Bilinc Fizigi
-
Bilim bütün canlıların cansız, akılsız ve bilinçsiz atomlardan çıktığını ve yalnız onlardan oluştuğunu kabul ediyor. Bilim ayrıca en azından insanlarda bilinç denilen ve şimdilik kısaca çevrenin farkına varmak olarak tanımlayabileceğimiz bir yetinin var olduğunu ve o yetinin yalnız cansız, akılsız ve bilinçsiz atomlarla açıklanması gerektiğini de kabul ediyor.
Herşeyden önce cansız maddelerin bir araya gelmesi ile böyle bir yeti nasıl ortaya çıkmış olabilir? Kökeni nedir? Bilinç maddenin nasıl bir davranış biçiminin veya biçimlerinin ürünüdür? Cansız ve akılsız atomlar bir araya gelince nasıl oluyor da akla ve bilince kavuşabilmektedirler? Bilinci atomcu dünya görüşü olan materyelizmle nasıl açıklayabiliriz? Açıklayabilir miyiz? Soyut bir kavram olan bilinç maddenin nasıl bir davranış ürünü olarak ortaya çikmaktadir? Ve neden?
Canlılar cansız maddeden çıkıyorlar ve bilinç canlılığın ilginç bir manifestasyonu ise, bilincin fiziğine enerji ve maddenin yapı taşı olan atomları incelemekle başlamak zorundayız. Bu başlangıcı hidrojen ve oksijen atomları ile ilgili bazı davranış örneklerini inceleyerek yapalım. Hidrojen evrendeki en yaygın element. Bütün elementlerin yüzde 75'ine yakınını oluşturuyor. Oksijen de oldukça yaygın bir element. İki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu bir araya gelince su ortaya çıkıyor. Su moleküllerinin bazı davranışlarını yakından izleyelim. Bakalım gerçekten bu moleküller aptal ve akılsız mı?
-
Bilinç dediğimiz şey çevresel etkileri değerlendirme kapasitesidir. Aynısı bilinçsiz dediğimiz atomlarda da var. Yani bilinçli bilinçsiz ayrımı yapmak mantıksız. Çünkü bir atomun başka bir atom ile tepkime vermesi de şartlara kurallara bağlıdır. Enerjisini azaltmak için tepkimeye girer. Bu da atomların bilinci diyebiliriz. Canlılar da öyledir. İnsanlar da daha az enerji ile daha rahat yaşamak için çabalarlar.
Diğer açıdan bakarsak hiçbirşey bir hayaletin ol demesiyle olmuyor. Ve hiçbir şey bir hayaletin keyfine boyun eğmiyor. Hepsinin hak ettiği ve istediği bir dizi koşul var. Onlar yerine geldiğinde ancak gerçekleşiyor.
-
Atomculuğun materyalizm ile ilişkilendirilmesi çok doğru bir belirleme. Bu elbette Demokritos felsefesinin ta kendisi.
Demokritos o kadar büyük bir filozof ki ısrarla ondan daha büyük olduğu iddia edilen filozoflar öne sürülmesine rağmen en büyük olduğunu her fırsatta görüyoruz. Tarih onun gibi büyük bir filozof daha yazmadığı halde sırf materyalist olduğu için gözardı edilmeye çalışılıyor. Çünkü vakvaklar materyalizmden ürküyor.
Konunun kritiğine gelirsek ise; bilinir ki bir çok oluşum, kendisini meydana getiren bileşenlerin toplamından fazla bir şeydir. İki metali eritip karıştırırsak iki metalin toplamı kadar bir alaşım elde ederiz. Bu alaşımda ortaya çıkan yeni özellikler, bu toplamından fazla bir şey olmayı pek belirgin göstermez. Nihayetinde yarımşar kiloluk iki metalin alaşımı bir kiloluluk bir maddedir. Alaşım da kendisini meydana getiren metallerin özelliklerinden fazla özelliklere sahiptir ama durum dramatik değildir.
Karbon çok daha dramatik değişikler gösteren maddeler üreten bir elementtir. Öyle ki karbon canlılığın iskeletini oluşturur. Tüm organik bileşikler karbon içerir. O yüzden karbon kimyası özel bir kimyadır ve organik kimya olarak ayrılır.
Şimdi de silisyuma bakalım. Burada doğanın ötesinde teknoloji devreye giriyor ve silisyum, işlemcilerin ana maddesi oluyor. İşte burada bir nesnenin kendisini meydana getiren maddelerin toplamından çok fazla bir şey olduğunu çok net görebiliyoruz.
Nasıl ki canlı, karbon etrafında kümeleşen elementlerin toplamından fazla bir şeyse, işlemci de böyledir. Onu oluşturan silisyum atomlarının toplamından çok fazla bir şeydir. Böyle olmasa taşlar birer işlemci olurdu.
Burada silisyumdan işlemciyi tasarlayan teknolojinin varlığı anlaşıldığı gibi, karbondan da canlıların tasarlandığı fikri uyanabilir. Ama bu yanlış bir kanıdır. Çünkü doğada tasarım yoktur, tasarım izlenimi veren evrim vardır.
