İçeriğe atla
  • 1k Konu
    16k İleti
    H
    https://haber.mynet.com/cumhurbaskani-erdogan-engelli-sorunlarini-cozmek-devletin-birincil-gorevi-110107256706 Hem hükümet hem AK Parti olarak Sosyal Hizmetler başlığında bilhassa da engellilere dönük politika ve faaliyetler bağlamında hamdolsun çok iyi bir karneye sahibiz. Şunu da açık ve net ifade etmek durumundayım; şüphesiz kolaylaştırınız zorlaştırmayız buyuran bir peygamberin ümmetiyiz. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/enflasyonun-nedeni-engelliler-degildir-2457804 ‘SOSYAL GÜVENCEDEN YOKSUNUZ’ Engellilerin, 10 milyonu aşan nüfusuyla önemli bir toplum kesimini oluşturduğunu belirten İçli, “Bu nedenle devasa sorunlarının çözümü için bütçeden hak ettikleri payı isteme hakkına sahiptirler. Ne var ki, 2026 bütçesinde engellilere ayrılan pay, bütçenin yüzde 2’sini bile bulmamaktadır. Biz engellilerin temsilcisi örgütler olarak bunu kabul etmiyoruz. Bütçeden nüfusumuza orantılı bir pay istiyoruz.. Av.Turhan İçli Görme engelli av. zorlaştırdıkça zorlaştıryorlar diyor. Dünya liderimiz haşmetlümüs 1. önceliğimiz engelliler karnemiz fevkalade, 1. görevimiz engelliler diyor. Vala ben onu bunu bilmem. Ben daha bu ülkede iyileşen bir hak görmedim. Her gelen hükümet engelli olsun engelsiz olsun bütün yurttaşların haklarını tırpanlıyor, gittikçe herşeyi zorlaştırıyor. Sağlaması ortada; akape' den önce bir engelli yaş/motor şartı şurtu olmaksızın yurtdışı hibe yoluyla otomobil sahibi olabiliyordu. akape şak diye 3 yaşından yukarı, 1.6 motordan yukarı arabayı ne hibe, ne satın alamazsınız yasası getirdi. Daha geçen de otomobillere %40 yerlilik şartı koydu!. Sahi bu %40 yerli şartı kamu makam araçları için niye geçerli değil? https://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/3530510-otvsiz-yerli-aracta-yeni-kriter-en-az-yuzde-40-yerli-uretim-sarti "zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız" ı bunlar sanırım çok yanlış anlamışlar.
  • 458 Konu
    982 İleti
    E
    Az önce bloğumda yayınladığım makaleyi sizinle de paylaşmak istedim. Diyalektik denince, kişinin aklına ilk gelen Marksistlerin kullandığı yöntemdir. Haksız da sayılmazlar çünkü günümüzde Felsefede hakim olan bir nevi Marksizm karşıtlığıdır. Halbuki diyalektiği Marks yada Hegel çıkarmamıştır. Çok daha eskiye Antik Yunan'a dayanır; Herakleitos'un nehir örneği ve Sokrates'in soru-cevap yöntemi bu kavramın ilk izleridir. Şimdi diyalektik sözcüğünün tarihteki yolculuğuna bakalım. Diyalektik nedir? Diyalektik sözcüğü, Eski Yunan'da kullanılan dialektike sözcüğünden günümüze ulaşmıştır. Başlangıçta karşılıklı konuşma, tartışma, diyalog gibi anlamlara gelen sözcük, karşılıklı aracılığıyla anlamında dia- ön eki ile 'konuşmak, söylemek, seçmek' anlamlarına gelen legesthai fiilinin birleşmesinden meydana gelir. Ayrıca Legesthai, aynı zaman da 'söz, akıl, mantık' gibi anlamlara sahip Eski Yunan'dan günümüze gelen logos sözcüğünün de oluşturur. Diyalektiği kavram olarak ilk kullanan Sokrates, teorik sistemizasyon olarak kullanan ise Aristoteles'tir. Ancak onların öncesinde diyalektik düşüncenin tohumlarını atan kişi Herakleitos'un kendisidir. 'Çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz de aynı siz değilsiniz.' - Herakleitos Düşünce olarak Herakleitos’ta var olsa da, diyalektiğin kavram hâline gelmesi Sokrates’in soru-cevap yönteminde gerçekleşir. “Doğurtma sanatı” olarak bilinen bu yöntemde, Sokrates sorular sorar ve cevaplar olumlu ya da olumsuz olsun, şeyin nesnelliğini ortaya çıkarır. Öğrencisi Platon ise bu yöntemle diyaloglarını şekillendirecek ve daha sonra Aristoteles’e aktaracaktır. Aristo'dan sonra diyalektik, özellikle Ortaçağ’a kadar felsefi tartışma ve teoloji aracı olarak varlığını sürdürür. Peripatetik (Aristotelesçi filozoflar) okul onun mantık ve diyalektik çalışmalarını devam ettirirken, Cicero gibi Romalı düşünürler bunu retorik ve ahlaki ikna sanatıyla birleştirdi. Ortaçağ’da Boethius, Aristoteles’in mantığını Latince’ye çevirerek Batı’da skolastik eğitimde diyalektiğin temelini atar. Aynı dönemde Ortadoğu'da gelişen İslam feslefesinde İbn Sina ve Farabi, Aristotelesçi diyalektiği hem felsefi hem teolojik bağlamda kullanırlar. yüzyıla geldiğimizde, bir dönüm noktası yaşanır. Aristoteles’in eserleri, İbn Sina, El-Farabi gibi İslam filozofları tarafından Arapça’ya çevrilir, yorumlanır ve geliştirilir. Haçlı Seferleri ve Endülüs’teki etkileşimler sayesinde bu Arapça eserler Latinceye çevrilmeye başlar. Böylece Batı Avrupa, Aristoteles’in mantık ve diyalektiğini yeniden öğrenip üniversitelerde öğretmeye başlar. Bu sayede diyalektik artık sadece bireysel tartışmaların değil, akademik ve sistematik bir tartışma yöntemi hâline gelir. Bu dönemde Skolastik filozoflar, Hristiyan teolojisi ile Aristotelesçi mantığı birleştirerek diyalektiği akıl ve inanç arasında köprü olarak kullanırlar. Günümüz felsefesinin kökeni olan Modern felsefede ise diyalektik, Leibniz ile mantık ve monadoloji çerçevesinde çelişkileri çözme aracı olarak görünmeye başlar ve henüz Hegel’in tarih ve evrenin içsel yasası anlayışı