur etmeye başlar. Çünkü o, problemin artık, dünyayı anlama problemi değil de dünyayı değiştirme problemi olduğunu söyler. Gerçekten de Marx sadece bir felsefeci ya da diyalektikçi değil daha sonraki sosyal teoriyi fazlasıyla etkileyecek bir tarihsel gelişme öğretisi ortaya koyan bir sosyal bilimcidir. Onun tarihsel materyalizmi toplumsal değişmenin nedenleriyle ilgili doğrulanabilir bir teori olmayı amaçlar. Öte yandan, Marx aynı zamanda bir ahlakçı ve de bir peygamberdir. Çünkü o, tarih teorisini olup bitmiş olan şeyleri açıklamak ya da hatta belli tarihsel koşullar gerçekleştiği zaman olabilecek olanları tahmin etmek için değil insanlığın bir bütün olarak kaderiyle ilgili kehanette bulunmak ve çok daha önemlisi dünyayı baştan aşağı değiştirmek için kullanır. Proletarya devrimi ve sınıfsız toplum,
onun gözünde kapitalist bir ekonominin özünde var olan çelişkilerin zorunlu sonuçları olmak durumundadır; onlar, belirli ampirik koşullar gerçekleştiği zaman zuhur etmeleri muhtemel olan şeylerm değil kesinlikle zuhur etmek zorunda olan değişimlerdir. Diyalektiği kendisinden aldığı Hegel gibi Marx için de insanlık tarihinin, içinde barındırdığı her sosyal sistemin kaçınılmaz olarak karşıtına dönüştüğü bir zorunlu gelişme süreci olarak anlaşılması gerekir. Onun diyalektik değişme anlayışı da yine Hegel’de olduğu gibi, sıradan bir tümevarımsal genellemeden ziyade tarihle ilgili doğru ya da rasyonel düşünmeye diyalektik bir form ya da yapı kazandırmak isteyen katı bir analiz kuralı olmak durumundadır. Şu halde Marx’ın zihninde bilim, etik ve eskatoloji, muhtemelen bilinçli olmayan ve tarih, ahlak ve peygamberliğin kutsal kitapta iç içe geçişinin modern bir muadili haline gelecek bir tarzda tamamen birbirine karışır. Bu unsurları kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmak, şu ya da bu ölçüde, bütünsel bir ideoloji olarak Marksizmi kendine özgü mistik cazibesinden yoksun bırakmak olur. -
Ludwig Feuerbach (1804-1872), demek ki 19. yüzyılın bilimci, ilerlemeci ve Aydınlanmacı kanadında bulunan filozoflardan biri olarak karşımıza çıkar. O da dine ve Hegelci idealizme ilişkin ayrıntılı çözümlemeleriyle, Comte’un teolojik, metafiziksel ve bilimselden oluşan üç adımlı ilerleme modelini tekrarlar. Feuerbach ikinci olarak, 19. yüzyıl Alman felsefesinin en azından bir boyutuyla idealizmden materyalizme dönüşündeki ya da en azından Hegel’den Marx’a geçişteki en temel uğrağı oluşturmak bakımından önem taşır. Marx’ın düşüncesi için harekete geçirici veya itici bir güç oluşturan Feuerbach, üçüncü olarak ve esasında yüzyıl düşüncesinin en önemli temalarından birini meydana getiren yabancılaşma konusundaki özgün görüşleriyle önemli bir yer tutar. Buna göre Feuerbach, insana yönelik ilgisi dahilinde, insanı anlamanın yeni ve dolaylı bir yolunu bulmuş, insana onun bizzat kendisinin yarattığına inandığı din yoluyla bakmanın önemini vurgulamış olan kişidir. İşte bu açıdan bakıldığında, onun en önemli başarısının bir din çözümlemesinden, özel olarak Hıristiyanlığa, genel olarak da dinin kendisine ilişkin analizden meydana geldiği söylenebilir.