Evrim de bir tasarımcı gibi sonuç verir. Çünkü belli bir hedef gütmeyen mutasyonlardan, avantaj sağlayanları bırakıp avantaj sağlamayanları ayıklayarak avantajların birikimi ile tasarlanmış görünümü veren yapılar ortaya çıkarır. Bir kediye baktığımız zaman onun avcı olarak tasarlandığı izlenimi ediniriz. Halbuki bu bir tasarım değil, tasarım gibi sonuç veren evrimdir.
Yani şöyle: Amaç güden mutasyonlarla canlıları dizayn edebilecek bir genetik mühendisliği düzeyine ulaştığımızı varsayalım. Ki bunu aslında binlerce yıldır yapıyoruz. Bize yararlı mutasyonları seçerek canlıları üretiyoruz ve yirmi kilo süt veren inekler, yumruktan büyük meyveler veren ağaçlar, başağı dolup taşan buğdaylar elde ediyoruz. Buna yapay seçilim diyoruz.
Fakat bunda da mutasyonları beklemek ve işimize yarayanlarını seçmek durumundayız. Gen mühendisliği doğrudan mutasyonları bizim planlamamız anlamına geliyor. Bu düzeyde bir teknoloji geliştirdiğimizi varsayıyoruz. Ki bu çok zor, çünkü genetik moleküler düzeyde çalışan bir sistem ve milyarlarca yıldır evriliyor. Biz ise makro düzeyde iş yapan varlıklarız. Buldozer kepçesiyle nakış işlemek gibidir atomlarla oynamak. Bunu teknoloji geliştikçe daha iyi başaracağız.
İşte o zaman doğal biyolojik evrime nokta koyacağız. Evrim artık teknolojik evrime dönüşecek. Teknolojik evrim mutlaka ki doğal biyolojik evrimden çok daha hızlı çalışacaktır. Bu aşamadan sonra neler olacağı bilinmiyor.
Varsayımlardan biri, teknolojinin tanrı olacağı. Fakat bu, teizmdeki önesürüm gibi ölümsüz bir tanrı olamayacaktır. Çünkü evren sonlanacaktır. Ancak başka bir evrende yeniden başlamasını sağlayacak bilgileri karadeliklerde saklamayı başarabilir.
-
Evrenlerden arta kalan karadeliklerden yeni evrenler nasıl doğar? Bu konuda çok sayıda teori mevcut. Yalnız bunlar bilimsel değil felsefi teoriler. Çünkü evrenimizden başka bir evren hakkında hiç bir somut kanıtımız yok.
Son yıllarda karadelik çarpışmaları mercek altına alındı ve bu konuda bilgiler artırılıyor. Bilindiği gibi karadelik çarpışmaları evrendeki en şiddetli olaylar. Uzay zaman dokusunu bile dalgalandırıyor. Buna kütle çekim dalgaları deniyor ve ölçüldü. Gama ışın patlamaları daha şiddetli görünse de karadeliklerden ışık bile kaçamadığı için şiddeti gözle görülemiyor.
Bilimciler bu konuda varsayımlar geliştirdiler. Bunlar gözlemlere ve bilgisayar simülasyonlarına dayanıyor. Birer yıldızdan geriye kalmış küçük karadelikler birbirlerinin çekimini algıladıklarında bir vals başlıyor. Yörüngeleri eğiliyor ve birbirlerinin etrafında dönmeye başlıyorlar. Yörüngeler çarpışma noktasına kadar uzun bir süreçte daralıyor. Bu bile uzay zamanı dalgalandıran müthiş bir çarpışmaya yol açıyor. Ki bu karadelikler sadece birer yıldızdan arta kalan küçük karadelikler.
Evrende ise tam bilinmese de galaksileri yutacak büyük çekimsel alanlar mevcut. Örneğin bizim süper kümemiz içinde Tha Great Attractor diye çok güçlü bir çekim merkezi var. Evrenin sonunda evrenden geriye böyle büyük karadeliklerin kalacağı öngörülüyor.
Fakat bunlar hâla yeni bir evren için çok küçük karadelikler. Bunlardan asla yeni evren olmaz. İşte bunların gözlemlenen vals biçimi çarpışmalarla büyümeleri gerekiyor. Peki Hawking ışınımı bu kadar uzun sürelerde karadeliklere kütle kaybettirmez mi? Hayır ettirmez. Çünkü bunlar çok büyük karadelikler ve ömürleri aşırı uzun. Bunlar toplana toplana bir evren kütlesini sağlayan ve aşan büyüklüklere ulaşabilirler.
Fakat evren kütlesinden büyük bir karadelik de yeni bir evren oluşturamaz. Evren kütlesini aşması entropi sorununu ortadan kaldırıyor gibi görünse de yine de yeni bir evren oluşamaz.
Oluşması için bu evren kütlesini aşan karadelikten iki tane lazım. Bunlar başlangıçta vals biçimi yaklaşsalar da, bilimcilerin kuramlarına göre yakınlık arttıkça valsi bırakıp doğrudan birbirlerine yöneliyorlar. Çünkü kütle çekimi çok büyük. Mesafe kısaldıkça çok daha dramatik bir olay ortaya çıkıyor. Muazzam kütle çekimi, Warp etkisi dediğimiz uzay dokusunun büzüşmesi olayına yol açıyor. Bu, iki karadeliğin çarpışma hızını ışık hızının çok fazla üzerine çıkarıyor.
Bummm... Yeni bir Big Bang ve yeni bir evrene hoşgeldiniz...