Covid-19 mu "Liberal Virüs" mü
-
COVİD-19 MU, “LİBERAL VİRÜS” MÜ!?/Nejdet Evren
Yaklaşık iki yıldır covid-19 olarak tanımlanan virüsün tüm insanlarının yaşamlarını tehdit ettiği, an itibariyle yaklaşık altı küsur milyon insanın ölümüne neden olduğu,(*) etkilediği kişilerde ise kalıcı bir takım rahatsızlıklar yarattığı, insanların bir çoğunun neredeyse önceki tüm yaşam biçimlerini büyük ölçüde değiştirdikleri bir salgın ile insanlık geçmişte yaşadığı bir çok salgın gibi karşı karşıya bulunmaktadır. Artısı ve eksisi nedir ve ne olacaktır?
Doğurduğu sonuçlar açısından yapay ya da doğal olmasının farkı olmadığı aşikardır. İnorganik maddelerin organik maddelere dönüşümü ile başlayan evrim sürecinde elini ilk alet olarak kullanan insanın yaratmış olduğu teknolojinin baskısı bu sürece yeni boyutlar katmış görünmektedir. Teknolojik gelişmeler, icatlar bir yandan insan yaşamını kolaylaştırırken diğer yandan liberal kapitalizmin egemenliği altında yol alıyor olmasından dolayı onun hizmet edeceği sektöre göre yapılanmasını, araştırma ve gelişimini bu yöne doğru sürdürmesini ve bu şekilde biçim kazanmasını zorladığından hizmetin eşitsiz, gayri-adil dağılıması sonucunu doğurmaktadır. Her şeye rağmen teknolojinin insan hayatından dışlanması mümkün değildir.
Uygarlaşma tarihinde insanlık benzer vakaları bir çok kez yaşamış, deneyimlemiş, her seferinden büyük kayıplar vermiştir. Salgınların büyük çoğunuluğunun ulaşımdaki zorluk nedeniyle bölgesel kaldıkları, ulaşım ağının ve teknolojinin gelişmesyile birlikte dünya geneline yayıldıkları gözlemlenmektedir. Bu konudaki hiçbir veri kesin olmamakla birlikte belli bir fikir edinmeye yeterli veri içerdikleri tartışmasızdır. Bunlardan İspanyol gribi yaklaşık 75.000.000 insan ile ilk sırayı alırken ikinci sırada Kongo Havzası’nı etkileyen HİV virüsü ile 30.000.000 insan hayatını etkilemiştir. Bir çoğunun eski tarihli olması, bölgesel kalmaları ve dünya genel ve bölgesel nüfusun bu günkü nüfustan az olması nedenlerinden sayısal olarak az görünseler de oransal olarak bölgesel olarak %30-50 gibi önemli rakamlara ulaştıkları görülmektedir. Covid-19 virüsünün Çin’in Wuhan Eyaleti’nde ortaya çıktığı ve tüm dünyaya yayıldığı yaygın olarak dillendirilmektedir. Doğurduğu sonuçlar itibariyle önceki salgınlardan daha az etkili olmasına rağmen tüm insanların yaşamlarını hepsinden fazla etkilemiştir. Ulaşımın basitliği, nüfus yoğunlaşması, yönetim boşluğu, tedbirlerin yetersizliği ve bir çok nedenden dolayı hızlı bir şekilde yaygınlaşma eğilimi göstermiştir. Çıkış yerinin Çin olduğu söylenmesine rağmen, neredeyse Çin nüfusundan beş kat daha az nüfusuna oranla ölen insan sayısı olarak ABD nin yaklaşık 1 milyon kişiyi bulan rakamı ile ilk sıraya yerleşmesinin bir anlamı olmalıdır. Sözde özgülükler ülkesi, demokrasinin beşiği, dünya lideri ABD sağlık sektöründe neden bu denli kayıp vermiştir? Sözde piyasaya dayalı, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde sloganlaştırılan liberalizm insan dahil her şeyi metalaştırmakta; küçük bir azınlığın dışında kalan tüm insanları eşyaya tabi kılmaktadır. Özelleştirilmiş sağlık sektörünün ileri teknolojiye ulaşmış olmasının görüleceği üzere bir kıymeti harbiyesi kalmamaktadır.
