6-7 Eylül olayları: Oktay Engin Olayı
-

5 Eylül gecesi Selanik’teki Türk Konsolosluğu’nun tam yanında bulunan ve aynı bahçeye bakan Atatürk’ün evinde küçük bir bomba patlar. Sadece camların kırılmasına sebep olan bu bombanın Türkiye’deki etkisi büyük olmuştur. Yunan polisinin yaptığı araştırmanın sonucuna göre, bombayı Yunanistan’daki Türk azınlığın mensubu Oktay Engin’in attığı tespit edilir. 21 yaşındaki Oktay Engin Türk Devletinin verdiği burs ile Selanik Üniversitesi, hukuk fakültesinde okumaktadır. Oktay Engin ve konsolosluk bekçisi Hasan Uçar, Yunan makamları tarafından tutuklanırlar ve dava açılır. Diplomatik baskılar sonucunda geçici olarak serbest bırakılan Oktay Engin bir yıl sonra Türkiye’ye kaçar.
Olaydan beş yıl sonra 1960 yılında Yassıada Mahkemeleri sırasında 6-7 Eylül olayları tekrar gündeme gelir. Yassıada sorgulamalarında dinlenen tanıklar İsmail Tamçelik ve MİT müfettişi İbrahim Oğuz’un ifadelerine göre Oktay Engin aslında Türk istihbaratı adına çalışmaktadır. 1956 yılında Türkiye’ye geldikten sonra dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın yardımı ile Oktay Engin’e belediyede iş bulunmuştur. İstanbul’da eğitimini tamamladıktan sonra İçişleri Bakanlığında çalışmaya başlayan Oktay Engin, sonunda Nevşehir Valiliğinden emekli olur.
İstanbul Ekspres Gazetesi İkinci Baskı Yapıyor
Selanik’te Atatürk’ün evine bomba konulduğu haberi Türkiye radyolarının öğlen 13.30 haberlerinde halka duyurulur. O dönemde radyo bir anlamda lüks tüketim malı olduğu için ancak hâli vakti yerinde ailelerin evinde bulunmaktadır. Halk arasında radyo sahibi olanların sayısı azdır.
DP il yönetiminde bulunan ve Başbakan Menderes’e yakınlığı ile tanınan Mithat Perin’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesi öğleden sonra ikinci baskı yaparak, Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberini halka duyurur. Gazete 16.30’dan itibaren satışa sunulmuştur. İstanbul sokaklarında, ‘Yazıyooor! Atatürk’ün evinin bombalandığını yazıyor’ çığlıkları ile dolaşan gazete satıcıları sayesinde 6 Eylül akşamüstü bütün İstanbul bu haberle çalkalanmaktadır. Atatürk’ün evinin bombalandığının radyoda duyulmasından hemen sonra KTC yönetiminde olan ve istihbarat örgütleri ile ilişkisi bulunan Kamil Önal, İstanbul Ekspres gazetesine şu açıklamayı yapar: ‘Mukaddesata el uzatanlara bunu pahalı ödeteceğiz.’ Bu demeç gazetenin birinci sayfasında büyük puntolarla yayınlanır. Kamil Önal’dan bu demeci alan gazeteci Gökşin Sipahioğlu zaten İstanbul Ekspres gazetesinin o günkü manşetini atan kişidir.
O yıllarda Türkiye’de ‘yaz saati’ uygulaması yoktur, akşam ezanı 18.40’ta okunmaktadır. Akşam saat 7’den sonra artık hava kararmıştır. Önce sahneye kıştırtıcılar çıkar. Bunlar esas olarak öğrenci dernekleri veya KTC üyesi olup ellerinde Atatürk resimleri, KTC’nin bastırmış olduğu ‘Kıbrıs Türktür’ afişleri ve İstanbul Ekspres gazetesinin ‘Atamızın evi bomba ile hasara uğradı’ başlıklı ikinci baskısı ile Taksim Anıtı etrafında toplanmışlardır. Kılık kıyafetleri düzgün ve hiddetli gençler, kendilerine nutuk atan ve Selanik’te yapılanların Rumların yanında kalmamasının gerektiğini söyleyen liderleri tarafından propaganda yağmuru altındadır.
