Tanrının sorgulanması
-
300 yıl öncesine kadar tanrı sorgulan(a)mazdı. Herkes tanrıyı ve dinleri peşinen kabullenir veya kabullenmek zorunda bırakılırdı. Öyle ki, tanrının ve dini kitaplardaki emirlerin mutlak olduğuna inanılırdı. İnsanlar daha doğuştan itibaren dini ritüeller ve inanç kavramıyla yetiştirilirdi. Tanrıyı sorgulamanın yasak olması da buna eklenince kimsenin aklına sorgulamak gelmezdi. Gelse bile günah işleyeceği korkusu ağır basardı.
Tanrıyı sorgulama başarısı gösteren filozoflar tanrıda ve dinlerde gördükleri çelişkiler karşısında saldırı ve öldürülme korkusuyla ya sineye çekmek zorunda kalırlar ya da gerçekleri anlattıkları için öldürülürlerdi.
Tanrıyı ve dinleri sorgulayanlara yapılan saldırı ve öldürmeler günümüze kadar halen devam etse de orta çağdaki etkisini yitirmiştir.Kaderin sorgulanmaya başlanması
Feodal sistem de aynı din gibiydi. derebeylerine, toprak sahiplerine ve ağalara biat tartışmasızdı. Herkes toprak sahiplerinin kölesi olarak doğardı. Toprak sahipleri yarı tanrı kabul edilir, her isteği tanrı kelamı sayılırdı.
Derebeylerinin ve ağaların burjuvalaşmasıyla toprak köleleri ücretli işçi sınıfına dönüştü. Yarı tanrıların kölesi olan marabalar artık kendine hizmet ediyorlardı veya öyle düşünüyorlardı. Ancak bu defa da çalışma saatlerinin uzun olması, ağır iş koşulları ve ucuz işgücü karşısında değişen tek şeyin özgür kölelik olduğunun farkına vardılar.
Diğer yandan dini ritüellerde harcanan zaman yüzünden fabrikaların üretim kapasitesini sınırlıyordu.
O zamana kadar dinleri bir sömürü aracı olarak kullanan sömürü sınıfı din baskısını azaltma yoluna girmek zorunda kaldı.
Bu aynı zamanda kendini kısmen özgür sayan işçi sınıfının din bağımlılığından da kısmen soyutlanması demekti.
Burjuva sınıfının bu zorunlu uygulaması karşısında, binlerce yıldır her olaya kader olarak bakan işçi sınıfı kader kavramını sorgulamaya başladı.
Zira bir yandan din dayatmasının azaltılması diğer yandan artık yarı tanrı sayılmayan patronlar karşısında işçi sınıfı evrim geçiriyordu.
Buna burjuva sınıfının baskıları da eklenince kader sorgusu kaçınılmaz olmuştu. Ancak işçi sınıfı kaderi tanımlayacak bilinç düzeyinde değildi, bir nevi bocalama dönemiydi.
Tam da o sıralarda sömürünün ve patronlara itaatin kader olmadığını söyleyen bir filozoftan bahsediliyordu.
Bu filozof Almanya'dan çıkmış, işçi sınıfının kader bocalamasına merhem olmuştu.
Adı Karl Marks olan bu filozof, kaderi çözümlemekle kalmamış aynı zamanda yeni türüyen kapitalist sistemdeki sınıflaşmanın kitabını yazmıştı.
Buna göre işçi sınıfı sömürünün ve itaatin kader olmadığını, kişilerin kendi ellerinde gelişen olaylar zinciri olduğunu ve tanrının sorgulanamaz olmadığını keşfetmişlerdi.
Bu gelişmelerden sonra üretim kapasitesini arttırmak için rafa kaldırdığı dinler nedeniyle burjuva sınıfı kendi elleriyle kendi mezarını kazdığının farkına varmakta gecikmedi.Kurtuluşu vatan hainlerinde aramak
Yirminci yüz yılda yaşanan ikinci dünya savaşından sonra dinlere sınırsız destek verilmeye başlandı.
Her ülkede feto gibi özel olarak seçilen vatan, demokrasi ve özgürlük hainlerine görevler verildi.
Bunların görevleri, uyanmakta olan işçi sınıfını din ile uyutarak sömürücü sınıfın varlığını idame ettirmek.