Neo-liberal kapitalizmin dünya ölçeğinde kat etmek istediği mesafesi kısalırken gezegende yaşayan calıların büyük çoğunuluğunun yaşam standartlarının gerilemesi kadar ekolojik yıkımdan, soyolojik, politik, ekonomik, psikolojik tüm yıkımların aynı ölçeklerde hızla arttığı aşikardır; adeta freni patlamış bir aracın yokuş aşağı hızla yuvarlanması gibi bir durumdur söz konusu olan...El freninin faydası olur mu bilinmez!?...Ekonomik uçurumun artması zorunlu olarak sosyal-ekonomik-politik huzursuzlukları, çatışmaları peşi sıra sürklemektedir. Ne ki, XX. Yüz yılda görülen kalkışmaların sönümlenmiş olmaları ezilen tüm toplumsal katmanların dünya genelinde yürüttükleri bölgesel hareketlenmelerin yetrersizliği, alanaların boşluğu neo-liberalizmin yıkıcılığını katlayarak büyütmesine neden olmaktadır. Tüm bunlar yaşanırken ortaya nasıl çıktığı tartışmalı olan bir virüs peydahlanmış ve ortalığı kasıp kavurmaya devam etmektedir.
Artı ve eksinin matematiksel karşılıkları toplumsal/bireysel ölçkelerdeki artı ve eksi ile örtüşmezler. Zira toplumsal ölçekli artı/yarar/fayda/karın karşısında mutlak surette bir eksi/zarar kaçınılmazdır. Boşuna denmemiş “birinin zenginliği diğerinin yosulluğunun karşılığıdır” diye...Son çeyrekte zengin ve yoksul arasındaki makas aralığı artarken, yoksullaşan insan sayısı da nicel olarak yükselmiş ve covid-19 vakası ile bu süreç daha da hızlanmıştır.
Fransız İhtilali ile taçlanan aydınlanmacı dönemin temsili demokrasisi burjuva demokrasisine evrilmiştir. Birey sınıflı toplumların oluşmaya başladığı günden beri ilk kez bu aşamada bağsızlaşmış, öznel bir değere yükselmiştir; aidiyetleri koparılıp atılmıştır. Zamanla özgür kölelere dönüşecek olsa da bu gelişme kayda değer bir gelişme, ilerlemedir. “kardeşilik, eşitlik, özgürlük” şiarı güçler ayrılığına dayalı temsili demokrasilerin sözde harcı olarak işlev görmüştür. Söylendiği gibi “ her ihtilal önce kendi çocuklarını yermiş” ve de öyle olmuştur; “kardeşlik, eşitlik ve özgürlük” adlı çocuklar bir bir yok edilmişlerdir. Ancak bunların isanlar ve toplumlar üzerindeki etkileri istenmeyenden fazla olmuş ve özgüleşen birey ilk defa tarih önünde/sahnesinde kendi kaderini yazmaya başlamıştır. Bu durum belki de uygarlaşma tarihinin hem en çalkantılı dönemi ve hem de hak ve özgürlükler mücadelesinde eşsiz toplumsal devinimlere sahnelendiği bir zaman olmuştur.
