efelsefe
    • Register
    • Login
    • Search
    • Categories
    • Recent
    • Popular
    • Kurallar
    • Etik Kurulu
    1. Home
    2. phi
    3. Posts
    • Profile
    • Following 0
    • Followers 4
    • Topics 390
    • Posts 839
    • Best 327
    • Controversial 2
    • Groups 2

    Posts made by phi

    • RE: Bir gün

      @bagimsizkoala gunesin tadini cikartanlardansin desene.

      posted in bagimsizkoala
      phi
      phi
    • RE: Geceye Bir Şarkı Bırak

      posted in Eğlence & Oyun
      phi
      phi
    • RE: Dogum Gunu Cocuklari

      @nuLL cok tesekkur ederim, gonlu guzel dostlarin olmasi sevindirici.

      posted in Eğlence & Oyun
      phi
      phi
    • RE: Laptop vs Telefon Savaşları

      @DemoKratos kurumsal firmalar her ne kadar mail kulturunu firmanin bellegi olarak gorselerde, siparisler whatsapp uzerinden gelmeye, tum yazismalar o yada bu cep telefonu programlarindan yapilmaya baslandi ve devam da ediliyor.

      Cunku artik musteri maili okudu mu, gordu mu, ne zaman donecek endisesini yasamak istemiyor, anlik iletisimde kalmak istiyor. Bu gecis doneminde cok zorlanan firmalar var bizzat bildigim.

      posted in Bilim & Teknoloji
      phi
      phi
    • RE: Guncelleme Hk

      Merhaba
      Yeni guncelleme yapilmistir, versiyonumuz NodeBB v2.0.0

      posted in Duyuru & Destek
      phi
      phi
    • Yararcılık

      Endüstri devrimi, İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında, daha şimdiden yeni bir çağı başlatmışa benzer. Ticaretin oldukça hızlı bir gelişme gösterdiği bu dönemde, ekonomide şimdiye kadar nispeten önemsiz sayılabilecek bir rol oynayan tüketim kültürü, dünyayı artık değiştirmeye başlamıştı. Kişisel tatmine yapılan vurgunun yeni bir felsefe telakkisini, kişisel mutluluğun maksimizasyonunu nihai amaç haline getirecek bir felsefe anlayışını tetiklemesi kaçınılmazdı. Aslında kökleri bir önceki yüzyıl felsefesinde bulunan bu felsefe anlayışı, yararcılık olarak bilinir.

      Gerçekten de yararcılık, 19. yüzyıl İngiliz düşüncesine hâkim olan ve pratik akılyürütmeyi faydaya dayandırırken, doğru eylemin veya iyi karakterin en yüksek faydayı temin eden eylem ya da karakter olduğunu dile getiren sosyal felsefe anlayışını ifade eder. O, bu yönüyle, Aydınlanmanın bireyciliği, reformizmi ve liberalizminin 19. yüzyıldaki uzantısını ifade eder. Basit bir haz makinesi olarak insan tasarımından ve hazcı mutluluk telakkisinden yola çıkan bu anlayış, yararcı bir ahlak görüşü temelinde, her türlü sosyal ve politik teorinin insandaki hazcı güdülenmeye dayandırılması gerektiğini savunur. Laissez faire’in laissez’sine biraz daha ağırlık veren bu yaklaşım, Hume’un ampirisizmi ve psikolojik çağrışımcılığının doğrudan mirasçısı olmakla birlikte, epistemolojiden ziyade pratik sorunlara ağırlık verir. İngiliz somutçuluğu ve pratisizmini kusursuz bir biçimde somutlaştıran söz konusu yaklaşımın en büyük iki temsilcisi Jeremy Bentham ve John Stuart Mill’dir.