Büyük patronlardan aldıkları destekle özel olarak seçilmiş bu hainler bütün ülkelerde her kademeye sızarak etkili konuma gelmeyi başardılar.
Bu görevlilerden sadece biri olan Çin'li milyarder Rabia Kadir, her ne kadar etnik farklılığı olan halkları kışkırtmayı başardısa da Çin devleti bu girişimi yutmayınca ona bu görevi veren ülkeye kaçmak zorunda kaldı.
Lakin ikinci dünya savaşından sonra yürütülen bu din ile uyutma operasyonu tüm hızıyla devam etmektedir.
Ne var ki işçi sınıfını din ile uyutma operasyonu tüm hızıyla sürerken, burjuva sınıfı bu defa da bir başka kendi ektiği kendine bela oldu.Bırakınız yapsınlar
Liberal kapitalizmin, diğer adıyla vahşi kapitalizmin mucidi sayılan Adam Smith 1776 yılında "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" diyerek, işçi sınıfının direniş ve isyanlarının önemli olmadığını önemli olan onları kontrol altına almak olduğunu vurgulamıştı.
Bu teoriyi ilk uygulayan İngiliz Lawrance, araplar üzerinde pratikte başarılı olunca burjuva sınıfı bu teori ve pratikten yola çıkarak, işçi sınıfına bir yandan spor, siyaset, medya gibi halk üzerinde etkili faaliyetlerde sözde özgürlük veriyor ama diğer yandan da bu noktaları kontrol ederek halkı kendi çıkarına doğru yönlendiriyor.
Sözde din adamları, her meslekten troller ve muhalif siyasi partiler bu kontrol projesinin görevlileri konumundadır.
Ancak başarılı olsalar da bahsettiğim gibi bu teori burjuvanın istediği kıvamda yürümüyor.
Çünkü işçi sınıfı ne kadar uyutulursa uyutulsun kontrollü özgürlük saydıkları bu uygulama arasından gerçekleri bir şekilde görebiliyor.
İşçi sınıfının tanrıyı ve dinleri sorgulamasını yüzde yüz önleyemiyorlar.
Kaderi sorgulamakla başlayan tanrı ve dinleri sorgulamayla devam eden bu uyanış gün geçtikçe artmaya devam ediyor.
Zira etki tepkiyi doğurur, o tepki de zamanı geldiğinde etki sahibini vurur.
Dolayısıyla dünyada sorgulanmayacak hiçbir şey olmadığını bize koşullar öğretiyor.
Önemli olan koşulları iyi algılamak ve doğru tespit yapma karakteri kazanmak. Bu karakteri kazandığımız müddetçe insanız aksi halde düşünce bazında dahi köleliğe devam ederiz. -
Dolayısıyla dünyada sorgulanmayacak hiçbir şey olmadığını bize koşullar öğretiyor.
Demişsiniz, ki yerden göğe kadar haklısınız. Çünkü hiçbir şey kutsal olamaz, her şey enine boyuna sorgulanmalı, eleştirilmeli. Böyle yapıldığı takdirde kalıplaşmış tabular ve doğmalar ortadan kaldırılabilir.
-
Elbette her şey sorgulanmalı ama insan dışında her şey; çünkü insan empatiyi hak ediyor. Tanrı'yı sorgulamayacak teslimiyet ise herkeste bulunmaz, ki biz bu teslimiyete İslam diyoruz.
-
@Prens-Ernak, içinde söyledi: Tanrının sorgulanması
Elbette her şey sorgulanmalı ama insan dışında her şey; çünkü insan empatiyi hak ediyor. Tanrı'yı sorgulamayacak teslimiyet ise herkeste bulunmaz, ki biz bu teslimiyete İslam diyoruz.
Tanrıya olan teslimiyet gerçek yaşamda olsaydı bahsettiğin gibi bir teslimiyetten bahsedilebilirdi.
Tanrıya diye adlandırılan teslimiyet gerçekte, şeyhlere, şıhlara, reislere ve halk üzerinde etkin olan din tacirlerinden ibarettir.
Çünkü kendini tanrının kulu görenler aslında doğrudan onlara yani din tacirlerine kulluk yapmaktadır.