Eşitsiz gelişmenin doğal sonuçlarından biri ulus devletidir. En son dağılan Osmanlı İmparatorluğu içinden kırkı aşkın ulus devletinin çıkması bir tesadüf değildir. Haraççı toplumların aidiyet bağı ile bağlı bireylerini sermayenin hizmetine koşmak, kırdan şehirlere akın etmelerini sağlamak mümkün olamayacaktır. Avrupa merkezinde palazlanan kapitalist üretim tarzı “merkez ve çevre” ilişkisini ulus-devletler ile sürdürmeyi çıkarlarına uygun bulacaktır. Ezilenelerin/sömürülenlerin kendi kaderlerini tayin hakkı yerine ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ön plana çıkarılacaktır. Merkez lehine çevre ulusların öz kaynaklarının – insan emeği de dahil- sömürülmesi, ancak Avrupa merkezli bir dünya görüşüne, orantalizme gereksinim duyacaktır. Batının çağdaş, diğerlerinin geri toplumlar oldukları ve batı medeniyetleri tarafından korunup, kollanıp, geliştirilmeleri ve adeta eğitilmeleri fikri bu temel düşünce üzerinde yükselmektedir. Aydınlanmacı yazarlarca da işlenmiş ve adete batı hayranlığı içselleştirilmiştir. Eşitlik, eşitler arasında kabul edilmiş ve kadükleştirilmiştir. Eşitlerin neye göre belirlenecekleri ise muğlaktır; ki muğlak olması istenmektedir. “...herkesin ekonomik yaşama katılımını sağlayacak etkin sosyal politikalar söz konusu olmadan, modernitenin olanaklı kılduğı maddi araçlara ulaşmada eşitlik sağlanmadan, demokrasi her zaman güdük ve yara alabilir olarak kalacaktır (1) Doğup, büyüyen, çoğalıp ölen canlılar kapsamında virüslerin canlı olup olmadıkları tartışma götürse de ve başka dokuya eklemlenerek çoğalma eğiliminde olsalar da hiçbir virüsün kendisni var etmek dışında bir eğilim içinde olmadığı, tüm canlılara eşit yaklaştığı görülmektedir. Bu durum Samir Amir’in “liberal virüs” olarak tanımladığı liberalizmden taban tabana zıttır. Tüm dünyada covid-19 virüsü de diğer virüsler gibi ayrım göstermemiş olmsına karşın sağlık hizmetlerine, sağlıklı gıdaya ulaşmaktaki eşitsizlik altta kalanlar aleyhine sonuç doğurmuştur.
Eşitlik demokratik bir toplumun olmazsa olmazıdır. Eşitlik yoksa özgürlük sözde kalır; buradaki eşitlik söylendiği gibi eşitler arası değil insanca yaşamaya dair eğitimden, sağlığa, barınmadan beslenmeye ve gelecek güvencesine dair hiçbir birey arasında ayırım gözetilmeksizin gerçekleştirilebilecek olan eşitliktir. Dünya kaynakları bunu sağlamaya yeterlidir; ancak Dünya kaynaklarının kullanılmasını temin etmek bireylerin tek başlarına gerçekleştirebilecekleri bir olgu değildir, bunun için bir şekilde örgütlenmek zorundadırlar; bu örgütlenme devlet şeklinde de olabilir kooperatif şeklinde de olabilir; önemli olan onun neye hizmet ettiği ile ilgililidir. Covid-19 virüsü “ merkez ve çevre” ülkeler arasındaki eşitsiz gelişmeyi daha da derinleştirirken bir yandan sınırlı sayıda ilaç firmalasının , bir kısım sanal marketlerin ve bir kısım temizlik ürürünü sağlayıcılarının kısa sürede tavan yapmalarını sağlamıştır. Öte yandan değişmekte olan beslenme biçimini de hızlandırarak motorize emekçilerin yükünü kat be kat arttırmıştır. Bu olumsuzluklar yaşanırken motorize emekçi kitlesi belli bir süre sonra emeğinin sömürülmesine karşı gelerek ortaklaşa direnme biçimlerini geliştirebilmişlerdir. Pratiğin zenginliği burada teoriyi çok geride bırakmış görünmektedir.
