Dinler bölücü ve asimile kaynağıdır
-
Dinler düşmana karşı dindarları birleştirir ve bir güç oluşturur. Dinlerin buradaki birleştirici fonksiyonu elbette tartışılmaz.
Dinciler dinlerin birleştirici özelliğinden dem vururken, diğer yandan halklar üzerindeki asimile kaynağı olmasından bahsetmezler.
Oysa dinlerin birleştirici özelliği din ekseniyle sınırlanırken, halkların varlığını yok etme gibi bir yapıya sahiptir. Dinlere tabi olan halkları asimile etmekle kalmıyor aynı zamanda bölücülüğü de getiriyor.
Ortaçağ Avrupasının karanlık yüzünün temsilcileri kiliselerdi. Kiliselerin egemenlik gücünü bilinenin aksine ayrımcılık, bölücülük ve asimile üzerinden alıyordu. Haçlı ordularının saldırılarının amacı da buydu, işgal ettikleri topraklarda kendi inançlarını, kendi dillerini ve kendi kültürlerini yaymak ve bu suretle asimile ederek, sürekli akar getirecek daimi bir köle toplumu oluşturmaktı. Bunu çoğu zaman başardılar, özellikle Afrika'da çok etkili oldular.
Günümüzde saf Afrika ülkesi kalmadı, hepsinin birinci veya ikinci dili Avrupa'ya ait. Sadece dil ile sınırlı değil, Afrika'nın kültürünü de yozlaştırdılar. Böylece Afrika halkının milli şuurunu yok ederek direnme gücünü kırdılar.
Bir yandan dinlerin birleştirici rolü güç kazanırken diğer yandan asli amacı olan bölücülük, asimile ve ayrıştırıcı rolünü de uygulamış oldu.İslam dini ise 1400 yıldır günümüze kadar halen asimile rolünü sürdürmeye devam ediyor.
İslama karışan toplumlar kendi öz benliğini, değer-yargılarını, tarihten gelen birikimlerini ve kültürlerini yitirerek sadece birer islam müridi haline geliyor.
Örneğin bu ülkede kime sorsan elhamdülillah Müslümanım der. Türk, Kürt, veya başka bir millettin üyesi olduğu aklına bile gelmez.
Çünkü din onu asimile etmiştir, kendi benliğini unutturmuştur.
Çoğu din hakkında birşeyler bilir ama kendi tarihi hakkında ya hiçbirşey bilmez ya da yanlış bilgilerle doldurulmuştur.
Yakın zamanda gerçekleşen bir başka örnek, Pakistanlılar tarihler boyunca yaşadıkları kendi ülkeleri Hindistan'ı bölerek Pakistan devleti kurmuşlardır, bu bölünmeyi sadece din adına yapmışlardır. Orta Doğu'da din adına bölünen devletleri zaten söylemeye gerek yok.Bu kısa anlatımdan anlaşılacağı gibi dinlerin birleştiriciliği din odaklı olmasıyla sınırlıdır, yaşamdaki yeri ise bölücü ve asimile kaynağıdır.
Bu bakımdan dinlerin bölücülüğü ırkçı bölünmelerden daha etkilidir. Zira bölmekle kalmıyor aynı zamanda asimile ediyor. -
Hrıstiyanlanlık ve İslam´ın yayılmacılık özelliği var ki gitmedikleri diyar kalmamış neredeyse ve dünyadaki dindarların yarısı bu iki dine mensup. Çünkü ikisi de insanların hayat/yaşam tarzına karışır, onlara fazla özgür alan bırakmaz ve ikisinde de misyonerlik var.
Hrıstıyanlık orta çağdaki karanlık dönemini büyük ölçüde arkasında bırakmasına rağmen, İslam konusunda aynısını söylemek pek mümkün değil. Ilımlı İslam´ın (Türkiye, belki Endonezya) yaşandığı ülkeler olduğu gibi, 1400 sene evveline takılı kalmış ülkeler(tüm Arap ülkeleri, İran, Pakistan, Afganistan) çoğunlukta.
Diğer yandan Musevilik sadece Yahudilere özgü bir din olarak varlığı sürdürüyor ve sayıları pek fazla değil. Budizm ve Hinduizm de Asya kıtasının dışına çıkamamış.
-
İslam Hrist kökenli olduğu için ikisini kıyaslamakta yarar var. Neden yeni bir din yaratma gereği duyulmuş bunun bilincinde olmak önemlidir. Yaratılırken de ne gibi farklar öne çıkarılmış.
Başa dönersek Yehud şeriatı çok katı idi. Çünkü Yahudiler bir İsrail devleti kurabilmek için sert bir disipline ihtiyaç duymuşlardı. Hrist dininde şeriat kaldırılmıştı. Eski Ahit olarak adlandırılan Tevrat'a uyma zorunluluğu olmadığı ilan edilmişti. Arapların bir kısmı Hristiyan idi.
İslam öncesi Arapların hepsinin müşrik oldukları bilgisi yanlıştır. Hepsi değildi. Mekke bir sınır oluşturmak üzere güneyi müşrik, kuzeyi Hristiyandı. Yani Mekke bir sınır taşıydı. Bugün halen Lübnan ağırlıkla Hristiyan Araplardan oluşur.
Fakat Emevi hanedanı Arap kabilelerini bir otorite altına alıp bir imparatorluk kurmak için Hrist dininin yeterli olmadığını gördü. Tekrar katı bir şeriat disiplini kurmak gerekiyordu. Fakat Tevrat şeriatını aynen kopyalamak olmazdı. O zaman kopya bir din ortaya attığın kabak gibi açık olurdu. Bu yüzden Tevrat'a nazaran biraz yumuşatılmış bir şeriat yarattılar.
Örnek vermek gerekirse Tevrat'a göre deve, tavşan, içyağı, et ile sütü bir araya getirmek haramdır. İslam bunları kaldırdı. Keza recm Kuran'da yazmaz, uygulansa da. Keza Tevrat'a göre kurban süreklidir.
Neyse sonuca gelirsek Hrist ile İslam dinleri arasındaki fark, şeriatın olması ve olmaması iledir. Hrist dininin reforma açık olmasının nedeni şeriatın olmaması, İslam dininin reforma kapalı olmasının nedeni de şeriatın olması. Olayın özeti bu.
-
Bu durum Kuran'ın açılış bölümünde vurgulanmıştır. Bu bölümde Yahudilerden "mağdub" yani kendilerine öfkelenilen sıfatı yapıştırılarak nefret söylemi geliştirilmiştir. Zaten ilerleyen bölümlerde Yahudi nefreti sürekli pompalanır ve öfke giderek artarak lanetlendikleri ilan edilir. Yahudi soykırımına zemin hazırlamak için sürekli üzerlerine suçlar atılır.
Kuran'ı dikkatle inceleyen, İslam'ın ne olduğunu derhal anlar. Bu son derece açıktır.
Bahsedilen bölümde Hristiyanlara ise "dallin" denmiştir. Yani sapkın. Bu nefret söyleminden çok bir davet havası taşır. Yani gelin yeni dine girin sapkın olmayın gibi.
Konumuzla ilgili kısma gelirsek İslam ise "sıratı mustakim" olarak vasıflandırılmıştır. Yani orta yol. Bu ifade söylediklerimin kanıtıdır. Yani ne Tevrat kadar katı bir şeriat, ama ne de şeriat bağlayıcılığından yoksun Hrist gevşekliği. İkisinin ortası.