yoktur. Descartes, diyalektiği tarihsel veya toplumsal bir yasa olarak değil, akıl yürütme ve metodik şüphe aracı olarak kullanır. Ada felsefesinde (Bacon, Hume, İskoç Sağduyu Okulu) diyalektik doğrudan kullanılmaz; tartışma ve eleştiri yöntemleri öne çıkar, mantıksal ve retorik bir araç olarak görülür. Bu gelenekten beslenen Hegel ise diyalektiği tartışma yönteminden çıkarıp evrenin, tarihin ve bilincin içsel yasası hâline getirir. Bu yasaya göre çelişkiler ve çatışmalar zorunlu olarak çözülür ve bu süreç tüm varlığı ve tarihi şekillendirir. Böylece Almanya’da modern felsefede diyalektiğin temeli atılmış olur. Kant ise bu süreçte aklın sınırlarını ve çelişkilerini inceleyerek, saf akıl eleştirisi aracılığıyla metodik bir analiz geliştirerek aklın çelişkilerini sistematik bir biçimde ortaya koyar. Günümüz dünyasında ise diyalektik Karl Marx'ın teorize ettiği kavramdır. Hegel’in idealist diyalektiğini alıp tersine çevirmiştir; artık diyalektiğin zemini artık madde ve toplumsal ilişkiler olur. Çelişkiler ve çatışmalar, sınıflar arasında somut bir gerçeklik olarak görülür ve tarih, bu çatışmaların çözümü üzerinden ilerler. Yani Marx’ta diyalektik, soyut düşüncenin değil, maddi dünyanın ve toplumsal mücadelelerin analiz aracıdır. Marx, Hegel’in idealist diyalektiğini tersine çevirerek diyalektiği maddi dünyanın ve toplumsal ilişkilerin temeline oturtur. Artık çelişkiler soyut değil, somut ve toplumsaldır. Sınıflar arasındaki çatışmalar tarihsel bir zorunluluk olarak görülür ve tarih bu çatışmaların çözümü üzerinden ilerler. Böylece diyalektik, sadece düşünsel bir yöntem olmaktan çıkar, üretim ilişkilerini ve toplumsal mücadeleleri anlamak için pratik ve tarihsel bir analiz aracına dönüşür. Marx’ta diyalektik, artık sadece düşünsel bir yöntem değil, maddi dünyanın ve toplumsal mücadelelerin analiz aracı hâline gelir. Siyasette diyalektik Rus devrimi teorisyenlerinden Lenin, Marx’ın diyalektiğini hem felsefi hem de pratik bağlamda daha da çok geliştirir. Ona göre her olgu kendi içinde çelişkiler taşır ve bu çelişkiler, tezin ve antitezin çatışmasıyla çözülür. “Zıtların birliği, yani diyalektik (tesadüf, özdeşlik, eşit etki) koşullu, geçici, fani, görelidir. Karşıt olan zıtların mücadelesi ise mutlak, tıpkı gelişim ve hareketin mutlak olması gibi.” Vladimir I. Lenin — “On the Question of Dialectics” (1915) Mao ise çelişkileri somut ve tarihsel bağlamda ele alır, bazı çelişkilerin temel, diğerlerinin yan olduğunu vurgular: “Çelişki her yerde vardır; önemli olan hangi çelişki temel, hangi yan çelişkidir.” Tez ve antitez kendi iç çelişkileriyle birlikte ele alınmadıkça sentez gerçek bir dönüşüm üretemez. “Düşman ile aramızdaki çelişkiler antagonistik çelişkilerdir. Halkın safları içindeki çelişkiler ise, çalışan halk arasındaki çelişkiler, antagonistik olmayan çelişkilerdir…” Mao Zedong — (On Contradiction) (Ağustos 1937) 2500 yıllık serüveni sonrası, 1937'de Mao Zedung 'Çelişki üzerine' adlı söyleminde diyalektiğin ilk çıkışını temel alarak şunları söyler; 'Antik Yunan filozofu Herakleitos, ‘her şeyin akış halinde olduğunu’ ve ‘tüm değişimin kaynağının çelişki olduğunu’ söylemiştir. Hatta aynı nehre iki kez adım atamayacağımızı da belirtmiştir çünkü o artık aynı nehir değildir. Bu düşünceler diyalektiğin ilk nüvelerini barındırmaktadır.' ⦁ Mao Zedong (On Contradiction) (Ağustos 1937) Peki Diyalektik ne değildir ; Diyalektik ≠ Düalizm: Düalizm iki zıt ilkeyi katı biçimde ayırır, diyalektik ise zıtların birbirini belirleyen birliğini savunur. Diyalektik ≠ Mantık (Formel Mantık): Mantık çelişkisizlik ilkesine dayanır, diyalektik ise çelişkilerin şeylerin içsel yapısına ait olduğunu kabul eder. Diyalektik ≠ Sofistik: Sofistik tartışmayı kazanmayı hedefler, diyalektik ise hakikati ve süreci anlamayı amaçlar. Diyalektik ≠ Metafizik (Statik Düşünce): Metafizik varlığı durağan görür, diyalektik ise değişim ve süreç içinde kavrar.
  • 77 2k
    77 Konu
    2k İleti
    TENTENT
    @Sputnik, içinde söyledi: Matematik soruları Google Gemini şu soruyu bir veya iki dakikada üretti. Ben matematik bilmem ama soru güzel gibi. Ben yapamadım. Acaba gelecekte matematik işini robotlar devralır mı? Aslı ve Burak çiftinin Can ve Derya adında iki çocuğu vardır. Bu aileyle ilgili aşağıdaki bilgiler verilmiştir: Aslı'nın bugünkü yaşı, Burak'ın bugünkü yaşından 4 eksiktir. Çiftin ilk çocuğu Can doğduğunda, Aslı ile Burak'ın yaşları toplamı 50'ydi. Derya, Can'dan 3 yaş küçüktür. İki kardeşin yaşları toplamı, babaları Burak'ın bugünkü yaşına eşit olduğu yılda, anneleri Aslı 57 yaşındaydı. Buna göre, Aslı'nın yaşı Can'ın bugünkü yaşındayken, Derya kaç yaşındaydı? Aslı=A Burak=B Can=C Derya=D C-D=3 --> C=(3+D) B-A=4 --> B=(4+A) can doğduğunda yani sıfır yaşında iken (4+A)+A=50 -->A=23 B=A+4 -->B=27 Aslı 57 yaşında iken Burak=57+4=61 yaşında olur. Aslı can doğduğunda 23 yaşında ise yaş farkları 23dür. Can=A-23=57-23=34 yaşında Can Deryadan 3 yaş büyük olduğuna göre Derya=C-3=34-3=31 yaşında Baba Burakın bügünkü yaşı=C+D=34+31=65 yaşında Anne Aslının bugünkü yaşı=B-4=65-4=61 yaşında Can Aslı dan 23 yaş küçük olduğuna göre bugünkü yaşı=61-23=38 yaşında Aslı 38 yaşında iken Can C=38-23=15 yaşında Derya ise D=C-3=15-3=12 yaşında