Düşünceleri önemli ölçüde kendisinin Hegel felsefesiyle olan hesaplaşmasının bir sonucu olan Feuerbach için de insan, dünyanın merkezinde bulunur. “İnsan varlığının bütün bir evrene bilgisel yönelimin nesnesi –çünkü bütün bir kozmosu sadece kozmopolit bir varlık konu alabilir– olarak sahip olması dolayısıyla, artık tikel ve öznel olmayıp, evrensel bir varlık olduğunu” söyleyen Feuerbach’a göre, felsefenin bir bilim, yani antropoloji haline gelmeye ihtiyacı vardır. Gerçekliğin bilimi olan felsefenin bir bütün olarak insan varlığının bilimi olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, o doğalcı bir hümanizmin savunuculuğunu yaparken, kendisine çok şey borçlu olduğu Hegel’den iki bakımdan farklılık gösterir. Her şeyden önce, Hegel’in kuşatıcı olduğu, başka felsefeler arasında, belli ya da münferit bir felsefe değil de makul bütün felsefelerdeki doğru unsurları tutarlı bir bütün içinde bir araya getiren evrensel bir felsefe ortaya koyduğu veya koymaya kalkıştığı yerde, Feuerbach, teoloji ve idealizm hayaletlerini evcilleştirmek yerine doğrudan doğruya defetmeye çalıştığı için sınırlayıcı ve seçicidir. İkinci olarak, Hegel’in filozofların en azından geçmişi ve şimdiyi anlamaya çalışmaları gerektiğini düşündüğü yerde, Feuerbach geleceğin felsefesini kurma çabası vermiş veya en azından felsefenin reformdan geçirilmesiyle ilgili önerilerde bulunmuş, birtakım planlar önermiştir. İnsanlığın geleceğiyle ilgili olarak yüksek umutlar besleyen Feuerbach, tıpkı Hegel gibi ulus devletinin ideal insan topluluğu olduğuna inanmış ve daha büyük ölçekli bir politik organizasyona en küçük bir yakınlık göstermemiştir.
-
Hemen her büyük felsefe sistemi, uygarlığın veya toplumun içinde bulunduğu sorunları aşmak amacıyla, işe yeni değerler geliştirerek başlar. Bu, idealizm için olduğu kadar, Karl Marx tarafından geliştirilmiş olan materyalizm için de geçerlidir. Materyalizm de benzer bir yol izleyerek, modern Avrupa uygarlığında kapitalizmin endüstrileşme sonrasında yarattığı problemleri aşmak için yeni
birtakım değerler üretme çabası içinde olmuştur. Gerçekten de materyalizm, 19. yüzyılda kapitalist toplumlarda yaşanan yoğun rekabetin hem bireyi ve hem de toplumu acımasızca sömürmesine karşı koymak amacıyla, yeni bir ekonomik ve politik sistem önerisiyle ortaya çıkan Marx’ın felsefi sistemine karşılık gelir. Onun önerdiği, sosyalist sistem adıyla anılacak yeni politik düzen, sosyal sorunların temelinde gerçekte mülkiyetin bulunduğu kabulünden yola çıkarak, mülkiyetsiz ve sınıfsız bir toplum oluşturma amacının bir parçası olarak tasarlanmıştı. Kapitalist toplumların içinde bulundukları kötü koşulları gözler önüne sermek ve kapitalizmin yerini alması düşünülen sosyalizmi meşrulaştırmak için tarihi oldukça farklı bir şekilde yorumlayan Marx, bir yandan tarihsel materyalizm adı altında yeni bir tarih düşüncesi ortaya koyarken, bir yandan da tarihsel materyalizme temel olacak bir materyalist evren telakkisi geliştirdi.Marx’ın felsefesi, görünüşteki tüm yeniliğine hatta radikalizmine rağmen, aslında büsbütün yeni bir felsefe değildi. Gerçekten de Marx’ın felsefesi