Yine sekiz yaşındayım, ancak bu defa bir yatılı okuldayım.
Sözde okuldayım ama okumazdım. Herkes sınıfa girer ben bahçeye çıkardım. Artık öğretmenler de alışmıştı, beni sormazlardı.
Yine öyle bir zamanda okulun bahçesinde tek başıma bankta oturuyorum.
Uzun boylu bir adam bana doğru geliyor. İçimden herhalde öğretmendir, belki de dayak atacak diye geçirdim.
Adam bana yaklaştığında tabi beni korku sardı.
Lakin hiç beklemediğim bir güleryüzle karşılaştım.
Adam uzun boylu, heybetli, etkili bakışlı ama sevecen bir yüze sahipti.
Onu öyle görünce biraz rahatlamıştım.
"Sen niye sınıfta değilsin" dedi.
Ben de suçlu olduğum ve biraz da korktuğum için başımı öne eğip hiç bir şey diyemedim.
Sonra "Oku oku, derslerini ihmal etme" dedi ve aynı güleryüz tavrıyla oradan uzaklaştı.
Öğretmen zanettiğim adam beni azarlamadığı ve dayak yemediğim için sevinmiştim.
Ertesi günü okulda bazı çocuklar filan kişi burada yattı diye aralarında sohbet ediyorlardı.
Herhalde ünlü birini konuşuyorlar diye düşündüm ve ne dediklerini hiç anlamıyordum.
Aradan dört yıl geçti, 12 yaşıma geldim.
Sokakta bir yürüyüş vardı, yürüyüşçüler slogan atıyor ve ellerinde bir resim tutuyorlardı.
Resme şöyle dikkatli bakınca resimdeki adamın dört yıl önce bana "Oku oku, derslerini ihmal etme" diyen adamın bizzat kendisiydi.
Benimle konuşan, o uzun boylu, heybetli ama sempatik yüzlü adamın Deniz Gezmiş olduğunu ancak böyle anlayabilmiştim.
Lakin o adamın kim olduğunu kavrayınca günlerce ağlamıştım. Bana o kadar yakın gelmişti ki, sanki ailemin bir üyesini kaybetmiştim.
Şu yazıyı yazarken bile gözlerim doldu.
İşte denizler bunun için ölmez, her daim içimizde yaşayacaktır, Bizler denizlerin dalgasıyız.