  • 319 Konu
    2k İleti
    H
    @Efruhte, içinde söyledi: Yapay zeka neden ibadet etmiyor? Doğru ya herşeyi sizler doğru algılıyorsunuz. Bilimi de, temel geliri de, komünizmi de hatta İslamiyeti de. https://www.sozcu.com.tr/finlandiya-ne-istemis-olabilir-p266091 En azından ılımlı islamcıdan iyi anladığım, yalanla dolanla işim olmadığı kesin. Size göre dünyanın en iyi eğitim sistemi olduğu bilinen ülke bizden eğitimi örnek alacakmış. PEH... He size göre; "batı bizi kıskaniyeeee...." Dedim ya "yalan" dolanla, algıyla gemi yürümüyor.
  • 390 Konu
    3k İleti
    H
    KIZIM İÇİN BİR DUA Başlığı W.B.Yeats'dan ödünç alınmış olan bu son bölümde tek bir öğe var: kızıma o on yaşındayken yazdığım açık bir mektup. Çocukluğunun büyük bölümünde onu üzücü bir şekilde sadece kısa zaman dilimleri boyunca görebildim ve hayatın önemli konuları hakkında konuşmak kolay değildi. Her zaman, dünyadaki kötülüğün çoğunun en temelinde yattığını düşündüğüm, çocukların beyinlerinin yıkanmasına dair en küçük bir imadan kaçınmaya titizlikle dikkat ettim. Ona daha az yakın olan başkaları böyle bir titizlik göstermediler, bu da beni, tüm çocukların olduğu gibi onun da kendi karar larını verebilecek yaşa geldiğinde kararını özgürce verebilmesini gerçekten çok istediğim için üzdü. Ona ne düşünmesi gerektiğini söylemeden, kendi başına düşünmesini için onu teşvik ederdi m. Onyaşına geldiğinde ona uzun bir mektup yazmayı düşündüm. Fakat bunu damdan düşer gibi göndermek bana garip bir şekilde resmi ve korkutucu göründü. Sonrasında tesadüfen bir fırsat doğdu. Edebiyat temsilcim John Brockman karısı ve partneri Katinka Matson ile birlikte oğulları Max'a önemli bir anı olması açısından makalelerden bir kitap derleme fikrini düşündüler. Müşterilerini ve arkadaşlarını, genç bir adam için tavsiye veya ilham olacak makaleler yazmaya katılmaları için davet ettiler. Bu davet daha önce kızıma vermek için utandığım tavsiyeyi bir açık mektup olarak yazmak için beni kamçıladı. Şeyler Na sı/dır isimli kitabın amacı derleme sırasında değişti. Max'a adanmış olarak kaldı fa kat alt başlığı Zihin İçin Bir Bilim Araç Kutusu oldu ve sonraki katılımcılar, genç bir insan için yazmaları gerektiği şeklinde kısıtlanmadı. Sekiz yıl sonra, bu derlemenin hazırlanması sırasında Juliet'in yasal olarak yetişkin olma çağı geldi ve bu kitap ona on sekizinci yaş günü hediyesi olarak, bir babanın sevgisiyle adandı. İnanmak İçin İyi ve Kötü Nedenler Sevgili Juliet Artık on yaşına geldiğin için sana benim için önemli olan bazı şeyleri yazmak istiyorum. Bildiğimiz şeyleri nasıl bildiğimizi daha önce hiç merak ettin mi? Örneğin gökyüzündeki minik iğne uçları gibi görünen yıldızların aslında Güneş gibi muazzam ateş topları olduğunu ve çok uzaklarda olduğunu nasıl biliyoruz? Ve biz Dünyanın, bu yıldızların bir tanesinin, yani Güneşin etrafında dolanan daha küçük bir top olduğunu nasıl biliyoruz? Bu soruların cevabı 'kanıt'tır. Bazen bir şeyin gerçek olduğuna kanıt, o şeyi gerçekten görmek (veya duymak, hissetmek, koklamak. .. ) anlamına gelir. Dünyanın yuvarlak olduğunu kendi gözleri ile görmek için astronotlar dünyadan yeteri derecede uzağa seyahat etmişlerdir. Bazen gözlerimizin yardıma ihtiyacı olur. 'Öğlen yıldızı' gökyüzünde parlak bir ışıltı gibi görünür fa kat bir teleskopla bunun çok güzel bir top olduğunu, bizim Venüs adını verdiğimiz gezegen olduğunu görebilirsin. Doğrudan görerek (veya duyarak veya hissederek. .. ) öğrendiğin şeylere gözlem adı verilir. Sıklıkla kanıt tek başına gözlemden oluşmaz fakat gözlem her zaman kanıtın arkasında yatar. Eğer bir cinayet işlenmişse çoğu durumda hiç kimse (katil ve öldürdüğü kişi hariç!) gerçekten bunu gözlemlememiştir. Fakat dedektifler, belirli bir şüpheliyi işaret edebilecek olan birçok diğer gözleınİ bir araya getirebilirler. Eğer bir kimsenin parmak izi hançer üzerinde bulunanlada eşleşirse bu onun hançere dokunduğunun kanıtıdır. O kişinin cinayeti işlediği ni kanıtlamaz fakat diğer birçok kanıtla birleşince yardımcı olabilir. Bazen bir dedektif birçok gözleınİ bir bütün olarak düşün ür ve aniden, eğer cinayeti falanca işlemişse her şeyin yerine oturduğunu ve anlam kazandığını fark eder. Bilim insanları (dünya ve evren hakkında neyin gerçek olduğunu bulmakta uzman kişiler) sıklıkla dedektifler gibi çalışırlar. Neyin doğru olabileceği ile ilgili bir tahmin (hipotez adı verilen) yaparlar. Ve sonra kendilerine şöyle derler: eğer bu gerçekten doğru olsaydı şunu ve bunu görmemiz gerekirdi. Buna tahmin denir. Örneğin eğer dünya gerçekten yuvarlaksa, aynı yönde durmadan ilerleyen bir seyyahın en sonunda kendisini ilk başladığı noktada bulması gerektiğini tahmin edebiliriz. Bir doktor sana kızamık hastalığına yakalandığını söylediğinde sana bir bakış atıp kızamığı görmez. İlk bakışı ona senin kızamık olmuş olabileceğin/e ilgili bir hipotez verir. Sonrasında kendisine şöyle söyler: eğer o gerçekten kızamık olmuşsa görmemiz gereken şeyler ... Sonra yaptığı