İngiliz Ampirisizmi ve Aydınlanması
-
On yedinci yüzyılın son çeyreği, Batı felsefesinde Aydınlanmanın başladığı dönem olarak bilinir. Aydınlanmanın kurucu babaları ise Isaac Newton ve John Locke’tur. Newton, çağının büyük bilimsel dehalarının en sonuncusuydu ve onun 1687 yılında yayınlanan Philosophiae Naturalis Principia Mathematica [Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri] adlı eseri, Kopernik ve Galileo ile başlayan büyük bilim hareketinin, matematiğin doğaya uygulanmasına dayanan büyük fiziki sentezin doruk noktasını oluşturdu. 18. yüzyıl Fransız Aydınlanması’na bir bütün olarak damgasını vuran temel düşünce olarak aklın otoritesi ve otonomisi düşüncesi, aslında biraz da Newton’un çalışma ve eserlerinin bir sonucuydu. Kopernik’ten başlayarak, hepsi de birer bilimadamı ve metodolojisti olan Kepler, Galileo, Bacon ve Descartes gibi adamlar, doğayı gizlerini açığa vurması için ikna etmeye
çalışan kimseler gibi davrandılar. İşte Newton’un geniş kapsamlı mekanik sistemi adeta, doğanın en nihayetinde ikna olmuş olduğunu kanıtlayan kesin bir belge olarak ortaya çıktı. Locke’tan itibaren, Kant da dahil olmak üzere, 18. yüzyılın bütün büyük filozoflarının yaşadığı büyük coşku, doğal dünyanın, esas Newton tarafından gerçekleştirilen entelektüel fethinin bir eseri ya da ifadesi olmak durumundaydı.Bu koşullar altında, Ada Avrupası’nda yaşayan ampiristlere, modern bilim hareketini başarıya ulaştırmış olan bilimsel yöntemin ampirik boyutunu vurgulama klasik görevi bir tarafa bırakılacak olursa, iki temel görev kaldı. Bunlardan birincisi, böyle büyük bir başarı elde etmiş olan aklın genetik kökenini veya ana kaynaklarını gözler önüne sermek, ikincisi ise onun uygulama veya araştırma alanını doğa veya dış dünyadan insana çevirmekti. Birincisini büyük ölçüde Essay Concerning Human Understanding [İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Soruşturma] adlı eseriyle İngiliz Aydınlanması’nın kurucu filozofu John Locke, ikincisini ise Treatise of Human Nature [İnsan Doğası Üzerine Deneme] adlı eseriyle İskoç Aydınlanması’nın kurucu filozofu David Hume yerine getirdi. Locke ve Hume’un başarıyla yerine getirdiği bu iki görev, Rönesans ertesinde başlayan felsefenin doğrultusunda ve sürekliliği olan bir büyük projenin genel çerçevesi içinde, önemli bir değişimi yansıtmaktaydı.