      posted in Felsefe Tarihi
      phi
      phi
    • Milena'ya Mektuplar

      posted in Tarih & Edebiyat
      phi
      phi
    • Karl Marx

      Marx’ın felsefesi, 19. yüzyılın toplum felsefesi geleneğinin, hiç kuşku yok ki en önemli örneğini meydana getirir. Fakat Marx’ın felsefesi bundan çok daha fazla bir şeydir; Marx, 20. yüzyıl açısından ihtilalci ideolojinin sembolü olmak durumundadır. Bu açıdan bakıldığında, Marksist felsefe sadece 19. yüzyıl felsefesinden değil, Batı kültürünün bütün büyük felsefe geleneklerinden oldukça radikal bir kopuşuifade eder.Buna göre, son çözümlemede aynı kültür dairesi ya da teorik gelenek içinde yer alan idealistlerle pozitivistler arasındaki mücadelenin, yöntem ve değerle ilgili bir kavga olduğu, onların yuşmazlıklarının hep belli sınırlar içinde kaldığı söylenebilir. Çünkü ne Fichte ve Hegel gibi idealistler, ne Comte gibi pozitivistler, ne Bentham ve Mill gibi liberaller, kendilerini sosyal ihtilalciler olarak gördüler. Bütün bu filozofların teorik gelenekten kopma niyetleri hiç olmadı; onlar sadece geleneği arındırmaya, aydınlatma ve güçlendirmeye çalışan eleştirmen ve reformistlerdi. Kendilerini elbette, aklın Kant’tan sonra etkisini bütün felsefelerde hissettiren ve her aşamada biraz daha yoğun hale gelen krizi içinde bulmuş olan,sözgelimi idealistlerle pozitivistler arasındaki felsefi uyuşmazlıklar, her şeye rağmen kendilerini burjuva düşüncesinin kurumsal hayatının gelişimine adamış liberallerle muhafazakârlar arasında devam edegelen parlamenter tartışmanın yeni görünümleri olarak görülebilir. Bu, en azından parti çizgisinin sınırları içinde geçen ve parti disiplininin korunduğu bir tartışma olmak durumundadır.

      Fakat Marx’a geçişle birlikte çizgi tamamen belirsizleşir, yeni, farklı ve çok daha radikal bir felsefi karşıtlık, pratik bir felsefe zuhur etmeye başlar. Çünkü o, problemin artık, dünyayı anlama problemi değil de dünyayı değiştirme problemi olduğunu söyler. Gerçekten de Marx sadece bir felsefeci ya da diyalektikçi değil daha sonraki sosyal teoriyi fazlasıyla etkileyecek bir tarihsel gelişme öğretisi ortaya koyan bir sosyal bilimcidir. Onun tarihsel materyalizmi toplumsal değişmenin nedenleriyle ilgili doğrulanabilir bir teori olmayı amaçlar. Öte yandan, Marx aynı zamanda bir ahlakçı ve de bir peygamberdir. Çünkü o, tarih teorisini olup bitmiş olan şeyleri açıklamak ya da hatta belli tarihsel koşullar gerçekleştiği zaman olabilecek olanları tahmin etmek için değil insanlığın bir bütün olarak kaderiyle ilgili kehanette bulunmak ve çok daha önemlisi dünyayı baştan aşağı değiştirmek için kullanır. Proletarya devrimi ve sınıfsız toplum,
      onun gözünde kapitalist bir ekonominin özünde var olan çelişkilerin zorunlu sonuçları olmak durumundadır; onlar, belirli ampirik koşullar gerçekleştiği zaman zuhur etmeleri muhtemel olan şeylerm değil kesinlikle zuhur etmek zorunda olan değişimlerdir. Diyalektiği kendisinden aldığı Hegel gibi Marx için de insanlık tarihinin, içinde barındırdığı her sosyal sistemin kaçınılmaz olarak karşıtına dönüştüğü bir zorunlu gelişme süreci olarak anlaşılması gerekir. Onun diyalektik değişme anlayışı da yine Hegel’de olduğu gibi, sıradan bir tümevarımsal genellemeden ziyade tarihle ilgili doğru ya da rasyonel düşünmeye diyalektik bir form ya da yapı kazandırmak isteyen katı bir analiz kuralı olmak durumundadır. Şu halde Marx’ın zihninde bilim, etik ve eskatoloji, muhtemelen bilinçli olmayan ve tarih, ahlak ve peygamberliğin kutsal kitapta iç içe geçişinin modern bir muadili haline gelecek bir tarzda tamamen birbirine karışır. Bu unsurları kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmak, şu ya da bu ölçüde, bütünsel bir ideoloji olarak Marksizmi kendine özgü mistik cazibesinden yoksun bırakmak olur.