tahminleri gözden geçirir ve kendi gözleriyle (noktaların var mı?), elleriyle (alnın sıcak mı?), ve kulaklarıyla (nefes alırken göğsü hırıltılı biçimde ses çıkarıyor musun?) onları sınar. Sadece bu sınamaların ardından kararını verir ve 'Çocukta kızamık olduğunu teşhis ettim' der. Bazen doktorların gözlem yapmak için, gözlerine, ellerine ve kulaklarına yardımcı olacak kan testi veya röntgen gibi diğer testleri yapması gerekir. Bilim insanlarının dünya hakkında bilgiler edinmek için kanıtları kullanma yöntemi kısa bir mektupta anlatabileceğimden daha zekice ve karmaşıktır. Ama şimdi bir şeye inanmak için iyi bir sebep olan kanıttan ilerlemek ve bir şeye inanmak için üç yanlış sebep hakkında seni uyarmak istiyorum. Bunlar 'gelenek', 'otorite' ve 'vahiy' olarak adlandırılır. İlk olarak, gelenek. Birkaç ay önce yaklaşık so çocuk ile bir tartışma programına katılmak için televizyona çıktım. Bu çocuklar davet edilmişierdi çünkü çeşitli fa rklı dinlerde yetiştirilmişlerdi. Bazıları Hıristiyan olarak bazıları da Yahudi, Müslüman, Hindu veya Si h ola rak yetiştirilmişti. Mikrofonu olan adam çocuktan çocuğa dolaştı ve neye inandıklarını sordu. Söyledikleri şey tam olarak 'gelenek' demekle kastettiğim şeyi gösterir. İnançlarının hiçbir kanı ta dayanma dığı ortaya çıktı. Sadece anne babalarının ve onların anne babalarının inançlarını sergilediler. Onlara öğretilen bu inançlar da kanıtlara dayanmıyordu. Söyledikleri 'Biz Hindular falan fılana inanırız', 'Biz Müslümanlar şuna ve buna inanırız', 'Biz Hıristiyanlar başka bir şeye inanırız' gibi şeylerdi. Hepsi fa rklı şeylere inandığı için tabi ki hepsi birden haklı olamazdı. Elinde mikrofonu tutan adam bunun oldukça normal olduğunu düşünüyor gözüküyordu ve çocukları birbirlerinin fa rklılıklarını tartıştırmaya bile çalışmadı. Fakat göstermek istediğim nokta bu değil. Ben basitçe inançlarının nereden geldiğini sormaya çalışıyorum. Gelenekten geliyor. Gelenek, inançların büyük anne ve babalardan çocuğun anne ve babasına, onlardan da çocuğa miras bırakıldığı ve zincirin böyle sürüp gittiği anlamına gelir. Veya yüzyıllar boyunca miras kalan kitaplardan. Geleneksel inançlar sıklıkla bir hiçten başlar; belki de başlangıçta bazıları bunları uydurur. Tıpkı Thor ve Zeus hakkındaki hikayeler gibi. Fakat birkaç yüzyıl boyunca aktanldıktan sonra bunların tam da çok eski olmaları gerçeği onları çok özel görünür kılar. İnsanların yüzyıllar boyunca aynı şeye inanmış olması gibi basit bir nedenle insanlar bu şeylere inanırlar. Gelenek budur. Gelenek ile ilgili sorun, ne kadar uzun süre önce uydurulduğundan bağımsız olarak, hikayenin, hala tam olarak orijinal hikaye kadar doğru veya yanlış olmasıdır. Eğer sen doğru olmayan bir hikaye uydurursan, bunun birkaç yüzyıl boyunca aktarılması onu daha fazla doğru yapmaz! İngiltere'deki çoğu insan Anglikan Kilisesinde vaftiz edilmiştir fa kat bu Hıristiyan dininin birçok mezhebinden sadece bir tanesidir. Rus Ortodoks, Roma Katalik ve Metodist kiliseleri gibi diğer mezhepler vardır. Hepsi farklı şeylere inanırlar. Ya hudi ve Müslüman dinleri de biraz daha farklıdır ve değişik çeşitte Yahudiler ve Müslümanlar vardır. Birbirinden çok az bile olsa fa rklı şeylere ina nan insanlar sıklıkla bu ayrılıklar yüzünden savaşırlar. Bu yüzden inandıkları şeye inanmak için oldukça iyi nedenleri (kanıtları) olması gerektiğini düşünebilirsin. Fakat aslında değişik inançları tamamen değişik geleneklerden kaynaklanır. Haydi, belirli bir gelenek hakkında konuşalım. Roma Katalikleri İsa'nın annesi olan Meryem'in çok özel olduğunu ve bu yüzden ölmeyip bütün vücuduyla birlikte Cennete yükseldiğine inanırlar. Diğer Hıristiyan gelenekleri Meryem'in diğer herkes gibi öldüğünü söyleyerek bu görüşe karşı çıkarlar. Bu diğer mezhepler onunla ilgili çok konuşmazlar ve Roma Kataliklerinin tersine onu 'Cennetin Kraliçesi' olarak adlandırmazlar. Meryem'in vücudunun Cennete yükselmesi eski bir gelenek değildir. İncil Meryem'in nasıl veya ne zaman öldüğü hakkında hiçbir şey söylemez; hatta zavallı kadın İncil'de neredeyse hiç anılmaz. Vücudunun cennete yükseldiği inancı İsa'nın zamanından altı yüzyıl sonrasına kadar icat edilmemiştir. İlk başta bu tıpkı Pamuk Prenses benzeri herhangi bir hikaye ile aynı şekilde uydurulmuştu. Fakat yüzyıllar boyunca bir gelenek haline geldi ve insanlar bunu ciddiye almaya başladılar çünkü basitçe öykü çok fazla nesil boyunca aktarılmıştı. Bir gelenek ne kadar eski olursa o kadar çok insan onu ciddiye aldı. Sonunda bu ancak 1950 gibi yakın bir tarihte resmi Roma Katalik inancı olarak kaydedildi. Fakat bu öykü 195o'de, ilk icat edildiği tarih olan Meryem'in ölümünün altı yüz yıl sonrasında olduğundan daha doğru değildi. Mektubumun sonunda geleneğe geri dönecek ve ona farklı bir açıdan bakacağım. Fakat bir şeye inanmak için diğer yanlış iki ne dene değinmeliyim: otorite ve vahiy. Bir şeye inanmak için bir neden olarak otorite, önemli bir insan tarafından sana inanman söylendiği için bir şeye inanman anlamına gelir. Roma Katalik Kilisesi'nde Papa en önemli kişidir ve insanlar onun haklı olması gerektiğini, sadece o Papa olduğu için düşünür. Müslüman dininin bir mezhebinde önemli insanlar Ayetullahlar denilen sakallı yaşlı adamlardır. Epey genç Müslüman, sırf uzak bir ülkedeki Ayetullahlar söyledi diye cinayet işlemeye hazırdır. 