Yeni Dönemin Paradoksu '' Özünde İyi Bir İnsan ''
-
Çağımızın belki de en karmaşık ve anlaşılması güç paradokslarından biri, insan karakterlerinin ve niyetlerinin bu denli belirsizlik içinde olduğu bir dönemde yaşamamız olabilir. İnsan olarak zaten hayatta kalmaya çabaladığımız bu dönemde bir de takip etmemiz gereken önemli bir sorunsal var; karşımızdakine ne kadar güvenebiliriz?
Sosyal medya ve dijital dünyanın baş döndürücü hızı, gerçek niyetlerin gizlenmesine ve manipülasyonun bir sanat haline gelmesine olanak tanıyor. Bugün tamamen farklı niyeti olan ya da yaşam tarzı bambaşka olan bireylerin sosyal sorumluluk projeleri ve hayırseverlik kisvesi altında kendilerini “erdemli” olarak pazarlamaları, toplumsal dokuda ciddi bir kafa karışıklığına ve güvensizlik ortamına neden oluyor. Oscar Wilde bunu zamanında özetlemiş ve konuyu kapatmış aslında; “İnsanın gerçek karakteri, başkalarının onun hakkında söylediklerinde değil, kendi iç sesinde saklıdır.” Dolayısıyla insanların iç sesini duyamadığımız için sadece eylemleri, hatta pazarlamasını yaptığı eylemleri üzerinden bu yargılara vardığımız, onları eleştirdiğimiz ya da onları sevdiğimiz bir dönemdeyiz hepimize hayırlı olsun.
Sosyal Medyanın Gücü ve Manipülasyon
Sosyal medya, bireylerin kimliklerini ve eylemlerini geniş kitlelere tanıtma noktasında benzersiz bir mecra haline gelmiş durumda. Bu platformlar, bireyin sosyal statüsünü, itibarını ve imajını yönlendirme gücüne sahip olup, kötü niyetli bireyler tarafından manipülatif amaçlar doğrultusunda suistimal edildiği aşikar. Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı eserinde belirttiği gibi, “Gerçeklerin var olmasına izin verilir, ama onların rahatsız edici etkilerinin önlenmesi için sürekli manipüle edilirler.” Eylemleri ile tamamen zıt olmasına rağmen sokak hayvanlarına yaptığı bağışı ön plana çıkaran birisi gözümüzde kıymetli bir hayvan sever olarak yer alabiliyor. Ya da plajda çöp topladığı videoyu Instagram hesabı üzerinden yayınlayan birisi en büyük çevrecilerden biri olabiliyor. Toplumun duymaktan keyif aldığı ya da rahatsız olduğu ve söylenmesini istediği şeyleri dile getiren, kitap yazan, tweet atan kişi de aynı şekilde bir anda sahip olduğu karakter ve oluşturduğu karakter arsındaki mesafeyi birebir tezat hale getirebiliyor. Toplumun kahraman arama ihtiyacı devam ettikçe bu tip pazarlama yöntemleri ne yazık ki yaşamaya ve destek görmeye devam edecek ve Dostoyevski bir kez daha haklı çıkacak: “İnsanların iki tür ahlakı vardır: Biri konuştukları, diğeri ise yaşadıkları.”
Peki Bu Paradoks Markalara Nasıl Yansıyor?
Dijital medya yatırımları %75’lere ulaşmış durumda. Bu da yaklaşık yılda yaklaşık 105 milyar TL’nin insana en hızlı ulaşan kanallara ayrılması demek. Bunun dışında internet kullanım oranının %90’lara yakınsadığı bir ülkede yaşıyoruz. Biz 105 milyar TL’yi markalarımızı ön plana çıkarmak adına dijital dünyadan harcarken, bununla kesişmeyen eylemlerin, söylediklerimiz ile yaptıklarımızın farklılıklarının da internet penetrasyonu sayesinde anında son kullanıcıya ulaştığı bir dönemdeyiz. Markanızın müşteri deneyimine verdiği önemi, müşterilerinizi merkeze koyduğunuzu ve tüm dünyayı onların mutluluğu için inşa ettiğinizi anlattığınız reklamlar yapabilirsiniz ama günün sonunda gitmeyen kargonuz, mağazada müşterinin beklentisini yönetemeyen çalışanınız ya da çağrı merkezinden yapılan yanlış bir inisiyatifin kurbanı olabilirsiniz. Yaptığınız iyi iş bire iki oranı ile yayılırken, yaşattığınız bir eylem tutarsızlığı bire sekiz gibi bir oran ve hızla müşteriye ulaşmaktadır.
Teyitli / Teyitsiz Yargılama Dönemi
Markanızın aleyhine atılan bir tweet’i ya da videoyu repost etmek için saniye düşünmeyecek birçok insan var. Çünkü insanlar birinin mağdur oluşuna tepki göstermek isterler. O duyguyu satın alırlar ve gereken çözüm ya da ceza için hızlıca eyleme geçerler. Bunu yapmak eskiden çok daha zorken şu an ortalama bir internet kullanıcısının birkaç saniyesini alan bir eylem haline gelmiştir. Kolay olan çabuk tüketileceği için bunun teyit edilmesiyle uğraşmak kimsenin işine gelmez ve şirketlerin pazarlama yöneticileri ya da CEO’ları kendilerine şu soruyu sorarlar; Ne ara tt / viral olduk biz?
Önce Bir Derin Nefes
Markamızla ters düşen bir şeyler yaşandığında ve bunun müşterileriniz tarafından paylaşılmasına maruz kaldığımızda elimiz ayağımıza dolaşabilir. İşte orada derin bir nefes ve yol haritamızı belirlemek önemli.
Bu işin ilk ve en önemli kuralı samimiyet. Evet herkes para kazanmak için şirketler kurar ve şirketlerin var olmasının sebebi karlı olmaktır ama ön plana bunu koymak, sadece finansallara bakarak müşteri deneyim dünyası inşa etmek orta ve uzun vadede her zaman kaybettirmiştir. Simon Sinek’in “Start with Why” adlı kitabında belirttiği gibi, “İnsanlar ne yaptığınızı değil, neden yaptığınızı satın alır.” Bu nedenle, markaların değerlerini ve amaçlarını net bir şekilde belirlemeleri ve bu doğrultuda hareket etmeleri hayati önem taşır. Bunu yaparken de şirketlerin gerçek dünyadaki başarıları ettikleri kar ya da hisse senetleri üzerinden ölçülse de bilginin bu kadar hızlı paylaşılarak tüketildiği markaların başarısı dünyaya, topluma ve çevreye sağladığı katkılarla ölçülecektir. Neleri savundukları, nelerin arkasında durdukları, neler için konuştukları, neler için sustukları markaların toleranslarını belirler. Bu toleranslar yaşanılan krizlerde markanın ayakta ne kadar durabileceğinin de anahtarıdır.
Hem markaların hem de insanların kendine sorması gereken asıl soru şu;
Hepimizin tepesinde bizi 7/24 kaydeden bir kamera olsaydı normal bir günde yaptıklarımızın yüzde kaçını yapmaktan vazgeçerdik?
Ilker Gunes