      posted in Filozoflar
      phi
      phi
    • Ludwig Feuerbach

      Ludwig Feuerbach (1804-1872), demek ki 19. yüzyılın bilimci, ilerlemeci ve Aydınlanmacı kanadında bulunan filozoflardan biri olarak karşımıza çıkar. O da dine ve Hegelci idealizme ilişkin ayrıntılı çözümlemeleriyle, Comte’un teolojik, metafiziksel ve bilimselden oluşan üç adımlı ilerleme modelini tekrarlar. Feuerbach ikinci olarak, 19. yüzyıl Alman felsefesinin en azından bir boyutuyla idealizmden materyalizme dönüşündeki ya da en azından Hegel’den Marx’a geçişteki en temel uğrağı oluşturmak bakımından önem taşır. Marx’ın düşüncesi için harekete geçirici veya itici bir güç oluşturan Feuerbach, üçüncü olarak ve esasında yüzyıl düşüncesinin en önemli temalarından birini meydana getiren yabancılaşma konusundaki özgün görüşleriyle önemli bir yer tutar. Buna göre Feuerbach, insana yönelik ilgisi dahilinde, insanı anlamanın yeni ve dolaylı bir yolunu bulmuş, insana onun bizzat kendisinin yarattığına inandığı din yoluyla bakmanın önemini vurgulamış olan kişidir. İşte bu açıdan bakıldığında, onun en önemli başarısının bir din çözümlemesinden, özel olarak Hıristiyanlığa, genel olarak da dinin kendisine ilişkin analizden meydana geldiği söylenebilir.

      Düşünceleri önemli ölçüde kendisinin Hegel felsefesiyle olan hesaplaşmasının bir sonucu olan Feuerbach için de insan, dünyanın merkezinde bulunur. “İnsan varlığının bütün bir evrene bilgisel yönelimin nesnesi –çünkü bütün bir kozmosu sadece kozmopolit bir varlık konu alabilir– olarak sahip olması dolayısıyla, artık tikel ve öznel olmayıp, evrensel bir varlık olduğunu” söyleyen Feuerbach’a göre, felsefenin bir bilim, yani antropoloji haline gelmeye ihtiyacı vardır. Gerçekliğin bilimi olan felsefenin bir bütün olarak insan varlığının bilimi olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, o doğalcı bir hümanizmin savunuculuğunu yaparken, kendisine çok şey borçlu olduğu Hegel’den iki bakımdan farklılık gösterir. Her şeyden önce, Hegel’in kuşatıcı olduğu, başka felsefeler arasında, belli ya da münferit bir felsefe değil de makul bütün felsefelerdeki doğru unsurları tutarlı bir bütün içinde bir araya getiren evrensel bir felsefe ortaya koyduğu veya koymaya kalkıştığı yerde, Feuerbach, teoloji ve idealizm hayaletlerini evcilleştirmek yerine doğrudan doğruya defetmeye çalıştığı için sınırlayıcı ve seçicidir. İkinci olarak, Hegel’in filozofların en azından geçmişi ve şimdiyi anlamaya çalışmaları gerektiğini düşündüğü yerde, Feuerbach geleceğin felsefesini kurma çabası vermiş veya en azından felsefenin reformdan geçirilmesiyle ilgili önerilerde bulunmuş, birtakım planlar önermiştir. İnsanlığın geleceğiyle ilgili olarak yüksek umutlar besleyen Feuerbach, tıpkı Hegel gibi ulus devletinin ideal insan topluluğu olduğuna inanmış ve daha büyük ölçekli bir politik organizasyona en küçük bir yakınlık göstermemiştir.

