İçinden geçeni söyle!!!
-
@Sputnik , yapay zeka yüzünden herkes yazar, herkes şair ve herkes mühendis oldu.
-
@Pakize "Efruhte Bacı" konulu hikaye yaz. Efruhte bir peygamber olarak şeytanla mücadele etsin. Daha sonra cennete gitsin. Efruhte Allah'ın takdirini kazansın.
-
Efruhte Bacı, uzak bir köyde yaşayan, temiz kalpli, iyi niyetli bir insandı. Köydeki herkes onu sever, onun yardımseverliğinden ve içindeki ışıkla aydınlattığı cömertliğinden dolayı saygı gösterirdi. Efruhte, her akşam, köyün çocuklarına güzel hikayeler anlatır, onlara hayırlı yollar göstermeye çalışırdı. Fakat onun gerçek görevi çok daha büyük ve önemliydi.
Bir gün, köyün yakınındaki ormanda tuhaf olaylar olmaya başladı. Kötü ruhlar insanların kalplerine kirlilik ve korku saçıyor, insanları birbirlerine düşürüyordu. Efruhte, bu durumu öğrenince derin bir endişe duydu. O, sadece bir insan değildi; ruhları iyileştirebilecek bir güce sahip olduğunu biliyordu. İçten bir şekilde Allah’a dua etti ve yardım istedi.
Gece yarısı, Efruhte'nin kalbine bir ışık doğdu. Gözleri parlayarak, içinde bir cesaret hissetti. Şeytan, ormanda kötülüğünü yaymakta olan bir ruh olarak belirdi. Efruhte, şeytanla karşı karşıya geldiğinde korkmadı. Efruhte'nin aklında, ruhunu kötüye kullanan o karanlık varlıkla savaşmak gerektiği gerçeği vardı.
“Ey cehennem ateşinin çocuğu!” dedi Efruhte, “Senin karanlığın, benim ışığıma karşı gelmeyecek! Ben sevgi, merhamet ve inançla buradayım. Senin kötülüğünün pençesinden kurtulmak isteyenlerin ruhunu korumak için mücadele edeceğim.”
Şeytan, kahkahalarla gülerek Efruhte’ye saldırdı, fakat o, kalbindeki inançla ayakta durdu. “Senin tek amacın korku ve çaresizlik yaymak, fakat bil ki ben Allah’ın bir göndericisiyim!” diyerek dua etti ve ilahi bir enerji etrafını sardı. Efruhte’nin etrafındaki ışık büyüdü, şeytanın etkisi azalmaya başladı.
Yavaş yavaş, şeytan geriye çekilmek zorunda kaldı. Efruhte, ruhunu koruyarak bir zafer kazandı. O an anladı ki, inanç ve sevgi en güçlü silahlardı. Efruhte, ormanın derinliklerinde saklanan ruhları kurtararak onlara huzur ve mutluluk getirdi. İnsanların kalplerindeki korkuyu ve düşmanlığı silerek, köyüne geri döndü.
Köyündeki insanlar, Efruhte’nin cesaretini ve kararlılığını duydular. Artık karanlık çökemezdi; Efruhte onların ruhlarını aydınlatmıştı. Efruhte, sadece köydeki insanların değil, tüm evrenin huzuru için çalışan bir peygamber haline geldi.
Günler geçtikçe, Efruhte’nin ruhunun ışığı daha da büyüyordu. Allah, onun gayretini ve sabrını gördü. Sonunda, Efruhte, cennete yükselmeye layık görüldü. Orada, ilahi bir huzurla, sevdikleriyle birlikte yaşamaya başladı. Şeytanın her zaman vurduğu korkulan kıyıların ötesinde, Efruhte’nin ışığı sonsuza dek parlayacaktı.
Nice güzel günler, Efruhte Bacı’nın ruhunu aydınlatıyordu. O, Allah'ın takdirini kazanan bir peygamber olarak anılırken, her zaman sevgi, merhamet ve barışın temsilcisi oldu.