1 Roma Katoliklerine sonunda Meryem'in vücudunun Cennete yollandığına inanmalarının zorunlu olduğu ancak 195o'de söylenmişti derken kastettiğim şey, 195o'de Papa'nın insanlara buna inanmaları gerektiğini söylemesiydi. Bu kadar. Papa doğru olduğunu söylüyordu, o halde doğru olmalıydı! Şimdi, muhtemelen Papa'nın hayatı boyunca söylediği bazı şeyler doğru ve bazıları da yanlıştı. Sırf o Pa pa olduğu için söylediği her şeye, diğer insanların söylediği birçok şeyden daha fazla inanmam gerektirecek herhangi iyi bir sebep yok. Şimdiki Papa, takipçilerine çocuk sahibi olmak için kendilerine bir sınır koymamalarını emretti. Eğer insanlar onun otoritesine, onun ı Salman Rüşdi için çıkarılan fe tva o zaman dikkat çekici bir şekilde gündemdeydi. istediği gibi köle gibi itaat etseydi sonuç aşırı nüfus yüzünden korkunç kıtlıklar, hastalıklar ve savaşlar olabilirdi. Tabii ki bilirnde bile bazen kanıtı kendimigörmemişizdir ve başka birinin sözüne güvenmek zorunda kalırız. Kendi gözlerimle ışığ!n saniyede 30o.ooo kilometre hızla ileriediğinin kanıtlarını görmedim. Bunun yerine bana ışık hızını anlatan kitaplara güvenirim. ,Bu 'otorite' gibi gözükür. Fakat aslında otoriteden çok da.ha iyidir çünkü kitapları yazan insanlar kanıtı görmüştür ve görmek isteyen herkesin kanıta istediği zaman dikkatli bir biçimde bakması tamamen serbesttir. Bu çok rahatlatıcıdır. Fakat papazlar bile Meryem'in vücudunun cennete doğru uzaklaştığı hikayelerine dair bir kanıt olduğunu iddia etmezler. Herhangi bir şeye inanmak için üçüncü bir tür kötü sebebe 'va hiy' ismi verilir. Eğer Papa'ya 195o'de, Meryem'in vücudunun cennete doğru kaybolduğunu nasıl bildiğini sormuş olsaydın muhtemelen sana bunun kendisine 'vahiy' geldiğini söyleyecekti. Kendisini odasına kapattı ve yol gösterilmesi için dua etti. Hep kendi kendine düşündü ve düşündü ve kendi içinde gittikçe daha fa zla emin oldu. Dindar insanlar kendi içlerinde bir şeyin doğru olması gerektiğini hissederlerse, bunun doğru olması için hiçbir kanıt olmasa bile, bu hislerine 'vahiy' ismini verirler. Va hiy aldıklarını iddia edenler sade ce papalar değildir. Birçok dindar insan eder. Bu, inandıkları şeylere inanmalarının temel sebeplerinden birisidir. Ama bu doğru bir se bep mi? Farzet ki sana köpeğinin öldüğünü söyledim. Çok üzülür ve muhtemelen 'Emin misin? Nereden biliyorsun? Nasıl oldu?' derdin. Şimdi şöyle bir cevap verdiğimi düşün: 'Pepe'nin öldüğünü gerçek ten bilmiyorum. Hiç kanıtım yok. Sadece içimde öldüğüne dair garip bir his var.' Seni korkuttuğum için bana çok kızardın, çünkü içsel 'hislerin' tek başına bir tazı köpeğinin öldüğüne inanmak için ye terli bir sebep olmadığını bilirdin. Kanıta ihtiyaç d uyarsın. Hepimizin zaman zaman içsel hisleri olur ve bazen bunların doğru olduğu bazen de olmadığı ortaya çıkar. Zaten değişik insanların zıt hisleri olduğuna göre kimin hissinin doğru olduğuna nasıl kararverebiliriz ki? Bir köpeğin öldüğünden emin olmanın tek yolu onun ölü oldu ğunu görmek veya kalbinin artık atmadığını duymaktır; veya onun ölü olduğuna dair gerçek bir kanıtı görmüş veya işitmiş birilerini sana söylemesidir. İnsanlar bazen içindeki derin hislere inanmalısın, aksi takdirde 'Karım beni seviyor' gibi şeylerden hiçbir zaman emin olamazsın derler. Fakat bu kötü bir argümandır. Bir insanın seni sevdiğini gös teren bir sürü kanıt olabilir. Seni seven birisiyle birlikte olduğun gün boyunca birçok küçük kanıt kırıntısı görür ve işitirsin ve hepsi bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşturur. Bu papazların vahiy adını verdikleri his gibi sırf içsel bir his değildir. İçsel hisleri destekleyen dışsal şeyler vardır: gözlerdeki bakışlar, sesteki sevecen tonlamalar, küçük iyilikler ve kibarlıklar. Bunların hepsi gerçek kanıtiard ır. Bazen insanlar, herhangi bir kanıta dayanmadığı halde birisinin onları sevdiğine dair kuvvetli içsel hislere sahip olurlar ve sonra büyük bir ihtimalle bu hislerin yanlış olduğu ortaya çıkar. Hiç tanışma mış olmalarına rağmen ünlü bir film yıldızının onları sevdiğine dair kuvvetli bir içsel hisse sahip olan insanlar vardır. Bu gibi insanlar ruhsal olarak problemlidir. İçsel hisler kanıtlarla desteklenmelidir. Aksi halde bunlara güvenemezsin. İçsel sezgiler bilirnde de değerlidir, fa kat sadece, daha sonra kanıtlar arayarak sınayacağın fikirler vermesi için. Bir bilim adamı doğru olduğunu 'hissettiği' bir fikir hakkında 'önseziye' sahip olabi lir. Tek başına bu bir şeye inanmak için iyi bir neden değildir. Ama bu belirli bir deneyi gerçekleştirme veya kanıt bulmak için belli bir yönteme başvurma amacıyla zaman harcamak için iyi bir neden olabilir. Bilim insanları fikir bulmak için her zaman içsel sezgilerini kullanırlar. Ama bunların kanıtla desteklenmediği sürece değerleri yoktur. Geleneğe geri dönüp ona farklı bir açıdan bakmaya söz vermiş tim. Geleneğin bizim için neden bu