      posted in Filozoflar
      phi
      phi
    • Genc Hegelciler FEUERBACH ve MARX

      Hemen her büyük felsefe sistemi, uygarlığın veya toplumun içinde bulunduğu sorunları aşmak amacıyla, işe yeni değerler geliştirerek başlar. Bu, idealizm için olduğu kadar, Karl Marx tarafından geliştirilmiş olan materyalizm için de geçerlidir. Materyalizm de benzer bir yol izleyerek, modern Avrupa uygarlığında kapitalizmin endüstrileşme sonrasında yarattığı problemleri aşmak için yeni
      birtakım değerler üretme çabası içinde olmuştur. Gerçekten de materyalizm, 19. yüzyılda kapitalist toplumlarda yaşanan yoğun rekabetin hem bireyi ve hem de toplumu acımasızca sömürmesine karşı koymak amacıyla, yeni bir ekonomik ve politik sistem önerisiyle ortaya çıkan Marx’ın felsefi sistemine karşılık gelir. Onun önerdiği, sosyalist sistem adıyla anılacak yeni politik düzen, sosyal sorunların temelinde gerçekte mülkiyetin bulunduğu kabulünden yola çıkarak, mülkiyetsiz ve sınıfsız bir toplum oluşturma amacının bir parçası olarak tasarlanmıştı. Kapitalist toplumların içinde bulundukları kötü koşulları gözler önüne sermek ve kapitalizmin yerini alması düşünülen sosyalizmi meşrulaştırmak için tarihi oldukça farklı bir şekilde yorumlayan Marx, bir yandan tarihsel materyalizm adı altında yeni bir tarih düşüncesi ortaya koyarken, bir yandan da tarihsel materyalizme temel olacak bir materyalist evren telakkisi geliştirdi.

      Marx’ın felsefesi, görünüşteki tüm yeniliğine hatta radikalizmine rağmen, aslında büsbütün yeni bir felsefe değildi. Gerçekten de Marx’ın felsefesi esas itibariyle, modern Avrupa uygarlığının temel değerlerinden türetilebilir; onun bu uygarlığın asli özelliklerini bünyesinde, pekiştirerek taşımaya devam ettiği söylenebilir. Çünkü yeni uygarlığın bütünüyle modern evren telakkisinde, Tanrı ve din, yükselen hümanizm doğrultusunda zaten etkisizleştirilmişti; Marx, bundan biraz daha ileri giderek, her ikisini de reddetti. O, modern Avrupa uygarlığının kurucu döneminde yapılageldiği üzere, bütün bir evreni bilim ve felsefe yoluyla açıklamaya devam etti. Öte yandan Rönesans sonrası modern Avrupa düşüncesinin yaptığı gibi, Marx da insanı doğa temelli bir varlık olarak anlamaya çalıştı. Bunun dışında, modern Avrupa uygarlığının Aydınlanma döneminde olduğu gibi, Marx’ın felsefesinde de ekonomi belirleyici bir değer oldu. Hatta o da tıpkı modern Avrupa düşüncesinin karanlık bir çağ olarak gördüğü Ortaçağ’ı veya dini inkâr ederek gelişmesi gibi, Marx tarafından din kisvesi altında ortaya çıkan bir felsefe olarak değerlendirilen Hegelci idealizmi reddederek gelişti.

