Üç Maymun'un Hikayesi
-
Üç Maymun hikayesinin kökenleri, Japon kültürüne ve Budizm inancına dayanmaktadır. Bu figürler, ilk olarak 17. yüzyılda Japonya'da Tokugawa döneminde, Nikko Toshogu Tapınağı'ndaki ahşap oymalar arasında görülmüştür. Japonca isimleri Mizaru, Kikazaru, İwazaru olan bu üç maymun, bilge maymunlardır ve Budizm inancında da bu üç maymun "iyi bir insan" olabilmek için yapılması gerekenleri göstermektedir. İki eliyle gözünü kapatan maymun Mizaru, kötü gözle bakmamayı, kulaklarını kapatan Kikazaru'nun mesajı, kötüyü dinlememeyi, ağzını kapatan İwazaru, kötü söz söylememeyi öğütler.
Kültürel etkilerine gelince, Üç Maymun sembolü, zamanla farklı anlamlar kazanmıştır. Japonya'da erdemli bir yaşamı temsil ederken, Batı kültüründe genellikle "görmedim, duymadım, bilmiyorum" şeklinde, sorunlardan kaçınma veya sorumluluk almama anlamında kullanılmıştır. Türkiye'de ise "Üç maymunu oynamak" deyimi, gerçekleri görmezden gelme veya sessiz kalma anlamında yaygınlaşmıştır.
Bu figürler, farklı kültürlerde değişik yorumlar kazansa da, özünde insanlara erdemli bir yaşam sürdürmeyi ve kötülüklerden uzak durmayı hatırlatır. Bu semboller, hem bireysel hem de toplumsal değerlerin korunmasında önemli bir rol oynar. Hayatımızdan kötülükleri çıkarmak imkansız. İyiler ve iyilikler kadar bunlarda hayatın bir parçası. Hikayedeki erdemli üç maymun gibi kimseye kötü gözle bakılmadığı, sizi kötü hissettirecek negatif konuşmaların duyulmadığı, insanlar hakkında kötü konuşulmayan bir hayata kolayca kavuşabilmek dileğiyle…
Kaynak: Derleme.
-
Üç-maymuna don biçildi;
Biri kısa, biri uzun, biri de geniş
Bunlardan birini seçin dediler
Atıldı ilki "ne bileyim" dedi,
İkincisi aldı sözü dedi ki,
"bir fark göremiyorum",
Ve üçüncüsü uzunca düşündü
Kafasını kaşıdı,
Döndü, dolaştı ve
"ne söylendiğini duymadım, yineler misiniz"?…Donların hiç birinde ne bir ilik ne de bir düğme vardı
Biçilmişlerdi biçilmesine de
Her nedense dikişsizdiler…Bu ara
Terzi, bir ileri bir geri gidip geliyor
İçinden bir şeyler mırıldanıyordu,
Mezurası boynunda asılı
Gömleğin kolları kıvrık
Ve sırtında bir yelek
Düşünceliydi…Üç-maymun dizildiler karşısına
Ve terziye hep bir ağızdan dediler ki,
"bilmediğin, daha önce hiç görmediğin
kimselerin duyurmadığı kumaşlardan mı seçtin"?
Terzi şöyle bir baktı
Tek tek süzdü enine-boyuna
Dedi ki,
"duymadım, gördüm ve biliyorum"
Maymunlar bir-birlerine bakıştılar;
Onlar üç-oyuncu-maymundular
Uzun kuyruklarını
Kıçlarında saklayamazdılar
Kaşlarını yükseltip, gözlerini büyüttüler,
Terzi sabunu aldı
Masının başına geçti
Üç kumaşı sırayla çizdi-çiziktirdi
Çizdi-çiziktirdi
Çizgilerinden kesti, kesti
Böylece yenilenmiş donları
Bir bir önlerine koydu
Maymunlardan ilki
"biliyordum" dedi,
İkincisi "farklı oldu" dedi,
Üçüncüsü yine uzunca düşündü ve
"gördüklerimi önceden fark etmiş ve biliyordum" dedi,Donlar biçimsizleşirken
Maymunlar değişmişti
-Metamorfoza uğramış gibi-
Terzi ise gülümsüyordu
Giyinik çıktı dışarı,
Peş-i-sıra üç-maymun, üryan…
Nejdet Evren17 Kasım 2011, Batı
-
Ben de bu güzel yazınıza kıymetli bir şairimizin şiiri ile cevap vereyim o halde,
Kendince
Bir adım attı
Ardına bakmadan
Sonra bir adım daha
Geçmişi
bırakarak ardından,
Uzak, çok uzak
Parmak ucu kadar
Buz keser ilkbahar,
Adım adım
Sessiz ve çorak
Unutmadan
Bir adım ile başlar
İkincisi kaçınılmaz
Beş adımda bitmez
Adımların sesi
Kendine yazar...
