Helenistik Felsefe
-
İlkçağ felsefesinin Helenistik felsefeden sonraki ikinci dönemi; siyasi anlamda, kent-devletinin sona erdiği MÖ 322 yılıyla Helenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu MÖ 30 yılı arasındaki dönemin felsefesinden meydana gelen Helenistik felsefeyle Roma’nın egemenliği altında, yaklaşık olarak MS 5. yüzyıla kadar süren Roma felsefesinden meydana gelir. Bu dönem aynı zamanda klasik kuramların, vuku bulan çok temel sosyal ve politik değişimlere bağlı olarak büyük bir dönüşüme uğradığı bir dönemdir.
Helenistik-Roma felsefesinde baskın olan felsefe, elbette Yunan felsefesidir. Çünkü Roma’da Yunan felsefe okullarından bağımsız, ayrı bir felsefe okulu kurulmuş değildir. Daha ziyade, orada Helenistik dönemin felsefe okulları Marcus Aurelius, Epiktetos, Cicero, Lukretius ve Sextus Empirikus gibi filozoflar tarafından temsil edilmiştir. Bu yüzden, Helenistik felsefenin en önemli özelliğinin Akdeniz’in ve özellikle de Doğu’nun Helenleştirilmesi olduğu söylenebilir. Yaklaşık yedi yüzyıllık bir dönemde Yunan kültürü Akdeniz’i kuşatan dünyaya büyük bir hızla yayılmış, özellikle son dönemlere doğru İskenderiye kültürün, felsefi kültürün önemli bir merkezi haline gelmiştir.
Söz konusu Helenistik-Roma felsefesi döneminde, dört büyük felsefe okulu, sırasıyla Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm ve Yeni-Platonculuk çağın başat felsefeleri olarak ortaya çıkmış ve bunlardan ilk üçü kendi aralarında ciddi bir rekabet içinde olmuştur. Söz konusu dört okuldan, her şeye rağmen hazcı etiği ve Tanrının evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epikürosçu Okul’un, daha ağır basan ve döneme çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olarak seçkinleştiği söylenebilir. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak, Epiküros’un mekanist varlık görüşüne taban tabana zıttır. Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felsefeye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, Septisizm olmuştur. Nihayet, Roma çağının sonlarına doğru, Platon felsefesinden yola çıkan Plotinos, dine yaklaşan bir felsefeyi temsil ederken, Hıristiyanlık ve İslamiyet için gerekli felsefi çerçevenin oluşmasına etki etmiştir.
Helenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık, fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Başka bir deyişle, felsefi bilgiye veya gerçekliğin bilgisine meydan okuyan Şüphecilik ve çok sonraları ortaya çıkan Yeni-Platonculuk bir tarafa bırakılacak olursa, Helenistik dönemde bir felsefe okulu ya da doktrinal bir felsefe,
(i) belli bir doğruluk ölçütü de ihtiva eden bir keşif metodolojisi,
(ii) dünyanın kökeni, bileşenleri, yapı ve düzeniyle insanın ondaki yerine ilişkin bir
kavrayış ve(iii) mutluluğun ne olduğuna ve ona nasıl ulaşılacağına ilişkin bir açıklama ortaya
koymak durumunda olan bir sistemden meydana gelmekteydi.Başka bir deyişle, Helenistik dönemde bu üç konudan etiğin çok daha öne çıktığı söylenebilir.