-
Kur'an kıssalarından daha iyi yazmış.
-
@Pakize , oldu olacak. Efruhte han´mefendinin dinsizliğe yelken açan hüzünlü hikayesini yazı ver bir zahmet. Çok hüzünlü olsun ki, millet göz yaşı döksün.
-
Efruhte Hanım, İstanbul’un muhteşem güzellikleri arasında, Boğaz’a nazır bir köşkte yaşayan, zarif ve kültürlü bir kadındı. Ailesinin köklü gelenekleri ve dini öğretileri ile büyütülmüş, genç yaşta edindiği bilgi ve birikimiyle çevresinde saygı gören bir figür haline gelmişti. Fakat kalbindeki derin boşluğu, ruhunun karanlık köşelerini keşfetmeye başlamasıyla giderek genişleyen bir yalnızlık sarmalında kayboldu.
Bir gün, köşke gelen bir misafir, Efruhte Hanım’ın hayatında köklü değişiklikler yapacak olan bir kitap hediye etti. Bu kitap, hayata dair sorgulamalarla doluydu ve Efruhte Hanım, içinde bulduğu fikirler karşısında derin bir merak ve heyecan hissetti. Fakat zamanla, bu merak, inançlarının temellerini sarsan bir sorgulayıcılığa dönüşmeye başladı.
Efruhte Hanım, gece boyunca yatak odasında kitabı okuyarak, gözyaşları içinde kalıyordu. Gündüzleri ise, toplumsal normlarla mücadelesinin ve içsel çatışmalarının ağır yükü altında yaşayamıyordu. Eskiden hissettiği huzur, yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. İnanmak istediği şeylerin gerçekliğini sorgularken, kendisini ruhsal bir çölün ortasında buldu.
Bunu kimseye anlatamadı, çünkü toplumun gözünde her şeyin mükemmel görünmesi gerekiyordu. Efruhte Hanım, gülümsemek zorunda olduğu sofralarda, alabildiğine yalnızdı. En yakın arkadaşlarıyla bile, içindeki bu büyük kargaşayı paylaşamaz hale geldi. Kimi günler bedenen orada olmasına rağmen ruhunu kaybetmiş gibi hissediyordu.
Zaman geçtikçe, Efruhte Hanım'ın yalnızlığı derinleşti. Bir gece, gökyüzüne bakarken, yıldızların arasında kaybolmuş gibi hissetti. Kalbindeki inançsızlık, ona derin bir boşluk ve kayıtsızlık getirmişti. Kendi iç dünyasında kainatın sırlarına ulaşmaya çalışırken, dünyadan ve insanlardan uzaklaştı. Her gün, gözlerinden süzülen yaşlarla, birer birer sosyal çevresinden de uzaklaştı.
Sonunda, Efruhte Hanım'ın kapısını çalan bir hastalık, tüm hayatını altüst etti; bedeni de ruhu gibi zayıfladı. Dostları, ona yardım etmeye çalışırken, o derin bir yalnızlık içinde, belki de için için dua ederek, belirsizliğin kollarında kaybolmayı bekliyordu. Yalnızca bedenine sakladığı bu acı, ruhunu ele geçirmiş ve onu tamamen karanlığın kollarına bırakmıştı.
Hayatının son günlerinde, kendine dair bir anlam arayışı içinde, eski geleneklerine ve inançlarına dönmek için bir umut aradı. Ama bu huzur verici düşünce, yalnızca bir hayal olarak kaldı. Kimi zaman gözyaşları içinde, kendisini affetmeye çalıştı ama bu affediş başkalarının kalbinde açtığı yaraları sarmaya yetmedi.