22 mayıs 2019
-
Üç maymunu meslek haline getirenler var, ki bunların başında siyasetçiler geliyor. Dün söylediklerini bugün unutuyorlar ve yarın %180 dönüp bambaşka şeyler geveliyorlar. Da, bunlara inananlar olduğu kadar bunların bu hareketlerini görmezden gelen yandaşlar oluyor. Siyasetçiler büyük maymunu oynarken müritleri de küçük maymunluk yapmaya hevesleniyorlar.
-
Ben de bu güzel yazınıza kıymetli bir şairimizin şiiri ile cevap vereyim o halde,
Kendince
Bir adım attı
Ardına bakmadan
Sonra bir adım daha
Geçmişi
bırakarak ardından,
Uzak, çok uzak
Parmak ucu kadar
Buz keser ilkbahar,
Adım adım
Sessiz ve çorak
Unutmadan
Bir adım ile başlar
İkincisi kaçınılmaz
Beş adımda bitmez
Adımların sesi
Kendine yazar...
22 mayıs 2019
@kunfeyekunkizi , yeniden hatırlattığınız için teşekkür ediyorum, sağolun, varolun...
-
Japonların yüklediği anlamlarda kusurlu.
Ben bu üç maymunu Konfuçyus' un sözü ile daha anlamlı buluyorum.
"Duydum unuttum, gördüm hatırladım, yaptım öğrendim."
Görmez ve duymazsan o şey hakkında bilgin olmaz.
Görmezlikten ve duymazlıktan gelirsen bu seferde hatalar birikir.
İlerde daha büyük sorunlara yol açar.
Örnek Akp yönetiminin yaptıkları hataları dini gerekçeler ile görmezden geldi halkımız. -
@TENTEN , insanlar kusurlu olur da maymunlar hay hay kusurlu olur.
Şaka bir yana...
Ortak atamız aynı olmasına rağmen maymunlar, insanlar gibi sağ gösterip sol vurmazlar. Bu huyu icat edenler muhakkak insanlardır. İnsanlarda ne ararsan var; küfür desen var, hakaret desen var, aba altından vurmak var, bel altından saldırmak var ve hem suçlu hem de güçlü geçinenler var. Sonra hiçbir şey olmamış gibi hareket ederler. Neyse... Azıcık maymun gibi olsak dünyanın düzeni bir hayli farklı olurdu. -
Türkiye´deki medyanın çoğunluğu 3 maymun tiplemesine bir hayli benzer. Bilhassa kendilerini haber kanalı olarak lanse eden HaberTürk, NTV ve CNNTürk tarafsız ve objektif haber sunmaları gerekirken, yandaşlık yapa yapa adeta kamburlaştılar. Devletin kanalı olan TRT (aslında milletin kanalı) ise evlere şenlik bir tutum izliyor. Bu kadar tarafgir bir medya kuruluşu dünyada zor bulunur.
-
Çin masallarında Konfüçyüs şöyle tarif edilmiş:
Konfüçyüs doğduğunda bir Kilin geldi ve üzerinde "Su Kristalinin Oğlu, bir gün taçsız kral olacaksın!" yazan bir nefrit taşı tükürdü.
Büyüdü ve dokuz fit boyunda oldu. Yüzü simsiyah ve çirkindi. Gözleri fırlamış, burnu yukarı kalkmıştı. Dudaklar dişleri örtmüyordu ve kulaklar geniş açıklıklara sahipti. Çok çalışkandı ve her konuda bilgiliydi. Böylece evliya oldu.
