Hak Mevhumu
-
Herkes 'hak'tan söz eder, 'adalet' hak denilen olgunun önüne geçemez, neye kime göre hak denilene biçilen değer bu değeri biçenin nerede olduğunu gösterir, hiç bir zaman hak yarışında ne eşitlik ne de tarafsızlık olamaz, o zaman hak denilen o mevhum şey nedir?
-
Hak denen şey aynı zamanda haksızlıktır, her ikisini bünyesinde barındırır.
Bu kimine göre dünyanın kanunu, kimine göre de insanların fırsatçı yanlarından kaynaklı.
Komunizm ikinci şıkkı kabul eder. Fırsatçılığın olmadığı yerde zayıf-güçlü arasında fark olmayacağını ve böylece eşitliğin sağlancağını düşünür.
Ancak fırsatçılığın önüne geçecek bir icat henüz bulunmadı. Zaten böyle bir icat bulunmadığı için komünizm hayal olmaya devam ediyor.
Bu yüzden hak, adalet gibi kavramları sadece güçlüler belirliyor. Lakin güçlülerin belirlediği hak-adalet sınırlı olduğu için reel anlamı taşımıyor. Böylece hak denen şey bir mevhum olarak karşımızda duruyor. -
Hak, karşılıklı bir edimi gerektiren bir olgudur. Onun/hakkın var olduğu yerde karşı bir edim/yükümlülük kaçınılmazdır. Hak, hakkaniyet, haksızlık, keyfiyet at-başı giderler; ancak hiç biri tek başına “hak” denilen şeyi açıklayamaz. Yaşamak, beden bütünlüğünü korumak, beslenmek, barınmak gibi en temel haklardan söz edilir ve fakat buna dair sözü olanların her nedense bunları ihlal etmekte tereddüt etmediği görülür; demek ki, hak kavramı/olgusu bir fenomen olmaktan öte çıkarlar üzerine inşa edilmiş bir tabudur. Gücü elinde bulunduran istediği sonucu elde edebilir, bu, onu haklı kılmaz. Hak, canlılar arasında maddi olgulardan doğan bilincin ortaklaştığı/benimsediği bir değerdir. Bunu yaparken bilinçli canlı bir diğerinde korumaya çalıştığı şeyi –yaşama hakkı gibi- aslında kendisi için bir korumayı sağlamaktadır; bu nedenle, hakkın temelinde bireyin kendini var etme yönelimine bağlı egosu vardır, bu edim egoist bir edim olsa da yek diğerine de aynı olanağı sağladığından egoist olmaktan çıkar ki, bu nedenle “hak” olgusu üzerinde geniş bir ortaklaşma/konsensüs mevcuttur. Hak, mutlak olmadığı gibi mükemmel sayılanın bir tanımı da değildir, zira, mükemmelin teşkili kendinin parçalanmasından başka bir şey değildir. Hak insana dairdir, insana ait değildir ve bunu/hakkı yaratan insan onun bir öznesi iken diğer canlılar kategori olarak özneleşmezler, onlar sadece sahip olanlardır. Canlının yaşama hakkı denilen o kutsal hakkı kim kime neden bahşetmiş olabilir ki? İnsan ve canlı doğurur/çoğalır ancak bahşetmez; hiç kimse yek diğerine hak bahşedemez. Çünkü hak denilen şey temelinde bir kazanım/bir yer edinmedir, zira, kazanılmış hak kavramı da buradan doğar
-
Aydınlanma, rasyonel olma, aklın efendi sayılmasına dayanan rasyonalizm hak denilen mefhumu doğallaştırdı, oysa hak denilen mevhum sosyal, ekonomik, tarihsel bir içeriğe sahipti....Komünal toplumda tanımlanan hak ile kapitalist toplumda tanımlanan hak kavram ve içeriğinin farklı olması bu nedenledir....İnsanın özne olarak merkeze konulması bir açıdan anlaşılabilir bir durumdur ve fakat onun üstün olduğunu ileri sürmek bu denli anlaşılır değildir, gök tanrılar yerine yer tanrıları yaratarak hak olanı tanımlamak insanın özgür köleliğini benimsemektir, rasyonalizmin yarattığı özgür sanılan köle bireylerden başka bir şey değildir, hak denilen olgu rasyonalizmi aşar..
Hak mevhumunu yaratan insandır ve haksızlık olgusu üzerinden kendini tanımlamak gereğini duyumsar...Artık ürün olmasa hak kavramlaşabilir miydi, sanmıyorum...Hak denilen mevhum artık ürünle ilişkili ve sömürü ile....
-
Her hak, bir yükümlülük ile birlikte var olur; “hak”ın olduğu her yerde bir yükümlülük kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. “Hak” denilen olgu bir bahşedilmişlik durumu asla değildir; o, bir diğerine göre kazanılmış bir mevzi, bir durumdur; doğal/evrensel haklar olsun, kazanılmış haklar olsun hepsinin özünde canlı ve bunun bir uzantısı olan insanın bir diğer insan ya da canlıya göre bir diğer insan ya da canlının karşılıklı konumlarının belirlenmesi vardır. Örneğin, yaşama hakkından söz edildiğinde bu sözün muğlaklığı et-obur canlı için farklı, ot-obur bir canlı için farklı bir içeriğe/anlama sahip olacaktır. Bu muğlaklık hak tanımını yapan insanın egosundan kaynaklanmaktadır. Temelde sosyal paylaşım ve tüketime sahip olan toplulukların varlıklarını sürdürebilmeleri için kendi için istediğini, kendine layık gördüğünü bir diğeri için de istemek ve layık görmek zorunda kalması hem gerekli ve hem de kaçınılmazdır. E.Canetti’nin ilk yasa olarak tanımladığı “paylaşım yasası” olmasaydı, bu yasayı insan toplulukları ve diğer canlı toplulukları gerçekleştirmeseydi ne insan ne de “hak” denilen mevhum hiçbir zaman gün yüzüne çıkmayacaktı. Denek ki, “hak” denilen olgu ile insanlaşma arasında doğrudan bir etkileşim, ilişki ve bağ bulunmaktadır. Hak denilen olguyu kavramlaştıran insan, yine buna bir dayanak bulmak zorundadır. Hak denilen mevhumun özünde insan ve onun geçmişi ile “ kendini yaratması” yatar ve bir kere başlayan bu süreç insanla at-başı gider; alet ile yaratırken insan ürettiğini paylaşmak bunun sosyal temellerini örgütlemek gereksinimini duyar ve bu gereksinim sonucunda hak denilen olgu ile yüzleşerek onu ileriye doğru taşır.
-
Hak verilmez alınır sözü hak konusundaki en özlü deyiştir. Hak deyince bundan daha özlü söz etmek bence olanaksız.
Haklar hayali şeyler değildir. Tanındığı zaman hak olur. Bir daha da geri alınamaz. Tanınmazsa tanınması için mücadele edilir.
Hakların geliştirilmesi gerekir. İnsan hakları yanında hayvan haklarının geliştirilmeye çalışılması en güzel örneği.