Patristik Felsefe
-
Ortaçağ felsefesi, Batı’da Hıristiyan Ortaçağ Felsefesi olarak,
(1) MS 2. ve 3. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar olan Patristik felsefeyle,
(2) 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren Skolastik felsefeden meydana gelir.
Hıristiyan Ortaçağ felsefesiyle esas anlaşılan şey, bunlardan Skolastik felsefe ve bu felsefenin özellikle de 12. ve 14. yüzyıllar arasındaki parlak dönemi olmakla birlikte, söz konusu altın çağın büyük entelektüel yapılarının temelinde, Skolastik felsefeyi önemli ölçüde şekillendiren, onun felsefeyle olan ilişkisini belirleyen Patristik felsefenin olduğunu unutmamak gerekir.
Hıristiyan Ortaçağ Felsefesi’nin doğuşunun temelinde iki şey ya da çabanın bulunduğu hemen herkes tarafından kabul edilir. Bunlardan birincisi, daha önce de belirttiğimiz üzere, vahyolunan ilahi kelama, yani Yeni Ahit’in öğretilerine tam ve dakik bir anlam kazandırma, bu öğretileri serimleme çabası ya da faaliyetidir. Buradan hareketle, özel olarak Hıristiyan felsefesinin, genel olarak da Ortaçağ felsefesinin kökeninde kutsal kitabın bizatihi kendisinin bulunduğu söylenebilir. Ortaçağ Hıristiyan felsefesinin temelinde bulunan ikinci ve daha özel neden ise Kilise Babaları ya da Apolojistlerin Hıristiyanlığı savunma çaba ve gayretleridir. Nitekim bu şekillendirici dönemin felsefi açıdan en önemli konusunu, Hıristiyanlığın
kurtarıcı hakikatlerinin felsefi spekülasyonun sonuçlarıyla nasıl bir ilişki içinde olduğunu belirleme problemi oluşturmuştur.Gerçekten de Patristik felsefe, genelde “Kilise Babalarının (patres)” felsefesi olarak bilinir. Bunun nedeni, elbette sadece Patristik dönem filozofları ya da yazarlarının Kilise’de görevli din adamları veya rahipler olmaları değildi; aslında “Kilise Babası” deyimi başlangıçta Kilisenin en tepesindeki ruhani otorite için kullanılmış olmakla birlikte, sonradan rahiplere, hatta hemen bütün din adamlarına teşmil edilmişti.
“Kilise Babası” deyimiyle daha ziyade “kurucu” anlatılmak isteniyordu. Bu açıdan bakıldığında, “Kilise Babaları”nın veya kurucuların felsefesi olarak Patristik felsefenin, Hıristiyan felsefesinin sonradan üzerine inşa edileceği zemini yarattığı rahatlıkla ileri sürülebilir.Bu kuruculuğun ya da yaratıcılığın iki anlamı ya da evresi vardır; buna göre ,Patristik dönemin ilk dönem filozofları, Hıristiyan teolojisini meydana getiren teoloji unsurları olarak dogmatik teolojiyle apolejetikten ikincisini yarattıkları söylenebilir. Üstelik bu iki ayrı teoloji türünden apolojetiğin dogmatik teolojiden daha temel olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü dogmatik teoloji, öncelikle ya da temelde Katolik inancını zaten benimsemiş olanlara hitap ettiği için inancı varsayar. Oysa apolojetik, Hıristiyan inancını benimsememiş veya ona karşı çıkmakta olanlara hitap ettiği için en azından teoride inanca sevk etmeyi amaçlar. Başka bir deyişle, dogmatik teoloji ancak apolojetiğin bittiği yerde başlar. Öte yandan,dogmatik teolojinin daha ziyade felsefi ve ilahi otoritenin ortaya koyduğu verileri kendisine öncül olarak alan dedüktif bir disiplin olduğu yerde, apolojetik temel ya da pozitif bir tarihsel disiplin olmak durumundadır.
Apolojetik, Hıristiyanlığı, bu dine karşı yöneltilmiş kişisel, sosyal, politik ya da dini saldırılar karşısında savunma amacı güder. Bununla birlikte söz konusu savunma hizmetini gerçekleştirebilmek için vahye dayalı dinin aklı başında her Hıristiyan müminin onayını talep eden iddialarının açık ve anlaşılır bir tarzda ortaya konmasını amaçlamıştır. Başka bir deyişle, apolojetik suçlamasını çürütme amacıyla doğrudan doğruya hasmın kendisine yönelmek yerine, öncelikle hakikatin peşinde koşan mümini, Katolik Kilisesinde tezahür ettiği veya gerçekleştiği şekliyle Hıristiyan vahyinin makûliyetini, doğruluğunu ve
güvenilirliğini tanımaya davet eder. Savunduğu kesinlik mutlak olmadığı için imana zorlamamakla birlikte, Hıristiyanlığın temel inançlarının, imanın rasyonel bir edim olduğunu gözler önüne sermek için fazlasıyla yeterli olduğunu göstermeyi amaçlar.İşte apolojetiğin bu birinci dönemiyle Patristik felsefenin özellikle ilk dönemi tamamen örtüşür. Buna göre, ilk apolojetik faaliyetler, bir yandan Museviliğe, bir yandan da gnostisizm ya da paganizme karşı Hıristiyan inancını savunma gayretlerinden meydana gelir. Nitekim, ilk apolojistlerden olan Aziz Justin 155
yıllarında kaleme aldığı apolojide, Eski Ahit’teki pasajlardan yola çıkarak Yahudi peygamberlerin Mesih olarak İsa’ya işaret ettiklerini, Museviliğin kaderinin ve bir dünya dini haline gelme şansının sadece Hıristiyanlıkta bulunduğunu, İsrail’in hakiki çocuklarının İsa’nın takipçileri olduğunu savunmuştur. Bununla birlikte, birinci döneme esas Hıristiyan filozofların teistik inancı pagan felsefe ve putperest saldırılar karşısında savunma ve gnostiklerin felsefi spekülasyonlarına karşı koyma çabaları damgasını vurmuştu.Şu halde, Patristik felsefe, putperestliğe ya da aynı anlama gelmek üzere, seküler felsefeye karşı Hıristiyan inancını savunmuş ve daha sonra benimsediği Platoncu ve Yeni-Platoncu felsefeyle Hıristiyan inancını anlamlandırıp güçlendirmeye, onu putperestliğin ve gnostisizmin saldırıları karşısında korumaya çalışmıştır. Başka bir deyişle, yaklaşık altı yüzyıl süren tarihsel dönem boyunca, Patristik felsefe Hıristiyan dini ve öğretisini felsefenin kavramsal araçlarını kullanarak temellendirmeyi amaçlamıştır. Söz konusu felsefe, Skolastik felsefeyle modern felsefeden, akla dayanılarak elde edilen sonuçlarla vahyin doğruları arasında bir ayrım yapmamak bakımından farklılık gösterir. Buna göre, Patristik dönemde felsefe, teoloji ve dinin doğruları bir bütünün ayrılmaz öğeleri ya da parçaları olarak değerlendirilir.