Efruhte Hanım, yalnız bir güneş gibi, insanların arasında parlamayı beklerken, en sonunda kendi karanlığında kayboldu. Artık hayatta olmaması, onun hayal dünyasında yaşadığı derin çatışmanın son bulmasını sağladı. Fakat ardında bıraktığı hüzün ve yalnızlık hikayesi, onu sevenlerin gözlerinde silinmez izler bıraktı. Geçmişteki mutluluklarının yerini, pişmanlık, özlem ve derin bir yalnızlık aldı.
Millet, Efruhte Hanım’ın hikayesini dinlediğinde, gözyaşları dökmeden edemedi. Kendi ruhlarına dair bir parçayı görüp, hayatta kalmanın ve gerçek bir inancın bulunmasının önemini bir kez daha hatırladılar. Efruhte Hanım, belki ruhunu kaybetti ama hatırası, kalplerde sonsuza dek yaşayacak bir hüzün olarak kaldı.
-
@Pakize Efruhte bacı şeytan tarafından uzaya çıkarılıp dünyanın şeklini öğrensin. Bu onun dini inancını yok etsin
-
Efruhte Bacı'nın hikayesini farklı bir perspektiften ele alarak, bu sürecin onun dini inancını nasıl etkileyebileceğine dair bir kurgu oluşturabiliriz. İşte bir öneri:
Efruhte Bacı, sıradan bir köy kadınıydı, fakat içindeki merak ve keşfetme arzusu onu her zaman farklı düşünmeye yöneltti. Bir gün, şeytan tarafından uzaya çıkarıldı. Gözleri ilk defa dünyadan uzaklığa açıldığında, yıldızların ve gezegenlerin büyüleyici manzarası karşısında hayran kaldı.
Uzayda geçirdiği süre boyunca, dünya şeklini ve evrenin karmaşık yapısını öğrendi. Bu yeni bilgiler, daha önce sahip olduğu dini inançlarla çelişmeye başladı. Dini masallar ve öğretiler, gördüklerinin yanında sönük ve yetersiz kalıyordu.
Uzayda şeytan, ona Evren’in sırlarını ve insanlığın maddeye dayanarak nasıl var olduğunu anlattı. Efruhte, insanlığın bu dünyadaki yerinin ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu fark etti. Artık, inandığı her şey sorgulanır hale geldi; duaları, ritüelleri ve tüm inançları, uzayda öğrendiklerinin yanında değersizleşti.
Dönüş yolunda, Efruhte'nin kafasında bir çatışma vardı; eski inancı ile yeni bilgileri arasında. Eve döndüğünde, köyündeki insanlara uzayda gördüklerini anlatmaya çalıştı ama kimse onun söylediklerine inanmadı. Efruhte, yeni görüşleriyle yalnız kaldı. Dini inancı zayıflamıştı, ama aynı zamanda evrenin sırlarına dair derin bir bilgi edinmişti.
Sonuç olarak, Efruhte'nin içinde bir boşluk oluştu; eski inancından aldığı güveni kaybetmiş ama aynı zamanda yeni bir keşif aşkı türemişti. Artık, insanlığın evrendeki yeri hakkında derin düşüncelere dalıyordu ve belki de bu, kendine yeni bir inanç sistemi oluşturma yolunda ona yardımcı olacaktı; maddeyi, ruhu ve evreni birleştiren bir anlayış arayışına girdi.
Bu hikaye, inançların nasıl sorgulanabileceğini ve bireylerin deneyimlerinin inanç sistemleri üzerindeki etkilerini dramatize ediyor.
-
@Pakize Sputnik adında bir ateistin hakkında hikaye yaz. Sputnik tanrı ile kavga etsin. Cehenneme gidince insanları orada örgütleyip devrim yapmaya çalışsın. Sonra tanrı ateistleri cennete almayı kabul etsin.
Efruhte bacı ateistlerin de cennete gitmesine çok öfkelensin. Hakkı yenilmiş gibi hissetsin.