kadar önemli olduğunu açıklamaya çalışmak istiyorum. Her hayvan, kendi türünün yaşadığı normal yerde hayatta kalmak için (evrim adı verilen süreç tarafın dan) inşa edilmiştir. Aslanlar Afrika düzlüklerinde hayatta kalmak için inşa edilmiştir. Kerevitler tatlı suda hayatta kalmak üzere inşa edilmişken yengeçler tuzlu suda hayatta kalmak için inşa edilmiş tir. İnsanlar da hayvandır ve bizler, diğer birçok insanın doldurduğu dünyada hayatta kalmak için inşa edildik. Birçoğumuz, aslanlar ve yengeçlerin aksine, kendi yiyeceğimizi avlamayız. Bunu diğer in sanlardan satın alırız. Hatta onlar da bu yiyecekleri başkalarından almışlardır. Bir 'insan denizi' içinde 'yüzeriz.' Tıpkı bir balığın suda hayatta kalmak için solungaçlara ihtiyacı olması gibi, insanların diğer insanlarla ilgilenebilmesi için beyiniere ihtiyaçları vardır. Tıpkı denizin tuzlu suyla dolu olması gibi insan denizi de öğrenmesi zor olan şeylerle doludur. Örneğin dil gibi. Sen İngilizce konuşuyorsun ama arkadaşın Ann-Kathrin Alman ca konuşuyor. Her ikiniz de kendi özel 'insan denizinizde' 'etrafta yüzmenize' uygun dilleri konuşursunuz. Dil nesilden nesile gelenekle aktarılır. Başka bir yolu yoktur. İngiltere'de Pepe bir köpektir. Almanya'da ise ei n h und dur. Bu kelimelerin hiç biri diğerinden daha doğru veya daha hatasız değildir. Her ikisi de basitçe nesilden nesile aktarılmıştır. 'İnsan denizinde etrafta yüzme' konusunda iyi olmak için çocukların kendi ülkelerinin dilini ve kendi insanları hakkında birçok şeyi öğrenmesi gerekir; ve bu da onların muazzam miktardaki geleneksel bilgiyi kağıt havlu gibi emmek zorunda olması anlamına gelir. (Geleneksel bilginin sadece büyükanne ve büyükbabalardan anne ve babaya ve onlardan da çocuğa aktarılan şeyler olduğunu hatırla.) Çocuğun beyni geleneksel bilgileri emmelidir. Ve çocuktan. dilin kelimeleri gibi iyi ve yararlı geleneksel bilgiyi, cadılara. şeytanIara ve ölümsüz bakirelere inanmak gibi kötü ve aptalca geleneksel bilgiden ayırt etmesi beklenemez. Çocukların, geleneksel bilgiyi emmek zorunda olmaları sebebiy le, doğru veya yanlış, haklı veya haksız, büyüklerin onlara söyleyeceği her şeye muhtemelen İnanacak olmaları çok acıdır. ama başka türlüsü de mümkün değildir. Yetişkinlerin onlara söylediği birçok şey doğrudur ve kanıtiara dayanır veya en azından mantıklıdır. Fakat eğer bu söylenenlerin bir kısmı yanlış, aptalca Ye hatta ahlaksızcaysa çocukları bunlara da inanmaktan koruyacak hiçbir şey yoktur. Peki, çocuklar büyüdüklerinde ne yaparlar? Tabi ki bunu bir sonraki çocuk nesiine anlatırlar. Bu yüzden bir şeye kuvvetli bir şekilde bir defa inanıldığında (tamamen yanlış olsa ve ilk ortaya çıktığında ona inanmak için herhangi bir neden olmasa bile) o şey sonsuza kadar gidebilir. Dinlerde olmuş olan şey bu olabilir mi? Bir tanrı veya tanrılar olduğu inancı, Cennet inancı, Meryem'in hiç ölmediği inancı, isa'nın hiç insan babasının olmadığı inancı, dualara cevap verildiği inancı, şarabın kana dönüştüğü inancı; bu inançların hiçbiri düzgün bir kanıta dayanmaz. Yine de milyonlarca insan bunlara inanır. Belki de bunun sebebi, her şeye İnanacak kadar küçük yaştayken bunlara inanmalarının söylenmesidir. Milyonlarca diğer insan oldukça fa rklı şeylereinanır çünkü onlara çocukken farklı şeyler söylenmiştir. Müslüman çocuklara Hıristiyan çocuklardan farklı şeyler söylenmiştir ve her iki grup da kendilerinin haklı diğerlerinin haksız olduğuna tamamen ikna olarak büyümüştür. Hıristiyanlar içinde bile Roma Katolikleri, Anglikan Kilisesi insanlarından veya Episcopalcılardan veya Shakercılardan veya Quakerlerden veya Mormonlardan veya Holy Rollerlerden farklı şeyle re inanırlar ve bunların hepsi de kendilerinin haklı ve diğerlerinin haksız olduğuna tamamen ikna olmuştur. Senin İngilizce, Ann Kathrin'in ise Almanca konuşmasıyla tamamen aynı türden sebep ler yüzünden fa rklı şeylere inanırlar. Her iki dil de kendi ülkelerinde konuşmak için doğru dildir. Fakat değişik dinlerin kendi ülkelerinde doğru olduğu doğru olamaz çünkü değişik dinler zıt şeylerin doğru olduğunu iddia ederler. Meryem, Katalik Cumhuriyeti'nde canlı, Protestan Kuzey İrlanda'da ölü olamaz. Bütün bunlar hakkında ne yapabiliriz? Bu konuda senin bir şey yapman kolay değil çünkü sen sadece on yaşındasın. Ama şunu deneyebilirsin. Bundan sonra birisi sana önemliymiş gibi gözüken bir şey söylerse, kendi kendine şöyle düşün: 'Bu, insanların muhteme len kanıtlar sayesinde bildiği türden bir şey mi? Veya bu, insanların sadece gelenek, otorite veya vahiy yüzünden inandığı türden bir şey mi?' Ve bundan sonra birisi sana bir şeyin doğru olduğunu söyledi ğinde, neden onlara şunu sormayasın: 'Bunun için ne gibi bir kanıt var?' Ve eğer sana iyi bir cevap veremezlerse, umarım sana söylediklerinin tek kelimesine bile inanmadan önce çok dikkatli düşünürsün. Seni seven Baban Kynk: BİR ŞEYTAN'IN PAPAZI (Richard Dawkins)
  • 26 Konu
    933 İleti
    phiP
    Merhaba Sitemiz v4.7.0 versiyonuna guncellenmistir.
  • https://haber.mynet.com/cumhurbaskani-erdogan-engelli-sorunlarini-cozmek-devletin-birincil-gorevi-110107256706