Taksim Meydanında İlk Toplanmalar
Bu arada şehrin değişik semtlerinden toparlanarak KTC, Şoförler Cemiyeti, İşçi Sendikaları ve DP yerel örgütleri tarafından otomobillere bindirilmiş yeni kitleler Taksim’e doğru sloganlar atarak ilerlemektedir. Yavaş yavaş Taksim Meydanı’nda toplanan kalabalık İstiklal Caddesi’ne doğru yürümektedir. Merhum Hakim Amiral Fahri Çoker koleksiyonu içindeki fotoğraflarda bazı şahısların üzeri ‘X’ işareti ile işaretlenmiştir. Bunlar olaylardan sonra kurulan sıkıyönetim mahkemeleri sırasında tutuklanmış ve büyük bir olasılıkla ‘baş tahrikçi’ olarak tanımlanmış kimselerdir.
İstiklal Caddesi’ne giren kalabalık grup liderleri yönetiminde her tarafa çekilecek bir kıvama gelmiştir. Şoförler Cemiyeti, İşçi Sendikaları ve DP yerel örgütlerinin toparladığı kalabalıklar da eli boş gelmemişlerdir. Bazılarının elinde sopalar vardır. Hiddetli kalabalık İstiklal Caddesi’ne girdikten kısa süre sonra liderler daha önceden listesini çıkartmış oldukları özellikle Rum cemaatine ait dükkanların önünde durarak tahrip sürecini başlatmışlardır.
Dükkanların önce kepenkleri yırtılmış ve daha sonra içinde ne varsa kırılıp dökülmüştür. Merhum Hakim Tümamiral Fahri Çoker koleksiyonu içindeki fotoğraflardan birinde Beyoğlu’nda bir birahanenin tahrip edilişi gösterilmiştir. Arkadaki saatin 20.20’yi gösteriyor olması olayların ‘tahrik’ aşamasından ‘tahrip’ aşamasına geçişinin 1,5 veya 2 saatlik bir zamana sıkıştığını göstermektedir.
Taksim’de ilk toplanmalarda, önderlerin ateşleyici nutuklarında, arabaların sürekli Beyoğlu’na adam taşıması sırasında ve yıkım başladığı zaman, emniyet güçleri olayları genellikle seyretmişlerdir. Çoğu kez de tahripçilere sempatik davranmışlardır. Dr. Dilek Güven olayları yaşamış bazı kişilerle sözlü tarih mülakatları yapmıştır. İstanbullu Rum Mihalis Vassiliades’in söyledikleri polisin olaylara yaklaşımını göstermesi bakımından çok ilginçtir:
Beyoğlu’nda evimizin köşesinde bir fırın vardı. Sahibi aslında Arnavuttu ama Ortodoks olduğu için herkes onu Rum zannederdi. Karşımızda da bir karakol vardı. Fırıncı yaptığı çörekleri hiçbir zaman ertesi güne bırakmazdı … Her akşam arta kalanları karakoldaki polislere verirdi … O gece iki kişi fırının camlarını indirince hemen komisere (şikayete) gitti. Komiser ona şöyle cevap verdi: “Hiçbir şey yapamam. Ben bugün polis değil; Türk’üm!”
Toplumsal Şiddetin Kökeni ve Ulusal Sembollerin Kullanımı
6-7 Eylül 1955 Olaylarını yaşayanların, yerli olsun yabancı olsun olayları izlemiş olan kişilerin üzerinde çok durdukları bir meseleyi aydınlatmak gerekiyor. Yüzlerce yıldır Rumlarla yan yana yaşamış olan İstanbullu Müslüman Türk kesim nasıl olup da Rum mallarına karşı bu denli saldırgan bir tavrı sergilemişlerdir?
Daha önceki bölümlerde İstanbul basının Rum cemaatine karşı örgütlediği tahrik ve hedef gösterme kampanyasından bahsetmiştik. 1955 yılı Ağustos ayı boyunca, İstanbul Rumlarının Yunanistan’da Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığa göre çok rahat yaşadıkları konusunda İstanbul basınında yüzlerce haber çıkmıştır. Halk arasında bu propagandanın etkisinin “Rumların Türklerin aleyhine olarak zenginleştikleri” yönünde bir izlenim yarattığını kabul etmek gerekir. O günlerde “medya” bu havanın egemen olması için elinden geleni yapmıştır.