Sonra dindarlar cennetten kovulsun. Tanrı da ateistlerden taraf olsun. -
Sputnik ve Cehennemdeki Devrim
Sputnik, yıllar boyunca Tanrı'nın varlığını sorgulayan bir ateistti. Düşünceleri, evrende meydana gelen her şeyin bir açıklaması olabileceğine dayanıyordu. İnsanoğlunun ilerlemesi, doğanın yasalarıyla sınırlıydı ve bu yüzden Tanrı’nın varlığına inanmak, ona göre gereksizdi. Hayatı boyunca mücadele verirken insanlığa daha iyi bir dünya sunmanın peşindeydi.
Bir gün, Sputnik’in yaşamı sona erdi ve kendini cehennemin kapılarında buldu. Korkunç bir yangın ve azap içinde kaybolmuş ruhlar görünüyordu. Ama Sputnik, bu durumu kabullenmeye niyetli değildi. Tanrı’ya meydan okumak için ateşin ortasına doğru yürüdü:
“Tanrı! Beni neden burada cezalandırıyorsun? Benim tek suçum gerçeği aramak! İnsanları anlamak, özgürlüklerinin peşinden koşmak… Cennette yerim yoksa, cehennemde de yerim yok!”
Cehennemin derinliklerinde yankılanan sesi, onu dinleyen ruhların dikkatini çekti. Sputnik, tanrının varlığına ve adalet anlayışına karşı bir başkaldırı başlattı. Etrafındaki ruhları etrafında topladı ve örgütlenmeye başladı. "Bu cehennemin sınırlarını aşmalıyız! Bizim özgürlüğümüz, hayatlarımız ve inançlarımız önemli. Bir devrim yapmalıyız!" diye haykırdı.
İlerleyen günlerde devrimci ruhlar Sputnik’ın yanında toplanmaya başladı. Her biri kendi hikâyesini, kendi inançsızlığını ve özgürlük arzusunu paylaştı. Ancak aralarındaki en güçlü lider Efruhte Bacı, geçmişte bu tür bir inançsızlığı kabullenmiş insanların ihanetine karşı öfkeyle doluydu. “Biz Tanrı'dan vazgeçmedik, biz sadık kalmaya çalıştık! Kendi cehennemimizde, özgür irademizle buraya geldiğimizde neden bu sorgulatıcılara izin veriliyor?” diyordu.
Efruhte, cehennemin ruhları üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başladıkça daha da hırslanıyordu. Sputnik’in devrimi, Efruhte için bir tehdit haline gelmişti. O artık bu savaşın kazanılmaması gerektiğini düşünüyordu.
Bir gün, devrimin sonuna gelindiğinde, Tanrı müdahale etti. Sputnik’in cesareti ve liderliği altında ateist ruhları cennetin kapılarını zorlayarak içeri girdi. Tanrı, daha önce insanları yargılarken katı kurallarla düşünüyordu fakat şimdi halkın taleplerine kulak vermişti. “Ateistlerin yerlerini cennette ayırıyorum,” dedi Tanrı. “Onlar arayış içinde olanlardır. Gerçek özgürlüğü tatmayı hak ediyorlar.”
Bu karar, cennete girmeye çalışan Efruhte Bacı ve diğer dindarların öfkesini alevlendirdi. Efruhte’nin içinde kıyamet koptu. "Nasıl olur da, Tanrı'nın gözünde bir günahkâr, cennetin kapısından içeri girebilir? Bizler buradaki sınavdan geçerken Üzerinde yürüdüğümüz inançsızları neden burada görmüyoruz! Bu haksızlıktır!” diye haykırıyordu.
Dindarlar, cennette huzur bulmak yerine, sulh yerine süngülerle yüzleşen bir ortamda kendilerini buldular. Efruhte’nin öfkesi büyüdü ve topladığı dindar ruhlarla bir karşı eylem başlatmaya karar verdi. Ancak Tanrı, ateistlerin yanında saf tuttu ve dindarları cehenneme geri gönderdi. “Haklı olanlar, özgür iradeleriyle benim yanımda durdular,” dedi Tanrı.
