Yine de Sokrates'in "gençlerin ahlakını bozduğu için" zehir içerek intihar etmek zorunda bırakıldığını unutmayalım.
Onu öğrencisi Platon'Un idealar dünyasını da ben aşırı derecede mistik bulurum.
Aslında Descartes'e kadar felsefe bana göre mistisizm ile iç içe olmuştur. Hatta bu durum belki mesela Jung'a kadar devam edebilmiştir. Sonrasında bilimsel yöntemin geliştirilmesi ile günümüz dünyasını oluşturabilmişiz. Ve neticede Hint düşünce biçimine şu veya bu şekilde dönmeye başlamışız. Çünkü temel varoluşcu kavramlar bir yerden sonra yetersiz gelmiş, insanların benlik arayışı konusunda yetersiz kalmış.
Hint dini yapısı ayrı bir şeydir, Hint düşünce sistemi ayrı bir şeydir.Wilhem Reich da bundan söz ediyor: "orta çağdan beri ilk defa doğuya giden gezginlerimiz var" diyoe (1960'Lı yıllar için)
Neden peki?
Çünkü bilim insan egosunu açıklamıyor. Bilim (ya da felsefenin iyice gelişmiş hali diyelim) nesnellikle ilgileniyor. İnsanı nesnel bir varlık olarak kabul ediyor. Ama Bilim, felsefe, materyalist ütopyalar (mesela komünizm) insanın varoluşsal sorunlarını çözemiyor. İnsan yine en büyük bilnmez olmaya devam ediyor. Hiçbir materyalist / batıcı yaklaşım bunu değiştiremiyor.
Doğu belki burada yeniden devreye giriyor. Özellikle de Hint düşünce sistemi.
(daha uzak-doğuda kalan düşünce sistemlerine zamnında çok ilgi duydum ama bir türlü vakit ayırıp da bunları okuyamadım. Ama aynı zamanı o tarafa ayırsaydım yine benzer, felsefeyi [Batı felsefesini] tamamlayıcı unsurlar bulacağıma inanıyorum.)