Fakat bu havanın şehirde tam anlamıyla egemen olması bile, tek başına birilerinin vitrinleri sopalarla kırması sonucunu ortaya çıkarmaz. 6 Eylül gecesi saldırganlar vitrinlerin önündeki demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları ile kesip kepenkleri açtıktan sonra, dükkânın içindeki alet ve makineleri dışarı çıkartılarak sokağın ortasında paramparça ediyorlardı. Dolayısıyla 6 Eylül gecesi sergilenen bu toplumsal şiddeti açıklamak gerekiyor.
İşte tam bu noktada 6 Eylül akşamı Taksim Meydanı’nda toplanan tahrikçiler ve onların önderlerine bakmak gerekiyor. Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığının duyulması ile ‘mukaddesata el uzatıldığı’nı düşünen gençler ve bunları yöneten KTC üyeleri Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’un imajının yara aldığını düşünüyorlardı. Hakim Tümamiral Fahri Çoker’den bize kalan fotoğraflara baktığımız zaman tahrik aşamasında Türk bayrağı, Atatürk resimleri ve ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’ sloganlarının birer ulusal sembol olarak kullanıldığını görüyoruz. Ulusal sembollerin ustaca kullanımına son dönemden bir örnek vermek gerekirse, 2002 seçimlere katılan bir siyasi partinin sadece bu sembolleri ve “dağ başını duman almış” marşını kullanarak ciddi oy topladığını biliyoruz.
Ulusal sembollerle çok ustaca oynanmış olmasının kitleleri şiddet ve yıkıma doğru yönlendirdiğini görüyoruz. 6-7 Eylül Olayları’nın arkasında ‘tertip ve plan’ aranacak ise bu sembollerin ustaca kullanımında aranmalıdır. Tek tek şahıslar düzeyinde “Kim yaptı?” sorularının cevabı yoktur. 6-7 Eylül Olayları sırasında bütün bu “mukaddes” sayılan ulusal sembolleri kim bu denli ustaca yönlendirdi sorusunu sormak daha doğru olur.
6-7 Eylül Olayları’na sembollerin kullanımı ve daha sonra kitlelerin harekete geçmesinin sağlanması açısından baktığımız zaman 9 Haziran 1991 tarihli haftalık Tempo dergisinde gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile yaptığı mülakat önem kazanıyor. Özel Harp Dairesinin yakın tarihimizdeki gerçekleştirdiği başarılı işleri anlatan Orgeneral Yirmibeşoğlu ile gazeteci Güllapoğlu arasındaki diyalog şöyle:
Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eger Özel Harp Dairesi olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? Harekât başlamadan önce Özel Harp Dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular.
— Sonra 6-7 Eylül Olayları’nı ele al.
— Pardon Paşam anlamadım. 6-7 Eylül Olayları mı?
— Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı… (Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme degil miydi?
— E, evet Paşam!
Kaynak: Aktar, Ayhan. (2005, Eylül 5-9). “6-7 Eylül 1955: Cumhuriyet Tarihinin En Karanlık Gecesi”. Sabah Ayhan. (2005, Eylül 5-9). “6-7 Eylül 1955: Cumhuriyet Tarihinin En Karanlık Gecesi”. Sabah. -
Birilieri(sözde cumhuriyetin meclisi/bürokrasisi) bu haltı yedi, birilerinin mallarına(gayrimüslimler) çöktü!.Rum' un, Ermeni'nin, Yahudi'nin Tazminatınıda sana bana kakaladı!. Oh ne ne ala sözde "kutsal" devlet tiyatrosu!.. Aynı şekilde Türkiye dışında yaşayan Türk(müslim) nüfuslarına' da zarar verdi. Öyle ya sen onu yağmalarsan o da gider senin insanını yağmalar. Sonra Kıbrıslıyı(Türkü) kurtardık diye üste bir de kahramanlık portresi sergiler. Vay anasını sayın seyirciler. Türk'ün Türkiyeli' den başka düşmanı yoktur. Kim Türkün Türkten başka dostu yoktur sloganını üfürmüşse oturma organından eksik üfürmüştür. Kendi vatandaşının canına Türkiye' li den başka kıymet vermeyen bir yer var mı dünya da? Yok; Depremler bunun en somut kanıtıdır. 100 senedir aynı sözdedevlet basiretsizliği, denetim acizliği, önlem alma sorumsuzluğu(kusursuz sorumluluk ilkesi) yüzünden onbinlerce insan diri diri beton enkazlara gömülüyor. Esefle kınıyorum.