Tanrının adını kullanarak din tacirlerinin emrini yerine getiriyorlar.
Mezhepçilik, tarikatçılık gibi ritüeller bunun için vardır, din tüccarlarının emrine amade olmak. Öyle ki bir tarikata mensup olmayana bile hoş gözle bakmıyorlar.
Kısaca tanrıya teslimiyet aslında tarikat ve din tacirlerine teslimiyetle sınırlıdır.
İşte bu yüzden tanrının sorgulanmasını istemiyorlar. Çünkü tanrıyı sorgulayan görecek ki, tanrı diye aslında onlara kulluk yaptığının farkına varacak.
Bırakın tanrıyı, dini sorgulayanları bile öldürmeleri bunun içindir. -
Salt olarak tanrı tartışması da bir yanılgı içerir. Tanrı zaten yoktur ve yok olanı tartışmak bizi yanlışa sevkediyor. Tanrı varlığının tartışması artık çok geride kaldı.
Tartışılması gereken asıl konu tanrıyı konuşturup onun üzerinden çıkar saylayan guruplar ve devletlerdir.
Geçen yıl 250 bin insan bir gecede öldü , kader denerek üstü kapandı. Diğer ülkeler de insanlık suçu diyerek hiç gündeme gelmedi.
Ama Filistin konusu nedense bir anda insanlık suçu adında dünyada gündem oldu ve köpürtülmeye devam ediyor.
Çünki buradan çok iyi çıkar elde ediyorlar. Para topluyorlar. Yardım derneklerine verilen paraların az bir kısmı beyin yıkama etkinliklerine harcanırken çoğunluk kısmı da devletin kasasına gidiyor.
Bakın Ramazan geldi , yine köpürtmeye başlayacakları konular belli. Devletler bu din sayesinde dolaylı yoldan vergi topluyorlar. Üstelik kayıt dışı olan bu verginin harcandığı yerler de karanlık.
Batmana jokerin söylediği söz gibi , sen iyilik yaptığını sanıyorsun ama aslında kötülüğü besliyorsun. Onların umurunda bile değilsin. Diyor.
Dinler ve tanrıları da toplumların aynasıdır. İçeride adamı olmayan devlette işini yapamıyor. Adamını bulan her yoldan gidiyor. Çünkü dinleri de böyle.
-
@Prens-Ernak
Tam tersine; en fazla kulağının çekilmesi ve sorgulanması gereken yine insandır.. Çünkü bugüne kadar yediği nanelerin/pisliklerin haddi hesabı yoktur bu insanların. Yani canlılar dünyasında en aşağılık eylemleri yapan canlı türlü insanlardır. Empati ha? Yemişim empatiyi.Teslimiyetten bahsetmişsin. Evet, hayali bir varlığa biat etmek, onun uğruna hayvanları katletmek ve İslam´ı yaymak, kelleyi yere kıçı havaya kaldırmak, herkese mahsus değildir. İyi ki böyle, çünkü ben özgürlüğümü insan ürünü olan şeylere harcamam.
-
@bilgisezgi eğer ortada bir eksiklik varsa bu Müslümanların suçu, Allah'ın İslam'ın değil,
Ayrıca sana göre din tüccarlığı vardır bana göre yoktur, gözünle görmeden emin olmadan inanma hemen yargılama, anlamaya çalış, sonuçta müminlerin de imtihanı var ve onlar da nefs sahibi onlar da imtihan oluyor, onlar dört dörtlük değil, ve bu İslam'ın suçu değil. -
@kereste elbette kötülük sorgulanmalı bu noktada şunu söyleyebilir: İyilik/erdem ile güç arasında denge kurmak zordur, bunu herkes beceremez, size sakinliği tavsiye ediyorum.
-
@Prens-Ernak
Allah´ın suçu, çünkü asırlardan beri doğru dürüst canlı yaratmasını beceremiş. Sizler de iflah olmayanlardansınız, çünkü burnunuzun önündeki görmüyorsunuz.
Takılmışsınız bozuk plak gibi "Aman da dinim şahane, aman da tanrım yakışıklı" türküsünü çığırmaya. Gına geldi artık. Cesareti varsa kendisi kelsin de, boyunun ölçüsünü bizlerden alsın.