    Hem hükümet hem AK Parti olarak Sosyal Hizmetler başlığında bilhassa da engellilere dönük politika ve faaliyetler bağlamında hamdolsun çok iyi bir karneye sahibiz.

    Şunu da açık ve net ifade etmek durumundayım; şüphesiz kolaylaştırınız zorlaştırmayız buyuran bir peygamberin ümmetiyiz.

    https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/enflasyonun-nedeni-engelliler-degildir-2457804

    ‘SOSYAL GÜVENCEDEN YOKSUNUZ’

    Engellilerin, 10 milyonu aşan nüfusuyla önemli bir toplum kesimini oluşturduğunu belirten İçli, “Bu nedenle devasa sorunlarının çözümü için bütçeden hak ettikleri payı isteme hakkına sahiptirler. Ne var ki, 2026 bütçesinde engellilere ayrılan pay, bütçenin yüzde 2’sini bile bulmamaktadır. Biz engellilerin temsilcisi örgütler olarak bunu kabul etmiyoruz. Bütçeden nüfusumuza orantılı bir pay istiyoruz.. Av.Turhan İçli

    Görme engelli av. zorlaştırdıkça zorlaştıryorlar diyor.
    Dünya liderimiz haşmetlümüs 1. önceliğimiz engelliler karnemiz fevkalade, 1. görevimiz engelliler diyor.

