Fichte Varlık Görüşü
-
Dogmatizm veya realizmi, yani bilince varlıktan kalkarak ulaşma alternatifini bir mekanizm ya da determinizme götürdüğü gerekçesiyle reddeden Fichte, şu halde felsefeye özneden kalkarak ya da bilinci temel alarak girer ve hemen kendisine öznenin nesneler dünyasını nasıl kurduğunu veya temsil ettiğini sorar. Onun burada sözünü ettiği ben ya da bilinç de tıpkı Kant’ta olduğu gibi, “genel olarak bilinç” veya “transandantal ben”dir. Çünkü ampirik veya öznel ben ile biz insanlar sadece kendi öznel dünyamızı yaşarız. Oysa transandantal benlik kendi öznel dünyalarımızı aşıp, bütün insanlar için geçerliliği olan, nesnel bir dünya temsili sağlar. Fichte, transandantal benliğin hepimizde olabilmesi olgusunu ilk benliğin ya da mutlak bilincin bölünüp sayısız özneye dağılmasıyla açıklar. Bu yüzden ben ya da bilinç dediği zaman, transandantal bir beni, mutlak ya da tümel bilinci anlar.
Fichte, söz konusu mutlak ben ya da bilincin en belirgin özelliğinin, eylem ya da etkinlik olduğunu söyler. Bu yüzden bilincin ne olduğu konusunda düşünürken, varılacak en son önerme, Descartes’ta olduğu gibi, “düşünüyorum” değil de “eylemde bulunuyorum” olmak durumundadır. Saf ben ya da bilinç bir olgu değil, fakat bir ilk yapma ya da eylemde bulunmadır, kendisi için varlığın bir ilk edimdir. Gerçekten de aradığı ana zemini veya ilk ilkeyi “ben”in kendisini kendisine bir etkinlik biçiminde temsil etmesi olgusunda bulan Fichte, onun bilincin kendisinin dışındaki dünyayı temsil etmesinin de koşulu olduğunu dile getirir: Bir zihin, ancak kendisinin temsili zemininde kendisi dışındaki dünyayı temsil etme imkânı kazanır. Onun sisteminde ben, şu halde, “düşünen şey” olarak değil, düşünme etkinliğinin kendisi olarak tasarlanır. “Ben, ben’im” (Ich bin Ich veya a, a’dır) önermesi, bir edimi ifade eder.
Burada özdeşlik ilkesinden yola çıkan Fichte’de öznel bilinç-nesnel dünya karşıtlığı ikinci ilkeyi oluşturan karşıtlık veya çelişmezlik ilkesinde ortaya çıkar. Ben, ilk ilkede kendisini vaz ederken, ikinci ilkede ben-olmayanı öne sürer. Burada bir şeyin karşısına başka bir şey vaz edilmektedir: Söz konusu “vaz etme” veya “karşısına koyma” da bir edimdir. Buna göre, ben kendimi, ancak karşıma bir ben-olmayanı vaz etmek suretiyle öne sürebilmekteyim.
-
Descartes'in "düşünüyorum o halde varım" belirlemesinden daha sağlam bir felsefi argüman geliştirilemedi bence.
Çünkü belki eylem yapmıyoruz, simüle bir evrende sanal hareketler yapıyoruz. Aslında belki de bir hareket olmuyor.
O yüzden Descartes'inkinden daha sağlam bir önerme olamıyor. Bununla evren simülasyon olabilir demek istemiyorum. Evreni simüle etmek için de gerçek bir evren gerekli. O yüzden evrenimiz simülasyon desek bile bu simülasyon nasıl hazırlanmış sorunu olduğu için simüle bir evrende yaşıyoruz varsayımının bir anlamı yok. Yine varlık sorunu var.
Ama simülasyon olma olasılığımız sıfır olmadığı için Descartes'in önermesinden daha geçerlisi yok. Simüle evren varsayımı gerçek yok anlamına gelmiyor. Aynadaki yansıma olabilir ama bir şeyin yansıması lazım ki yansıma olsun. Yani "evren simüle, o halde gerçek diye bir şey yok" çıkarımı yapılamayacağı açısından belirtiyorum.
-
Ayrıca determinizme götüren bir şey iyidir. Determinizm kötü bir şey değil iyi bir şeydir.
Determinizm benim gözümde yegane felsefedir, felsefenin anası, özüdür. Tüm yolların çıkacağı tek yoldur. Ne düşüneceksen düşün, sonunda determinizme çıkar.
Bilim bile felsefe ile determinizm yoluyla iletişim kurar ve işbirliği yapar. Felsefe, determinizmdir.