esas itibariyle, modern Avrupa uygarlığının temel değerlerinden türetilebilir; onun bu uygarlığın asli özelliklerini bünyesinde, pekiştirerek taşımaya devam ettiği söylenebilir. Çünkü yeni uygarlığın bütünüyle modern evren telakkisinde, Tanrı ve din, yükselen hümanizm doğrultusunda zaten etkisizleştirilmişti; Marx, bundan biraz daha ileri giderek, her ikisini de reddetti. O, modern Avrupa uygarlığının kurucu döneminde yapılageldiği üzere, bütün bir evreni bilim ve felsefe yoluyla açıklamaya devam etti. Öte yandan Rönesans sonrası modern Avrupa düşüncesinin yaptığı gibi, Marx da insanı doğa temelli bir varlık olarak anlamaya çalıştı. Bunun dışında, modern Avrupa uygarlığının Aydınlanma döneminde olduğu gibi, Marx’ın felsefesinde de ekonomi belirleyici bir değer oldu. Hatta o da tıpkı modern Avrupa düşüncesinin karanlık bir çağ olarak gördüğü Ortaçağ’ı veya dini inkâr ederek gelişmesi gibi, Marx tarafından din kisvesi altında ortaya çıkan bir felsefe olarak değerlendirilen Hegelci idealizmi reddederek gelişti.
Feuerbach, Hegel’in Tin’in, İdeanın veya Geist’ın önceliğiyle ilgili kabulünü maddi düzenin önceliği kabulüyle değiştirirken, aynı zamanda Tanrının değil de insanın temel gerçeklik olduğunu söylüyordu. Gerçekten de Tanrıyla ilgili üşüncelerimizi analiz ettiğimiz zaman, yalnızca insanın duygularını, ihtiyaç ve özlemlerini bulabileceğimizi söyleyen Feuerbach, Tanrının aslında insan düşüncesinin eseri olduğunu söyledi. Hegelci idealizmin doğru materyalist yorumunu Feuerbach’ta bulmuş olduğuna kanaat getiren ve bu yüzden, Feuerbach’ın felsefede Hegel kadar merkezi bir şahsiyet olduğunu düşünmeye başlayan Marx, Hegel’in kendisini tarih içinde gerçekleştirmeye çalışanın İdea ya da Geist olduğunu öne sürdüğü yerde, kendisini gerçekleştirmeye çalışanın insan olduğunu, tarihin bu yüzden insanın kendisine yabancılaşmışlığını aşma yolunda verdiği mücadelenin tarihi olarak okunması gerektiğini söyleyen Feuerbach’tan alması gereken dersi gördü. Şimdiye kadar filozoflar sadece dünyayı farklı şekillerde yorumlamaya çalışmışlardı. Artık yapılması gereken şeyin dünyayı değiştirmek olması gerekiyordu.
-
Merhaba arkadaşlar, iyi forumlar dilerim.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi hakkında görüşlerinizi merak etmekteyim.
Aşağıdaki soruları merakımı daha belirgin bir şekilde göstermek adına örnek olsun diye ekledim. Elbette örnek sorulara bağlı kalmayabilirsiniz.
**Bu konu başlığında sadece Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi hakkında soru yöneltilmiştir. **
Zorunlu olarak okutulmasına karşı mısınız ?
Ders adıyla içerik arasında bir çelişki görüyor musunuz ?
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yerine, inançları işleyen bir ders getirmek isteseydiniz nasıl bir ders tasarlardınız ?
-
Dünyada iki tür toplum var.
Biri kazanır, diğeri şikayet eder.
Birinde devlet halk içindir, diğerinde halk devlet içindir.
Biri yönetici seçer, diğeri yöneticiden medet bekler.
Birine gelişmiş, diğerine gelişmemiş denir.Sol felsefeye göre bu ayrımı kapitalizm oluşturmuştur.
Sağ felsefeye göre bu toplumların kendisinden kaynaklıdır.