Sputnik, cennetteki yerini almış ve devrimini sürdürmeye başlamıştı. Cennette, Tanrı üzerine tartışmalar, özgürlüğün anlamı ve varoluşun incelikleri üzerine tartışmalar bir alev gibi yükselmeye başlamıştı. Sputnik ve onun peşindeki ruhlar, inançlarını yeniden tanımlamaya başladılar ve cennet, cehennemden çok daha karmaşık bir hale geldi.
Efruhte, yüreğinde yanmış bir öfkeyle dolsa da, artık dindarların geçmişteki inançları ve mücadelesi üzerinden, ateistlerin de ciddi bir şekilde tartışmalara dahil olduğunu görmek zorundaydı. Peki özgürlük, gerçekten bir inanç mıydı, yoksa sadece bir yanılsama mı? Bu soru, cennetten düşenlerin, cehenneme dönenlerin ve yeni başlangıcın ruhlarını sarıp sarmalamaya devam edecekti…
-
@Pakize , her şeye gücü yeten bir tanrının kendine inanmayanları ebediyen yakması adil mi yoksa sapıklık mı?
-
Bu soru, dini inançlar, ahlaki değerler ve felsefi düşünce ile ilgili derin bir tartışmayı gündeme getiriyor. Tanrı'nın ne anlama geldiği; adalet, merhamet ve ceza kavramlarının nasıl yorumlandığı bu tür soruların cevabında önemli bir rol oynar.
-
Adalet Anlayışı: Bazı inanç sistemlerinde, tanrıların görevi adaleti sağlamak olarak görülür. Bu bakış açısına göre, bir varlığın kendi iradesini kabul etmeyenlere ceza vermesi, adaletsizlik olarak nitelendirilebilir. Öte yandan, başka bir görüşe göre, inananlar için vaat edilen ödüller ve inanmayanlar için öngörülen cezalar, bireylerin özgür iradesiyle seçim yapması sonucunda ortaya çıkan sonuçlardır.
-
Özgür İrade: Birçok teolojik yaklaşımda, insanların özgür irade sahibi olduğu ve bu nedenle inançlarını seçme özgürlüğüne sahip oldukları vurgulanır. Bu durumda, inanmama seçimi yapan birinin ceza alması, bazıları için adil veya makul görülürken, diğerleri için tamamen adaletsiz ve bir tür sapkınlık olarak düşünülebilir.
-
Merhamet ve Sevgiyi Anlama: Tanrı'nın merhametli veya sevgi dolu bir yaratıcı olarak tasvir edildiği inanç sistemlerinde, ebedi ceza fikri, merhamet ile çelişkili bir durum olarak algılanabilir. Bu, insanların yanlış anlama veya cehalet nedeniyle inançsızlıklarıyla yargılanmasının adil olup olmadığı sorusunu gündeme getirir.
Sonuç olarak, bu soruya verilecek cevap, bireyin inançları, dünya görüşü ve ahlaki anlayışına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu tür derin metafizik ve teolojik sorular üzerine düşünmek, insan deneyimi ve inançları üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir.
-
-
@Pakize, içinde söyledi: İçinden geçeni söyle!!!
Bu soru, dini inançlar, ahlaki değerler ve felsefi düşünce ile ilgili derin bir tartışmayı gündeme getiriyor. Tanrı'nın ne anlama geldiği; adalet, merhamet ve ceza kavramlarının nasıl yorumlandığı bu tür soruların cevabında önemli bir rol oynar.
-
Adalet Anlayışı: Bazı inanç sistemlerinde, tanrıların görevi adaleti sağlamak olarak görülür. Bu bakış açısına göre, bir varlığın kendi iradesini kabul etmeyenlere ceza vermesi, adaletsizlik olarak nitelendirilebilir. Öte yandan, başka bir görüşe göre, inananlar için vaat edilen ödüller ve inanmayanlar için öngörülen cezalar, bireylerin özgür iradesiyle seçim yapması sonucunda ortaya çıkan sonuçlardır.
