Kolo/Geçmiş Zamandır/Güne Işık Tutar/İz-i- Kalır
-
Televizyon daha ülkeye gelmemişti. Deli Emin’in dediği gibi –VİZON TELE FİLMİNDEKİ EMİN- “şerefffsizim bunu icad edeceklerini biliyordum” dediği gibi Tv icad edilmiş ve ülkeye ithal edilmemişti daha. -Deli Emin deliydi deli olmasına amma, o güzel bir deliydi; akıllı ve yaratıcı bir deliydi, ve de şerefsiz değil onurluydu...-neyse biz tarihimize dönelim.
Yıl Çivi-den önce Ç.Ö. 972/973 rakamlarını gösterdiğinde Yüce bir dağın eteklerinde bir kasaba vardı. Yüce dağ çok çekmiş ve çok görmüş geçirmişti; ama hiç yılmamış dim-dik duruyordu. Kimisi ona Ararat demiş kimisi Ağrı diyerek adlandırmışlardı. Ne ki o dört yön yedi iklim gibiydi. Çocukların yeminlerinin bekçisi; zamanların ve iklimlerin habercisiydi. Türküler ona akar, Mem İle Zin in öyküsü doruklarında yankılanırdı; Ser verir sır vermezdi; Kup diye bir gölü vardı kraterden oluşur ve 4000 mt de dalgalanırdı; turnalar semah dururlardı kaval eşliğinde; Efsanesini işlemişti Yaşar Kemal roman diliyle...
Konu dağılmadan Ç.Ö.972/973 yıllarına dönelim biz. O kasabanın adı “Doğubeyazıt” idi. Yıldırım Beyazıt geçmişti oradan ve doğudaydı. Kasr-ı Şirin ile Safaviler ve Osmanlı İmparatorlukları çizmişlerdi haritasını artı-kıl ile...300 küsür YY geçmişti aradan ki bu Çivi tarihine göre 10300 küsür YY yapardı ya neyse...
TV yoktu; gecelerimiz mum ışığında ve dilden dile anlatılan halk öykülerinin destansı ve günlerce süren –şimdilerin tv dizileri gibi- kahramanlıkların, aşkların, sevdaların,özlemlerin,umutlarının dile geldiği eşsiz güzellikte geçtiği yıllardandı. İnsanlar sıcak, dostluklar sıcak; yüz-yüzeydi her şey;kaç-göz yoktu, iletişimsizlik yoktu..neyse geldik bu güne ya biz dönelim eskiye...
“paça beş diz onbeş” diye bir tanım vardı. Tv yoktu amma sineme vardı o zamanlar. Hele bir de açık havası olurdu ki tadına doyum olmazdı...Külah içinde çekirdek sattığım günlerdi; Iğdır denilen bir ilçenin -şimdi il - çekirdekleri çok güzel olurdu ve en çok da onlar satılırdı. İnanmazsınız belki ama her biri yaklaşık 2 cm uzunluğunda olurlardı. Konuyu hep dağıtırım külahtaki çekirdekler gibi...Neyse...” paça beş, diz onbeşti”...
Konfeksiyon ne gezer o zamanlarda, çok yetenekli terzilerimiz vardı. Ölçü bile almazlardı. Bir bakış yeterdi. Bir haftada filinta gibi giydirirlerdi kişiyi. Gerçekten öyleydiler. Her zanaatçı işini çok önemserdi. Hayat önemliydi vel-hasıl...
Cüneyt filmlerde boy gösterdiğinde Kartal, Ediz Hun, Arman ve bilmem daha başka aktörler –ki onlar oyuncuydu, asıl yönetmenlere sözüm- ispanyadan aldıkları örnekler ile ki bakın hele terzilerimiz isyan etseler de ispanyol paçayı icad etmiş ve tanıtmışlardı. Sivri burun ve yüksek topuk, gömlek yakaları avuç büyüklüğünde; Matadorlar gibi giyinmeye başlamıştık; boğalarla arenada güreş yapacağız sanki? Vah-ey...Asıl adı İbrahim olan bir öğretmenimiz vardı. Çocuk olduğumuzdan değildi ve öğretmenlerimiz gerçekten gözümüzde ayrı bir değere sahiptiler. Ancak İbrahim öğretmenimin çok ayrı bir yeri vardı bende. Ona Kolo derdik. Kolo öğretmenimiz imajını hiç değiştirmemiş, ispanyol paçayı hiç giyinmemişti. Paçası öncesinde de sonrasında da hep dardı. Yürüyüşü de bir ayrıydı. İspanyol paçayı giyinmediği için “paça beş diz onbeş” diye ad takılmıştı kendisine. Doğrusu ben Kolo’ya hep özenerek bakardım. Çocuk dünyamı allak-bullak ederdi. Kendince bir yürüyüşü vardı ve Ararat gibiydi gözlerimde...İz-i kaldı bende...Modayı ondan sonra ben de hiç izlemedim.
Şimdi nerde bilmiyorum; ancak o hep yaşıyor olmalı...sevgi ile anımsıyorum...
-
Boşa Yazdım
Boşa yazdım
An için
Doluya yazdım
Gün için
Boş dolmadı
Gün ağardı
Kim bilir
Bir gün
Şah damarından
Kıskıvrak
Bir can
Yakalar
Sen değil
Senden ötesi
Anlayacak beni
Ve o gün
Ne ben ne de sen
Olmayacağız...
11 ocak 2020 /Akarca