Bir gün en sevdiği öğrencisi Yän Hui ile birlikte Büyük Dağ'ın en yüksek zirvesine tırmandı. Güneyde Yangtze Nehri'ne kadar uzanıyordu.
"Wu şehir kapısının önünde parıldayan şeyin ne olduğunu görüyor musun?" dedi Yän Hui'ye.
Yän Hui dikkatle baktı ve gözlerini kıstı; sonra, "Bu beyaz bir bez parçasıdır." dedi.
"Hayır," dedi Konfüçyüs, "o beyaz bir at."
Ve baktığınız zaman gerçekten de öyleydi. Büyük Dağ, başkent Wu'dan muhtemelen binlerce mil uzaktadır ve Konfüçyüs'ün o mesafeden beyaz bir at görebilmesi onun keskin zekasını göstermektedir. Yän Hui onun tam dengi değildi; ama en azından beyaz bir şey gördü. Bu yüzden ona ikinci evliya denilmiştir.
Bir zamanlar memleketinde bir kuyu kazılmıştı. Daha sonra koyuna benzeyen, ama tek bacağı olan bir hayvanla karşılaştılar. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Sonra Konfüçyüs'e sordular. Dedi ki: “Bu, sıçrayan bir koyundur; ortaya çıkınca büyük bir yağmur yağar.” Nitekim kısa bir süre sonra yağmur yağdı.
Bir başka sefer de Yangtze Nehri'nde bir şey kıyıya vurmuştu; yeşil, yuvarlak ve kavun büyüklüğündeydi. Chu Kralı Konfüçyüs'e haber gönderip bunun ne olduğunu sordu. Dedi ki: "Yangtze Nehri'ndeki yeşil su mercimeği her bin yılda bir meyve verir. Bu meyveyi elde eden kişi dünyaya hükmedecektir."
Bir keresinde Konfüçyüs'ün memleketinde dev bir kemik çıkarmışlardı. Bunu bir arabaya yükleyip Konfüçyüs'e götürdüler ve ona bu konuda sorular sordular. Dedi ki: "Eski zamanlarda, büyük Yu imparatorluğun prenslerini etrafına topladı. Windhalter tek başına ortaya çıkmadı. Yü onu öldürttü ve buraya gömdü. Windhalter'ın bir dev olduğu söylenir. Bu onun kemiklerinden biridir."
Konfüçyüs'ün ölümü yaklaşırken, Lu Prensi avlanırken bir kilin yakalayıp öldürdü. Konfüçyüs'ün doğumunda ortaya çıkan Kilin'in boynuzuna annesi tarafından kırmızı bir iplik bağlanmıştı. Ölen Kilin'in boynuzunda hala bu iplik vardı.
Konfüçyüs bunu duyduğunda gözyaşlarına boğuldu: "Öğretim başarısız oldu! Ne yapıyorsun? Ölmek zorundayım."
Zira Kilin ancak büyük bir adam yeryüzünde olduğu zaman ortaya çıkar. O sıralarda Konfüçyüs, "Devletlerin Yükselişi ve Çöküşü" adlı kitabını yazıyordu. Bu olayla birlikte kalemini bıraktı ve yazmayı bıraktı.
Rüyasında bir tapınakta iki ana sütun arasında oturduğunu da gördü. Sonra öğrencilerine, "Ben ölmeliyim" dedi. Daha sonra bir şarkı besteledi:
Büyük Dağ şelalesi,
Çatının sırtı kırılıyor;
Akıllı adam oraya gider.Daha sonra yatağa girdi, hastalandı ve öldü.
Yani sadece yaşarken neler olacağını değil, öldükten sonra neler olacağını da biliyordu. Kendisini tapınakta iki ana sütun arasında otururken gördüğü rüya, daha sonraki yüzyıllarda kendisine bahşedilecek saygının bir kehanetiydi.
