Yaşamın anlamı küçük ayrıntılardadır
-
Küçük ayrıntılar genelde önemsiz görülür, es geçilir.
Onun yaşamı anlamlı veya anlamsız yapma özelliği arada kaybolur.
Oysa kaybolan bizzat yaşamın kendisiyken hiç sorgulanmaz.
Hatta sorgulamak bir kenara, küçük ayrıntılar genelde tehlikeli sayılır.
Zaten küçük ayrıntıları küçük yapan da onu gaile almamak, ötelemek, tehlikeden saymak değil mi?
Örneğin, en zor şey nedir derseniz, bana göre ekmek kazanmaktan bile daha zor olan şey bu ülkede soru sormaktır.
Soru sormaya öyle bir kısıtlama getirmişler ki, neyi sormaya kalksan karşında ahlakın, dinlerin, devletlerin, ideolojilerin hatta bireylerin kendi koydukları psikolojik engelleriyle karşılaşıyorsun.
Şu soruyu sorsam acaba başıma ne gelir korkusu yaşamın bir parçası haline getirilmiş.
Soru sormanın bu derece kısıtlanmış olmasının arkasında elbette herşeyde olduğu gibi maddi-manevi çıkar, gizlenen açıklar, art niyetler veya zaaflar yatmaktadır.
Soru sormaktan uzaklaştırılan bir toplum haliyle sorgulamaktan aciz hale gelir ve sorgulama karakterini yitirerek, neyi soracağının erdemini de kaybeder.
Örneğin, neden yoksul kaldığını, ekonomiyi, üretimi soracağına "Hocam sakız çiğnersem orucum bozulur mu?" gibi sorularla avunur.Bizim ülkemiz tam da bunu yaşıyor, küçük ayrıntılar genelde sakıncalı görülerek, soru sormak bile birilerinin uyarladığı yasalarıyla irade dışında yürümektedir.
Küçükken sorularıma aldığım tek cevap vardı "Bilmediğin soruyu sorma(?)".
Bilmediğin soruyu sormama mantığı topluma ne derece işlemiş ki, hiç kimse "bilmediğin soruyu sormayacaksın da neyi soracaksın" dememiş.
Yine küçükken bir hocaya "Deprem nasıl oluyor?" sorusunu yöneltmiş, aldığım cevap aynen şu olmuştu: "Dünya ineğin boynuzlarında, inek başını salladıkça deprem oluyor".
O yaştayken bile bana saçma gelen bu cevaba koskoca adamın inanmış olmasına akıl erdirememiştim.
Oysa bunun gibi bilgiye ve bilime dayanmayan cevapların kaynağı herşeye inanan, soru sormaktan kaçınan yapının kendisidir.
Çünkü küçük ayrıntıların yaşamı anlamlı veya anlamsız yaptığı, yönümüzü tayin ettiği gerçeğini anlamak ve soru sormanın herşeyden önce insani bir erdem olduğunu kavramak biraz da karaktere bağlıdır.
Soru sormanın sakıncalı olduğunu zaneden veya kendi karakteriyle örtüştüren insanların çoğunluk olduğu yerde asla gelişim olmaz.
Bu dünyada bütün geri kalmışlıklar ancak soru soran ve küçük ayrıntıların önemini anlayan toplumlar sayesinde yok olması mümkündür. Aksi halde "Seks yaparsam orucum bozulur mu hocam?" gibi sınırlı sorular açlıktan nefesi kokan toplumlarla özdeş hale gelir. -
aslında değindiğin konu soru sormayan, doğal olarak sorgulamayan ve her paradigmaya inanması istenen bir ekonomik-politik-siz-l-eştirilmiş insan mühendisliklerdir söz konusu edilen; bunu anladım yazında...filozoflar çok öncelerden demişler ki; hiç bir şey yoktan var, vardan da yok olmaz diye...doğru bir tespit...her zenginlik bir yoksullaşmanın, her temizlik bir kirlenmenin karşılığında oluşur..."artı değeri " yaratan emeğin kendine yabancılaşması ile bu kirlenme ve bu zengin yoksul uçurumu da artmış ve artmaya devam ediyor; tüm savaşların sebebi de budur...
-
@nejdet-evren, içinde söyledi: Yaşamın anlamı küçük ayrıntılardadır
emeğin kendine yabancılaşması
Aslında emekçinin kendi emeğine yabancılaşması diyebiliriz.
Kapitalistler en küçük kar için yapmayacakları canilik olmazken, emekçi kitlesi kendi emeğine karşı genelde pasiftir.
Grevden korkar, grevi satar, sadaka niyetine zamma razı olur, sarı sendika ağalarına boyun büker, kendileri için ölen devrimcilere sahip çıkmaz.
Ee, hal böyleyken meydanı boş bulan kapitalizm elbette herşeyi yapar ve yaptırır.
Nazım Hikmet Ran kardeşim şiirini yazdığında o tarihte bile gerçeği görmüş.