      Feuerbach, Hegel’in Tin’in, İdeanın veya Geist’ın önceliğiyle ilgili kabulünü maddi düzenin önceliği kabulüyle değiştirirken, aynı zamanda Tanrının değil de insanın temel gerçeklik olduğunu söylüyordu. Gerçekten de Tanrıyla ilgili üşüncelerimizi analiz ettiğimiz zaman, yalnızca insanın duygularını, ihtiyaç ve özlemlerini bulabileceğimizi söyleyen Feuerbach, Tanrının aslında insan düşüncesinin eseri olduğunu söyledi. Hegelci idealizmin doğru materyalist yorumunu Feuerbach’ta bulmuş olduğuna kanaat getiren ve bu yüzden, Feuerbach’ın felsefede Hegel kadar merkezi bir şahsiyet olduğunu düşünmeye başlayan Marx, Hegel’in kendisini tarih içinde gerçekleştirmeye çalışanın İdea ya da Geist olduğunu öne sürdüğü yerde, kendisini gerçekleştirmeye çalışanın insan olduğunu, tarihin bu yüzden insanın kendisine yabancılaşmışlığını aşma yolunda verdiği mücadelenin tarihi olarak okunması gerektiğini söyleyen Feuerbach’tan alması gereken dersi gördü. Şimdiye kadar filozoflar sadece dünyayı farklı şekillerde yorumlamaya çalışmışlardı. Artık yapılması gereken şeyin dünyayı değiştirmek olması gerekiyordu.

      posted in Felsefe Tarihi
      phi
      phi
    • RE: Guncelleme Hk

      Merhaba
      Yeni guncelleme yapilmistir, versiyonumuz NodeBB v1.9.7.

      posted in Duyuru & Destek
      phi
      phi
    • RE: Konuyla alakası olmayan iletiler...

      Bu konu cok uzadi arkadaslar.

      posted in Tartışma
      phi
      phi
    • Milliyetçiliğin Epistemolojisi

      Milliyetçilik, yaklaşık üç yüzyıldır insanlığın gündeminde yoğun bir şekilde yer
      almakla birlikte kökeni çok daha eskilere dayanan bir fikir akımıdır. Ancak bu akım, 1789 Fransız Devriminden sonra Avrupa milletleri ve ardından da Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan uluslararasında hızlı bir şekilde yayılmıştır. Türkler arasında ise İslamcılık, Osmanlıcılık ve Batıcılık akımlarından sonra rağbet görmeye başlayan milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte devletin resmi ideolojisi haline gelmiştir. Bu çalışmada, felsefî bir problem olarak ele alınacak olan milliyetçiliğin ontolojik ve epistemolojik açıdan bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılacaktır.

      En genel anlamda milliyetçilik, belirli bir coğrafyada ortak kültüre sahip olan toplulukların, siyasi ve tarihi meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dini düşünce ve yaklaşımlarla milli devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak tanımlanabilir. Bu fikrin kökenleri çok daha eski dönemlere kadar gitse de, ideolojik olarak milliyetçiliğin 1789 Fransız İhtilali’nden sonra geliştiği kabul edilir.

      Türk milliyetçiliğinin kökenini, Türklerin tarih sahnesine çıkışına kadar dayandıran araştırmacılar bulunmakla birlikte, bu düşüncenin oluşum ve yayılma sürecinin Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarının başlangıcı olduğunu kabul edenler de vardır. Avrupa'da Fransız İhtilali'nden sonra yaygınlık kazanan vatan, millet, hürriyet ve eşitlik gibi kavramların Osmanlı tebaası arasında yayılmaya başlaması sonucu diğer milletlerin bağımsızlıklarını ilan ederek imparatorluktan birer birer ayrılmalarından sonra,
      buna tepki olarak Türk milliyetçiliği düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Kaybedilen topraklardan, özellikle Rumeli ve Kafkaslardan imparatorluğa binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır. Göçle gelenler arasında bulunan aydınlar, Türk milliyetçiliğinin gelişmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Bu aydınların hedefi, Osmanlı coğrafyası başta olmak üzere Ortadoğu, Sovyet toprakları ve diğer bölgelerde yaşayan Türkçe konuşan toplulukları ortak kan bağı ve dil temelinde birleştirmek idi. Bu aydınlardan Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Mehmet Emin Resulzade gibi düşünürler Rusya’da yetişmiş ve daha sonra da Türkiye'ye gelmiş aydınlardır. Bu düşünürlerden Yusuf Akçura’nın 1904 de yazdığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eseri, o dönemde Türkçülüğün manifestosu olarak kabul edilmiştir.

