Acı çekmek neden seviliyor?
-
Acıların, dertlerin, kederlerin sevildiğine dair bir tanım yok.
Ancak tanımı olmasa da bizzat yaşamın kendisine yerleş(tiril)miş ve toplumların yaşam biçimi haline getirilmiş.
Acıların sevilmesi her ne kadar kurban adamakla mutlu olacağını düşünen şaman inançlarıyla başlamış olsa da zaman içinde kitaplı dinlerin koşulu olmuş.
Acı çekmek özellikle İslam dininde huzura kavuşmak, acı çekenin cennetle ödüllendirileceği gibi inançla bütünleşmiş.
Bu yüzdendir ki, İslam toplumlarında mutlu olmanın reçetesi acı çekmenin oranıyla belirlenmiş.
Hatta bununla da kalınmamış, kendinden başkalarının acı çekmesi için zorla biat kültürü dayatılmış.
Biat kültürü aynı zamanda fiili bir işgal olan ve tanrının emri diye lanse edilen cihat ile daha büyük acılar yaşatmak üzere birleştirilmiş.
Mutluluğun acıların büyüklüğüyle özdeşleştiği ve yaşam biçimi haline getirildiği halde acıların sevildiğine dair bir tanım yapılmayışı, insan içindeki gerçeklerle çelişkili olduğunu gösterir.
Zira acı çekmeyi mutluluk sayan toplumlara baktığımızda ikilem içinde olduğunu görüyoruz.
Bir yandan acı çekerek tanrıya yakın olmak istiyorlar ama diğer yandan acı çekmeden yaşamak istiyorlar.
Oysa tanrıya yakın olmak için acı çekmek diye herhangi bir kural yok, bu sadece din bezirganlarının uydurmalarından ibaret.
Lakin acı çekerek mutlu olunacağı inancının, ilkelliğe bağlı gelişemeyişin olduğunu da görmekteyiz.
Burada gelişememek gibi bir soru veya sorunla karşılaştığımız için yaşamın kendisiyle örtüşmeyen bir başka soruyla karşılaşıyoruz.
Zira evrim sürecinde yaşanan koşulların düşünceleri sabit tutması mümkün değil.
O halde onbinlerce yıl ötesine ait düşünce biçimi nasıl oluyor da hiç değişmeden günümüze kadar etkinliğini sürdürebiliyor?
Bu soruya açıklık kazandırmak için karşımızda yaşanmış bir Almanya örneği var.
Ülkeler bazında 80 yıl çok kısa bir zamandır. Bugün demokrasiyle ve insan haklarıyla yönetilen Almanya daha dün en büyük insan kıyımını yapıyordu.
80 yıl önceki almanlar bu kıyımı şiddetle desteklerken bugün lanetliyorlar.
Bu kısa süre içinde insanlar yaşamdan ders alarak değişebiliyor.
Çünkü koşulların dayatmasıyla değişime ve hatta zıt yönde değişime örnek olan bu olay aynı zamanda düşüncelerin sabit olamayacağına bir örnektir.
Oysa müslümanlar zaman içerisinde daha büyük acı yaşadılar ve yaşattılar ama değişmediler.
Ne oldu da bunca acı çeken müslümanlar binlerce yıl ötesinde kaldı?
Çünkü acı çekmeyi ilahi bir emir saydıkları için acının acısını cennetten çıkarmayı planlayarak acıyı seven bir toplum haline geldi.
Üstelik başkalarına acı çektirmeyi de bir görev bildikleri için cihat etmeyi hedef haline getirmişlerdir.
Müslümanlar dinlerin uydurma olduğunu anlamadıkları müddetçe başkalarının haklarına asla saygılı olmayacaklardır.
Çünkü değişimin temel koşullarından birisi belki de en önemlisi başkalarının yaşam hakkına müdahale etmemektir.ABD'li, Avrupalı multi milyaderler acı çekmeyi neden sever?
Bu emperyalist ülkelerin hakimleri tüm dünyaya acı çektirirken ne ilginçtir ki, kendileri de acı çekmeyi pek severler.
Aslında emperyalistler sado-mazoşisttir. Onları acımasız ve fırsatçı yapan belki de bu yanlarının güçlü olmasındandır.
ABD'de acı çekme şirketleri var. Müşterileri dünyanın en zenginlerinden oluşur.
Orada acı çekmek için milyon dolar verirler. Aylık, altı aylık, yıllık acı çekme kadar süreleri var.
Müşterinin isteğine göre her türlü işkence ortamları bulunur. Günlerce aç kalma, çırılçıplak kazığa bağlanma, kırbaçlanma gibi aklınıza ne gelirse acı çekmenin binbir türlüsü uygulanır. Anlaşmanın günü bitene kadar acı çekmek zorundadır, oradan ayrılamaz, koşul böyle. Şayet dayanamayıp çok ısrar ederse veya hayati bir sorun olursa aileden veya vekaleten birilerinin onayı gerekir. Aksi halde anlaşmanın gününe kadar talepte bulunduğu bütün acı ve işkenceleri çekmek zorunda.
Peki bu multi milyaderler milyon dolarlar verip de bu acıları neden çeker?
İslamın acı çekme ritüeline benzer ama tamamen farklı bir amacı vardır.
Dünyada olası her ortamda, her koşuldaki yaşama karşı direnme gücünü arttırmak, deneyim kazanmak ve kendine güveni sağlamak için yaparlar.
Aynı zamanda sado-mazoşistler için en ideal spor türü olsa gerek..."Acı çektikçe güçleniriz"
Bu sözü çok duymuşsunuzdur. Her kesimden, her dinden, her idoloji ve düşünceden böyle bir söz çıkar.
Bir yandan güçlenmeyi acı çekmeye bağlarken diğer yandan aslında dayatmalara, saldırılara maruz kalanların sesidir bu.
Nispeten doğrudur, her mutluluğun arkasında acı veya acılar vardır.
Ancak başlık konumuzda da olduğu gibi acıları yaşam biçimi haline getirerek onu sevgili yapmaktır asıl söz konusu.
Acılardan kurtulmak için mücadele etmek yerine acılara sevdalanmak gibidir.
Acılara tutunmak, Acıyı bal eyledik gibi şarkı ve şiirlerin ne kadar çok sevildiği hepimizin malumudur.
Acılı arabesk şarkıların zirve yaptığı, acısız olanların çöpe atıldığı, en acılı filmlerin hasılat rekoru kırdığı doksanlı yılları hatırlarsınız.
Hatta en beğenilen yemeklerin acı olanı makbul sayılıyor, bol acılı çiğ köfte, acılı lahmacun, acılı Adana kebabı çogunluğun baştacı ettiği yiyeceklerdir.
İktidar bile kendine acı katarak, acındırarak iktidar olmuştu.
Nerede bir acı varsa orada vijdanlar ve hassasiyetler bir başka çalışıyor, adeta donuyor.
Oysa değişim, gelişim tek başına acıyla değil, Almanya örneğinde oldugu gibi ondan ders çıkararak oluşur.
Ne var ki, acıyı bal eyleyen toplumların böyle bir şansı yok.
Fas'tan Hindistan'a kadar acıların çocuğu olmakla övünen milletler buna kader diyor.
Lakin gelişmiş ülkeler "Kaderi de biz yazarız" diyor.
Bir tarafta kader yazma hüviyeti kazanlar diğer tarafta acıların oğlanı olmakta ısrar edenler.
Medem acıları bu kadar seviyorlar neden ağlarlar?... -
seven acı çeker müdür