Din ve Kültür/Etik
-
.Din ve etik/kültür her ikisi de birer “üstyapı”dırlar. Ekonomik-politiğin belirlediği biçimlerde varlık kazanırlar. İlki yaptırım ve mükafatı uhrevileştirirken ikincisinde somut bir toplumsal refleks göze çarpar. Her ikisi de kitlelere mal olduktan sonra maddi bir güce dönüşür ve bireyi öyle ya da böyle sınırlandırırlar. İyi mi, kötü mü, doğru mu yanlış mı tartışmasını bir kenara bırakarak asıl konuya baktığımızda;
.Ülkemiz, Nazım’ın tanımıyla “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” memleket bizim! Mi? Uygarlıklara adeta beşiklik yapmış Anadolu neredeyse tüm kavimlerin, tüm uygarlıkların bir şekilde uğrağı olmuştur. Paleontolojik, antropolojik ve arkeolojik tüm veriler insanlaşmanın Afrika’dan başlayıp dalga dalga Mezopotamya’dan geçerek tüm dünyaya yayıldığını göstermektedir.
.Taneli bitkilerin, suyun, toprağın verimliliği, evcilleştirilen hayvanların sayısal çoğunluğu yerleşik hayata bu topraklarda geçilmesine zemin hazırlamıştır. Bu durum aynı zamanda verimsiz topraklarda yaşayan göçebe, yarı-göçebe ve avcı-toplayıcı toplulukların/toplumların iştahını kabartmış Onbinlerin dönüşünden İskender’e, Cengiz’den Haçlı Seferlerine kadar ve derebeylik ve beyliklerin savaş ve talan alanına dönüşmesine neden olurken, bir şekilde gelen kavimlerin yerleşmelerini de sağlamıştır. Gelen kavimler hem kendilerini hem de yerleşik kavimleri değiştirmişlerdir. Ticaretin palazlanmasıyla İpek-Baharat yolu, Akdeniz’in ana rahmi gibi kucaklayan akıntısıyla deniz ticaretin ve tüccarlardan oluşan bir sınıfı doğurmuştur. Bu genel tanımdan hemen şu sonuç çıkartılabilir; Anadolu çok dinli, çok etik/kültürü bir arada barındırmaktadır. Alevisinden Sünnisine, Yezidisinden, Musevisine, Şamanizminden Bektaşiliğe kadar bir çok inanış ve kültüre ev sahipliği yapmıştır. En baskıcı yönetimler zamanında dahi tüm bu inanış ve kültürler varlıklarını sürdürmeyi korumuşlardır.
.Başa dönecek olursak; Babil Zigurratları’ndaki inanış ve sosyal yapılanma ki Sümerler’in “Gılgameş, Yaradılış ve Tufan” destanlarında kristalize edilen birer “üstyapı” olarak sınıfsal temelleri üzerine oturmaya başlamıştır. Avrupa’ya yerleşen toplumlar Aristokratlar ve Engizisyonun tekeline karşı palazlanan ticaret burjuvazisi sayesinde reform ve rönesans ile aydınlanma dönemine girmiş ve seküler yapıyı gerçekleştirebilmişlerdir. Bu “sanayii devrimi’ile taçlandırılmıştır.. Kolonyalizm ve sömürgecilik had safhaya ulaşmış ve her işgal etikleri coğrafyadaki toplumları kendi inanış ve kültürlerine angaje etmeye kalkışmışlardır. Bir gecede İngilizlerin Hindistan’da yaklaşık kırk bin terzinin kollarını kesmesi sıradan bir vaka değildir.
.Uhrevi olanın sosyo-ekonomik-politik altyapısı ile etik/kültürün altyapısı özdeştir. Kısaca söylersek; egemen/baskın sınıfın inanış, etik/kültür üzerindeki sınıfsal çıkarları kitleler üzerinde hemen hemen her coğrafyada benzer şekillerde etkili olmuş ve fakat tüm inanış ve değerler varlıklarını karşı koyarak korumuşlardır; buna göre; Anadolu bir çok inanış ve etik/kültür geçmişine sahiptir ve hepsi de bir arada yaşamaktadır. -
-