-
Özgür İrade: Birçok teolojik yaklaşımda, insanların özgür irade sahibi olduğu ve bu nedenle inançlarını seçme özgürlüğüne sahip oldukları vurgulanır. Bu durumda, inanmama seçimi yapan birinin ceza alması, bazıları için adil veya makul görülürken, diğerleri için tamamen adaletsiz ve bir tür sapkınlık olarak düşünülebilir.
-
Merhamet ve Sevgiyi Anlama: Tanrı'nın merhametli veya sevgi dolu bir yaratıcı olarak tasvir edildiği inanç sistemlerinde, ebedi ceza fikri, merhamet ile çelişkili bir durum olarak algılanabilir. Bu, insanların yanlış anlama veya cehalet nedeniyle inançsızlıklarıyla yargılanmasının adil olup olmadığı sorusunu gündeme getirir.
Sonuç olarak, bu soruya verilecek cevap, bireyin inançları, dünya görüşü ve ahlaki anlayışına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu tür derin metafizik ve teolojik sorular üzerine düşünmek, insan deneyimi ve inançları üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir.
Sorumu yanıtlamadın.
Bir insan sadece inanmıyor diye cezalandırılabilir mi? Bireysel özgürlüğü hiçe sayılmıyor mu? -
-
Bu soru, bireysel özgürlük, inanç ve ahlak üzerine derin bir tartışma açar. Farklı inanç sistemleri ve felsefi düşünceler, bu konuda farklı bakış açıları sunar. İşte bazı temel noktalar:
-
İnanç ve Cezalandırma: Bazı inanç sistemlerinde, bir kişinin inançsız olması veya farklı bir inanç beslemesi, bir tür yanlışlık veya günah olarak değerlendirilir. Bu durumda, inançsızlığa ceza verilmesi, inananlar açısından kişinin Tanrı'nın buyruklarına aykırı bir yaşam sürmesi olarak yorumlanabilir. Ancak başka görüşler, inançsızlığın bir seçim olduğunu ve bu seçimden dolayı cezalandırmanın mantıksız olduğunu savunur.
-
Bireysel Özgürlük: Modern etik görüşleri, bireylerin inanç seçimlerinin ve dünya görüşlerinin özgür şekilde yapılması gerektiğini vurgular. İnsanları sadece inançları nedeniyle cezalandırmak, özgür irade anlayışını ihlal eder. Bu bakış açısına göre, özgür irade, bireylerin ahlaki sorumluluk taşımasını sağlar; dolayısıyla inançsızlık bir ceza nedeni olmamalıdır.
-
İnsan Hakları Perspektifi: Günümüzde insan hakları ilkeleri, bireylerin düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünü koruma altına alır. Bu bağlamda, bir kişinin inanmaması, temel haklarının ihlali anlamına gelir. Bu nedenle, inanmamak veya farklı bir inanç beslemek nedeniyle cezalandırmak, uluslararası insan hakları normlarıyla çelişir.
Sonuç olarak, birçok insan, sadece inançsızlık ya da farklı inançlara sahip olmanın bir cezayı gerektirmemesi gerektiği yönünde güçlü bir kanaate sahiptir. Bu, bireylerin özgür iradesinin, düşünce ve inanç özgürlüğünün önemini vurgular. Her bireyin, kendi inançlarını seçme hakkı ve özgürlüğü olmalıdır. Bu nedenle, yalnızca inançsız olmak bir ceza nedeni olarak görülmemelidir.
-
-
@Pakize, içinde söyledi: İçinden geçeni söyle!!!