Kapitalizmin dünya üzerinde temas etmediği balta girmemiş ormanlarda yaşayan topluluklar dışında bir alan neredeyse kalmamıştır. Sözde piyasa ekonomisine göre politik yaşam örgütlenirken temel felsefe kaçınılmaz olarak fırsat eşitsizliği ve eşitsiz zenginleşmedir. Filozofun dediği gibi “her zenginlik bir yoksulluğun karşılığında elde edilebilir.” Fırsat eşitsizliği sadece ekonomik alanda görülmez, bu durum toplumun tüm dokusuna işler ve tüm üretim, tüketim ve hizmet sektörlerini de içine alır. Sosyal demokrasinin günmede olduğu ve kalkınma planlarına göre ekonomik-politiğin belirlendiği dönemler çok gerilerde kaldı. Bir istihdam politikası bir yıl içinde dünyaya gelen tüm çocukların ergin sayıldıklarında üretim halkasına nasıl dahil edilebileceklerine dair ciddi bir planlamayı gerektirir. Bu o kadar önemli bir olgudur ki o toplumun neredeyse geleceğini belirler. Sürekli yarışmaya dayalı bir öğrenim/eğitim politikası fırsat eşitsizliği temelinde küçük bir azınlığın sıyrılıp geride kalan büyük çoğunluğun sefaletiyle sonuçlanır. Emperyalist-kapitalist yayılmacılık, sömürü sayesinde gelişmiş toplumlarda bu eşitsizlik daha az olsa da mevcuttur ve geri bırakılmış sömürge ülkerde ise vahim bir uçuruma neden olmuştur. Hal böyle iken pandemi süreci eğitim-öğrenimdeki mevcut eşitsizliği devasa büyütmüştür. Dijital teknolojik aletlerin piyasa değerlerinin fırsat eşitsizliğinde altta kalan bir çok kişinin ulusal gelirden aldığı cüzi pay nedeniyle ulaşmakta güçlük çektiği bir tüketim zincirini oluşturmaktadır. Bir de ailedeki çocuk sayısındaki artış ile birlikte bakıldığında tamamen vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır. Pandemiyle birlikte sokaklar yalıtılmış ve evde, dijital ortamda eğitim-öğrenim sürecine geçildiğinde kır-kent, kentin merkez ve varoşlarında yaşayan eğitim aşamasındaki çocuklar arasındaki uçurum kapanmaz bir şeklide büyümüştür. 2020-2021 ders yılında ülke genelinde ve yaklaşık olarak yedi yüz bin çocuk 2021-2022 ders yılında ders başı yapmamıştır. Covid-19 çocukları bu şekilde vurmuştur; fazla değil on yıl sonra bunun olumsuzlukları ortaya çıkacaktır. Buna rağmen istihdam politikasının varlığı ya da yokluğu hiçbir virüs ile ilgili, ilişkili değildir; politikaları virüsler belirlemiyorlar.
Seyahat, yerleşme, konaklama, düşünceyi açıklama, çalışma, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi bir takım hak ve özgürlükler bunlar için mücadele eden insanların, toplumların tüm insanlara kazandırdıkları ve evrensel normlarla desteklenen hak ve özgürlükler olmuş, hiç biri kolay kazanılmamıştır. Kapitalist üretim tarzı ile birlikte bağsızlaşan birey özgür sayılacaksa, iradesi önemsenecekse örgütlü devlet karşısında bu hak ve özgürlükler olmadan özne olamaz. Bu nedenledir ki bu hak ve özgürlüklerin kısıtlanması normatif olarak sınırlandırılmıştır. “Özgürlük” şiarı liberalizm ile birlikte sadece sermayenin önünü açmaya yarayacak bir manivelaya dönüşmüştür. “...güçlünün yasasının diğerlerine dayatıldığı kapitalizm koşullarında, söz konusu özgülüğün büyük çoğunluk için tam bir yanılsama olduğu gerçeği es geçiliyor...Aslında, söz konusu bireysel özgürlük, demokrasinin temli olan eşitlik talebiyle tam bir çatışma halindedir.” (2) İnsan sağlığı söz konusu olduğunda elbette bir takım tedbirlerin alınması hem zorunlu hem de gereklidir. Ancak bu tedbirlerin temel hak ve özgürlükleri en az etkileyecek bir şekilde akılcı, istikrarlı kararlarla alınmaları ve buna dair kararların ortaklaşılan bir iradenin ürünü olmasına özen gösterilmesi ile bir değeri olabilecektir. Pandemi süreci bahane edilerek hak ve özgürlüklerin keyfi bir şekilde kısıtlanması temelde söylendiği gibi insan ve toplumsal sağlık ile ilgili olamaz; olsa olsa sağlık açısından duyarlı olan insanların iradelerinin teslim alınması olur. Barda , sokakta her neyse müzik yaparak emeğiyle geçinen insanların yeterli ve özenli tedbirler alınamadığı/alınmadığı için aileyi, beden bütülüğünü ve yaşama hakkını koruyamaz durumda bırakılmaları hak ve özgürlüklerin normatif düzenlemeler ile yeterince korunamayacağına dair bir örnek teşkil ettiği görülmektedir. Covid-19 virüsü özgürlüklerin kısıtlanması yönünde liberallere keyfi bir olanak sağlamıştır.