Ama ölümünden sonra bile her şeyi bildiğine dair deliller sunmaya devam etti. Kötü İmparator Tsin Shi Huang, diğer bütün devletleri boyunduruk altına alıp tüm imparatorluğu ele geçirdiğinde, Konfüçyüs'ün yurduna da geldi. Sonra mezarının başına geldi. Açtırıp içinde ne olduğunu görmek istiyordu. Bütün memurları ona karşı çıktılar ama o onları dinlemedi. Bunun üzerine içeriye bir geçit kazıldı ve tabut ana odada bulundu. Ahşap yepyeni görünüyordu. Üzerine vurulduğunda pirinç sesi gibi bir ses çıkıyordu. Tabutun solunda iç odaya açılan bir kapı vardı. İçeride bir yatak, bir masa, kitaplar ve giysiler vardı; hepsi sanki yaşayan bir insan için yapılmış gibiydi. Tsin Schi Huang yatağa oturdu ve yere baktı. Kırmızı ipekten yapılmış, burun kısmında bulut deseni işlenmiş iki ayakkabı vardı. Yeniydiler, temizlerdi, tozları yoktu. Duvarda bir bambu sopası vardı. İmparator şaka olsun diye ayakkabılarını giydi, asasını aldı ve mezara doğru çıktı. Birdenbire bir levha belirdi; üzerinde şu beyitlerin yazılı olduğu:
Tsin Shi Huang altı krallığı ele geçirdi,
Mezarımı açtı ve yatağımı buldu,
Ayakkabımı çalıyor, eline bastonu alıyor:
Eğer Şakiu'ya gelirse sonu gelir.Tsin Shi Huang çok korktu ve mezarı tekrar kapattırdı. Fakat Şekiu'ya vardığında ağır bir hastalığa yakalandı ve vefat etti.
Daha sonra Han döneminde, Jung Li I, Lu Prensi olarak atandığında, kendi parasından on bin lot alarak Konfüçyüs Tapınağı'nın onarımı için tapınak bekçisine verdi. Orada Konfüçyüs'ün arabasıyla karşılaştılar ve masasını, hasırını, kılıcını ve ayakkabılarını buldular. Büyük salonun önündeki otları ayıklayan Dschang Be adlı bir tapınak görevlisi, yerde yedi adet nefrit asa buldu. Birini cebine koydu ve diğerlerini Jung Li I'e getirdi. Onları Konfüçyüs'ün masasına koydurdu. Bu masa Konfüçyüs'ün eski ders salonunda bulunuyordu. Bu holün duvarında bir de yatak vardı. Yatağın üzerinde büyük bir fıçı asılıydı. Jung Li Tapınak bekçisine bunun ne olduğunu sordum. "Bu Konfüçyüs'ün mirası. Üzerinde kırmızı harflerle bir yazı var, bu yüzden açmaya cesaret edemedim." diye cevapladı.
Jung Li I şöyle dedi: "Üstat bir evliyaydı; belki de fıçı onun gelecek nesillere aktaracağı öğretileri içeriyor."
Böylece açıldı. İçerisinde bir not bulundu, üzerinde şunlar yazıyordu: "Sonraki zamanlarda bir alim gelip kitaplarımı düzene koyacak. Arabamı, ayakkabılarımı ve kitaplığımı bulacak. Jung Li I yedi asa alır, ancak Chang Be bunlardan birini saklar.
Jung Li I bu yazıyı okuyunca Chang Be'yi çağırıp ona şöyle dedi: "Orada yedi asa vardı, neden birini sakladın?"
Sonra onun önünde yere kapanıp çalınan asayı geri verdi.
Konfüçyüs bir gün bir öğrencisine şöyle demiş: “Yüz nesil sonrasının olayları önceden bilinebilir.”
Bu hikaye bunun kanıtıdır.
-
Japonların yüklediği anlamlarda kusurlu.
Ben bu üç maymunu Konfuçyus' un sözü ile daha anlamlı buluyorum.
"Duydum unuttum, gördüm hatırladım, yaptım öğrendim."
Görmez ve duymazsan o şey hakkında bilgin olmaz.
Görmezlikten ve duymazlıktan gelirsen bu seferde hatalar birikir.
İlerde daha büyük sorunlara yol açar.
Örnek Akp yönetiminin yaptıkları hataları dini gerekçeler ile görmezden geldi halkımız.@TENTEN ben de daha anlamlı buldum açıkçası