20. Yüzyıl Felsefesinin İlk Uğrağı
-
Bütün bu karmaşıklık ve çeşitliliğine, getirdiği bütün yeniliklere rağmen, 20. yüzyıl felsefesine yaklaşık ellili yıllara kadar tam bir birliğin, altmışlı yıllardan itibaren de bu kez önceki dönemin felsefe anlayışına radikal bir tepkiyle karakterize olan alternatif bir felsefe anlayışının yarattığı birliğin egemen olduğu, her şeye rağmen söylenebilir. Söz konusu ilk dönem felsefesinin birliğini sağlayan şey, 19. yüzyılın büyük ölçüde Kant’tan miras alınmış olan inşacılığıyla göreciliğinden uzaklaşma veya kaçış isteğidir. Gerçekten de yüzyılın ortalarına kadar filozoflar, bilginin, ama zihnin inşası olmayıp nesnel olarak var olan evrene ilişkin bilginin, imkânını yeniden olumlama gayreti içinde olmuşlardır. Her ne kadar kendilerini Kantçı paradigma karşısında özgürleştirme gayretlerinde oldukça farklı yollar izleseler de yüzyılın ilk yarısının hemen hemen tüm filozoflarının ortak bir realist amaç doğrultusunda, nesnelliği yeniden ele geçirme çabasıyla karakterize oldukları kabul edilir.
Bununla birlikte esas itibariyle veya büyük ölçüde analitik felsefeyi karakterize eden söz konusu mutlak birlik, yüzyılın hemen başlarında, özellikle de felsefeleri 19. yüzyıl düşüncesinin büyük ölçüde devamı olan, bu dönemin iyimserliğini, ilerlemeye beslediği inancı devam ettiren Bergson, Dewey ve Whitehead gibi filozoflar tarafından ancak çok gevşek olarak tesis edilebilmiş bir birliktir. Gerçekten de 19. yüzyılın en azından Alman idealistlerinde büyük bir güçle ortaya çıkan metafiziksel ilgisini aynen devam ettiren iki filozoftan Bergson, tıpkı Schopenhauer gibi, sezgide açımlandığına inandığı gerçekliğin, kör ve tatmini imkânsız olan bir iradeden ziyade, yaratıcı bir hayat hamlesi olduğunu söylüyordu. Bununla birlikte, onun insan ve insanın evrenle olan ilişkisine dair görüşleri Schopenhauer’ın görüşlerinden çok daha iyimserdi. Üçlünün ikinci filozofu olan Dewey (ve elbette üyesi olduğu pragmatist okul), akıl ya da zekânın iradeye tabi olduğu ve “hakikat”in iradeyi tatmin eden önerme, bilgi ya da teori olduğu konusunda Bergson’la tam bir uyuşma içinde oldu; fakat o, çok daha bilimci olduğu için Bergson’un sezgi anlayışıyla bilumum metafiziksel eğilimlerini reddetti. Whitehead, Bergson ve Dewey ile kıyaslandığında, çok daha rasyonalist biriydi. Ama onun rasyonalizmi, klasik rasyonalizmin geleneksel dedüktif sistem idealinden oldukça farklıydı. Nitekim o, günlük deneyimin dünyası ile fizik ve yaşam bilimlerinin dünyası arasındaki boşluğu kapatmak amacıyla, açık uçlu bir kategorik şema inşa etmişti.