Covid-19 ile başlayan süreçte yasaklamalara bağlı olarak uygarlaşmanın ilk kölesi kadınlar açısından şiddetin de arttığı bir çok kaynak tarafından dillendirilmektedir. Buna dair ciddi bir önlem alınmamış olması da bir o kadar düşündürücüdür!
Ezidi ana/atalar derler ki; “kan kan ile yıkanmaz” ve savaşlar savaşları, kin kini doğurur. Hiçbir acı diğeri ile kıyaslanamaz, ölçümlenemez; acılar bulundukları yerde bir derinliğe sahiptir ve bu derinliğin ölçüsü yoktur. Ancak tarihsel bazı olayları, yaşanmışlıkları ve bunlara karşı takınılan tavırları karşılıklı olarak değerlendirmek uygarlaşmada nerede olduğumzu göstermesi açısından hem gerekli hem de kaçınılmazdır. Yirmi sekiz yıl önce Ruanda Soykırımı olarak bilinen katliamda yaklaşık yüz günde bir milyon insan katledilmştir. Bunun günlük oranı ise on bin insan demektir. Başta Belçika olmak üzere Fransa, Almanya ABD ve hepsinden önemlisi Birleşmiş Milletler nerededir? İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, Avrupa Sözleşmesini imzalayan ülkeler nerededir? Covid-19 virüsünün dünya genelinde ölümle sonuçlanan rakamlarına göre günlük oranı sekiz bib beşyüz civarında kalmaktadır. (*)On bin ile sekiz bin beşyüz arasında fazla fark yok gibi olsa da ilkine insanın ikincisine bir virüsün neden olduğu gerçeği ile değerlendirildiğinde devasa bir fark olduğu açıkça görülecektir. Günde on bin insanın ve yaklaşık yüz günde bir milyon insanın hunharca katledildiği bir olay karşısında dünya ülkelerinin ayağa kalkmamış olmalarına rağmen covid-19 virüsü için seferberlik ilan edilmiş olmasının da bir anlamı olmalıdır elbette; ve hiçbir zaman insan ve canlı yaşamı ve sağlığı söz konusu olduğunda hiçbir kişi ya da kurumun gereken önlemi almasının olumsuz bir edim olduğunu söylemeye hakkı olamaz ve lakin tablo gerçekten insan yaşamı ve sağlığını önemsemenin ötesinde bir resim ortaya çıkarmaktadır; Covid-19 un ülke ve sınır tanımaması, bölgesel kalmaması ve egemenleri de tehdit etmesi nedeniyle bu denli önemsendiği açıktır. Covid-19 a karşı elbette gerekli tedbirler alınmalıdır. Ancak ilaçlar yarıştırılmadan, kamuoyu doğru bilgilendirilerek yapılmalıdır hepsi.
“Liberal Virüs” olmasaydı Covid-19 virüsü bu denli etkili olamayacaktı. Temel virüsten kurtulmadan türev visürler aşılsa da bir yenileri kapıdan, pencerden, bacadan içeri sızmayı başaracak, insan yaşamını tehdit etmeyi sürdürecektir; üstelik yeni varyantlar eşliğinde kendilerini geliştirerek...
Covid-19 mu, “Liberal Virüs” mü!?
Nejdet Evren
Mart, 2022/AkarcaEsin Kitabın Künyesi:
Liberal Virüs, Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması, Samir Amin, Yordam Kitap, İkinci Basım: Ağustos 2018, Fransızcadan Çeviren: Fikret Başkaya, 208 sayfa(1) Age; S: 176
(2) Age; S: 51(*) Rakamlar çeşitli kaynaklardan derlenmiş olup hem bildirilenler ile yaklaşık ve hem de Mart 2022 tarhi ile sınırlıdır.
-
Pandeminin, saygınlığını yitirmiş yönetimlere ilaç gibi geldiği bir gerçek. Sözünü dinletemeyen, söyledikleri alaya alınan yönetimlerin sözünün dinlenmesini sağladı.