Dini felsefeye göre bunu tanrı layık görmüştür.Sosyal demokrasi, nedeni bir kenara bırakalım, en iyisi kapitalizmde uzlaşalım der.
Monarşiler, diktatörlükler asarım, keserim hiç bir halt yiyemezsin der.
Sosyalizm, kazandığın kadar yersin der.Toplumların bu yaşam biçiminden birini seçme şansı olsa dahi kendi tipiyle uyuşmuyorsa onu getiremez getirse dahi uzun soluklu yaşatamaz. Çünkü toplum yapısı ne ise kendi yönetim biçimi de o olur.
Geçtiğimiz yüzyılda toplumlar sosyalizmi istiyordu, onu getirmek için de yetmiş yıl uğraştılar ama getiremediler, çünkü hem süreçle, hem dünya dengesiyle hem kendileriyle uyuşmuyordu.
Bir başka örnek, İran'da laik sistem vardı, yaşam biçimini kısıtlama olayı yoktu, toplum istediği gibi giyinebiliyordu, kadınlar üzerinde baskı yoktu. Bu sistem toplumla uyuşmadığı için onu yıkıp yerine ilkel molla yönetimi getirdiler.
Fransız devrimi de tam tersine, saray yönetimi miadını doldurmuştu. Artık toplum kendi kendini yönetmek istiyordu. Sarayı yıkıp cumhuriyeti getirdiler. O zamandan buyana cumhuriyeti devam ettirdiklerine göre demek ki, toplumla uyum sağlamış.
Alman toplumu 1930'larda ırkçılığı denedi, demokrasiyi ırkçı yönetimin kucağına verdi, acı sonuçlarını yaşadıktan sonra demokrasiye sahip çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti kalkınma, aydınlanma, devrim yapma ve Altı Ok hedefi üzerine kuruldu, toplum buna uygun olmadığı için kazanımlara sahip çıkmadı.Bu kısa örneklerden anlaşılacağı gibi toplumların farklı anlayış biçimleri nedeniyle dünya toplumlarını eşit görmek bir yanılgıdır.
Hatta Karl Marks gibi bir bilim adamı dahi pratikte örtüşmeyen "Bütün İşçiler Birleşin" sloganıyla yanılmıştı.
Bu bir bütün toplumları aynı sınıfa koyma yanılgısıydı. Çünkü kazanmayı bilen toplumla medet bekleyen toplumu işçi sınıfı yanılgısıyla aynı kefeye koymuştu.
Gerçekte ise işçi sınıfının her ülkede aynı olamayacağı yüzyıl içerisinde yaşanarak deneyimlenmiş oldu.
Bu da toplumların hangi nedene dayandırılırsa dayandırılsın eşitliğe göre değil, kazanç tipine göre yönetileceği gerçeğini doğruluyor.
Başka deyişle, yönetilme şeklin hakim toplum anlayışının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak bu sonuç şu soruyu açıklığa kavuşturmuyor. Yönetim anlamında toplumların farklı anlayış biçimine sahip olması kendinden mi kaynaklı yoksa başka güçler mi söz konusu?
Bana göre her ikisinin de rolü olmasına karşılık, en büyük etken toplumların kendisinden kaynaklıdır.
Çünkü gelişmemiş toplumlar çok basitçe yönlendirilirken, gelişmiş toplumlar üzerinde başkaları çok fazla etkili olamıyor.
Bu sorudan da anlaşılacağı gibi toplumlar insani değerlere göre değil, kazanç tipine göre yönetilir.
Diğer deyişle, ne kazanmışsan, kazandığın ne ise yönetilme şeklin de onunla orantılı olacaktır.
Dolayısıyla dünyada iki tür toplum var.
Biri temel ihtiyaç sorununu aşmış artık uzayla meşgul olurken, diğeri "Hocam, penisim kalkarsa orucum bozulur mu?" ile meşgul.