    Vala ben onu bunu bilmem. Ben daha bu ülkede iyileşen bir hak görmedim. Her gelen hükümet engelli olsun engelsiz olsun bütün yurttaşların haklarını tırpanlıyor, gittikçe herşeyi zorlaştırıyor.

    Sağlaması ortada; akape' den önce bir engelli yaş/motor şartı şurtu olmaksızın yurtdışı hibe yoluyla otomobil sahibi olabiliyordu. akape şak diye 3 yaşından yukarı, 1.6 motordan yukarı arabayı ne hibe, ne satın alamazsınız yasası getirdi. Daha geçen de otomobillere %40 yerlilik şartı koydu!. Sahi bu %40 yerli şartı kamu makam araçları için niye geçerli değil?

    https://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/3530510-otvsiz-yerli-aracta-yeni-kriter-en-az-yuzde-40-yerli-uretim-sarti

    "zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız" ı bunlar sanırım çok yanlış anlamışlar.

    daha fazla oku

  • @Sputnik, içinde söyledi: Nuh' un gemisi

    Böyle bir geminin hiç var olmadığını, bu tufanın yaşanmadığını herkes biliyor. Kimsenin böyle abuk sabuk bir olaya inanıyor olma ihtimali yok.

    Asıl soru şu, neden inanıyormuş gibi yapıyorlar? 🙂

    Yok inanmak başka bir de sahtekarca aha kanıt diyip; bilimle din paralellik gösterdi diyip şaklabanlık yapmak başka....

    Yoksa gerçek iman-inanç sahibi için "ol dedi, oldu" dan ibaret mesele.

    Diyorum ya bu inançların hiç biri nesnele indirgenemez ve kanıtlanamaz. Bu imkansız. Onun için zaten çocuk beyinler hedeftir. Küçük yaşta gerçek hayatla, nesnel gerçeklerle bağdaşmayan bilgilerle yıkanmış beyinler, bu virüsleri nesilden nesle aktarmış ve yaşatmış oluyor. Bilime rağmen bu 4000 küsür inancın bugün bile halen varlığını sürdürmesi bir akıl hastalığı değil. Bir nevi çocukluk virüsü yani...

    daha fazla oku

  • https://www.sozcu.com.tr/unlu-mankenden-eyt-itirafi-6-yildir-emekli-maasi-aliyor-p266133

    Birilerine Türkiye güzel tabi... Birine 43 yaşında emeklilik, diğerine 65 oh ne ala adalet timsali memileket.

    https://www.sozcu.com.tr/adliyedeki-dev-soygunda-detaylar-her-seyi-adim-adim-planlamis-esinin-sozleri-dikkat-cekti-p266155

    Bu da birilerine dingonun ağırı. Şaka gibi değil mi? Elini kolunu sallaya 75 kilo 150 milyon değerindeki malı elini kolunu sallaya eve götürüyor.

    daha fazla oku
Forum Bilgisi

Kimler Çevrimiçi [Tam liste]

Şu anda 0 aktif kullanıcı var (0 üye ve 0 misafir).

Forum İstatistikleri

Üyelerimiz 2.4k konuda toplam 25.3k ileti yazdı.
Şu an itibariyle kayıtlı 108 üyemiz bulunmaktadır.
Aramızda görmekten mutluluk duyduğumuz en yeni üyemiz, Thevapegiant.
Tek seferde en fazla çevrimiçi kullanıcı sayısı 5 Ocak 2024 Cuma günü, 21 kişiydi.