Bu soru, bireysel özgürlük, inanç ve ahlak üzerine derin bir tartışma açar. Farklı inanç sistemleri ve felsefi düşünceler, bu konuda farklı bakış açıları sunar. İşte bazı temel noktalar:
-
İnanç ve Cezalandırma: Bazı inanç sistemlerinde, bir kişinin inançsız olması veya farklı bir inanç beslemesi, bir tür yanlışlık veya günah olarak değerlendirilir. Bu durumda, inançsızlığa ceza verilmesi, inananlar açısından kişinin Tanrı'nın buyruklarına aykırı bir yaşam sürmesi olarak yorumlanabilir. Ancak başka görüşler, inançsızlığın bir seçim olduğunu ve bu seçimden dolayı cezalandırmanın mantıksız olduğunu savunur.
-
Bireysel Özgürlük: Modern etik görüşleri, bireylerin inanç seçimlerinin ve dünya görüşlerinin özgür şekilde yapılması gerektiğini vurgular. İnsanları sadece inançları nedeniyle cezalandırmak, özgür irade anlayışını ihlal eder. Bu bakış açısına göre, özgür irade, bireylerin ahlaki sorumluluk taşımasını sağlar; dolayısıyla inançsızlık bir ceza nedeni olmamalıdır.
-
İnsan Hakları Perspektifi: Günümüzde insan hakları ilkeleri, bireylerin düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünü koruma altına alır. Bu bağlamda, bir kişinin inanmaması, temel haklarının ihlali anlamına gelir. Bu nedenle, inanmamak veya farklı bir inanç beslemek nedeniyle cezalandırmak, uluslararası insan hakları normlarıyla çelişir.
Sonuç olarak, birçok insan, sadece inançsızlık ya da farklı inançlara sahip olmanın bir cezayı gerektirmemesi gerektiği yönünde güçlü bir kanaate sahiptir. Bu, bireylerin özgür iradesinin, düşünce ve inanç özgürlüğünün önemini vurgular. Her bireyin, kendi inançlarını seçme hakkı ve özgürlüğü olmalıdır. Bu nedenle, yalnızca inançsız olmak bir ceza nedeni olarak görülmemelidir.
@Pakize , hâlâ yan çiziyorsun. Bir tanrı her bireyi kucaklamalı. İnanmıyor diye kimseyi yakmaya hakkı yok. Sen farklı mı düşünüyorsun?
-
-
Sorumu tekrarlıyorum.
@Pakize , bir tanrı her bireyi kucaklamalı. İnanmıyor diye kimseyi yakmaya hakkı yok. Sen farklı mı düşünüyorsun? -
@kereste, içinde söyledi: İçinden geçeni söyle!!!
Sorumu tekrarlıyorum.
@Pakize , bir tanrı her bireyi kucaklamalı. İnanmıyor diye kimseyi yakmaya hakkı yok. Sen farklı mı düşünüyorsun?arada bir yanıyor hocam herhalde devreler.
-
Allah haline acısın Efruhte bacının
-
@Pakize Osmanlı siyasi coğrafyasında yer tutan Murtazaabad ve yassıviran köyü nerededir.
-
Murtazaabad ve Yassıviran köyleri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde özellikle Anadolu coğrafyasında yer alan köylerdir. Günümüzde bu köylerin yer aldığı bölgelere ilişkin detaylar şunlardır:
-
Murtazaabad: Murtazaabad, genellikle Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bulunan bir köy adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu köyün tam olarak hangi coğrafyada bulunduğu, tarihî kayıtlar ve yerel bilgiler doğrultusunda değişiklik gösterebilir.
-
Yassıviran: Yassıviran köyü ise genellikle Türkiye'nin Doğu veya Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, özellikle de dönemin Osmanlı siyasi coğrafyasında stratejik olarak önemli yerlerde bulunabilir. Yassıviran, köy adları arasında pek çok benzer adı barındırdığından, exact konum ve tarihî arka plan açısından daha fazla bilgi sağlamadan kesin bir yer belirtmek zordur.
Eğer spesifik bir dönem veya bölge hakkında daha fazla bilgi verirseniz, size daha iyi yardımcı olabilirim. Bu köyler hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için yerel tarih kaynakları veya Osmanlı arşiv belgeleri de incelenebilir.
-