      Türkiye’de ise milliyetçiliğin teorisyeni olarak Ziya Gökalp gösterilmektedir. Onun milliyetçiği, millet tanımında ifadesini bulmaktadır. Gökalp’e göre millet, dil, din, ahlak ve güzellik duygusu (estetik) bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan bir topluluktur.

      Milliyetçiliğe felsefi açıdan bakan olumlu ve olumsuz görüşlere kısaca değindikten sonra Milliyetçiliğin epistemolojisi üzerinde de kısaca durmak yerinde olacaktır. Epistemoloji kelimesi, Yunanca “bilgi” anlamına gelen “episteme” ile “bilim ve açıklama” anlamına gelen “logos” kelimesinin birleşmesinden meydana gelmiş bir kavramdır. Epistemoloji kelimesini “bilgi bilimi” veya “bilgi felsefesi” şeklinde Türkçeye çevirebiliriz.

      Epistemolojik açıdan bakıldığında 1918-1945 yılları arasında milliyetçilik ile ilgili çalışmaları iki tür kategoriye ayırmamız mümkündür. Bunların ilki, farklı milliyetçiliklerin gelişme öyküsünü konu edinen çalışmalardır. İkinci tür çalışmalarda ise ağırlıklı olarak milliyetçilik tipolojileri üzerinde durulmuştur. Araştırmacıları tipoloji üretmeye iten neden, tanımla ilgili sorunlar ve bir milliyetçilik kuramı üretmenin zorluklarıyla yüzleşmekten sakınmaları olarak açıklanmaktadır. Tipolojiler üzerinde araştırma yapan düşünürlerden biri
      olan Hans Kohn, kurumsal, akılcı, iyimser ve çoğulcu olarak nitelendirdiği “Batılı” milliyetçilik biçimi ile organik ve mistik olan, keskin ve otoriter olarak nitelediği “Doğulu” milliyetçilik türü arasında bir ayrım yaparak bir tür epistemoloji yapmaya çalışmıştır.

      posted in Epistemoloji
      phi
      phi
    • RE: Hey sen hosgeldin!

      @milena hos geldiniz aramiza 🙂

      posted in Eğlence & Oyun
      phi
      phi
    • RE: Konuyla alakası olmayan iletiler...

      Arkadaslar bu tur konular aranizda gerginlik yaratmaktan baska bir sey olusturmaz. Konu acilir fikirler beyan edilir, cok absurd bir durum olmadigi surece dogaclamalarin olmasi normaldir. Elektirik konusunda sadece elektrik gecen kelimeleri aramaya benzer bir durum olusturmaya gerek yok. Zaten konu belirli bir olgunluga eristikten sonra populeritisini kaybedip gidiyor.

      Baska bir bakis acisi ile sunu da diyebiliriz, actigimiz hangi konu olgunlaga eristi yada gorevini tamamladi? Yazilan iletilerin konuyla alakasi oldugu yada olmadigi haliyle?

      Buradaki misyon paylasim, bilgilendirme, elestirme, dusunmeye zorlamali olmali unutmamali ki 'kafaya dusen elma' ile yer cekimi bulundu, konu ile alakasiz bir ileti gibi gorunse de.

      posted in Tartışma
      phi
      phi
    • RE: Ekşi sözlük

      eksisozlugu sourtimes oldugu donemden bilirim 🙂 2. nesil yazardim orada fakat eski tadi tuzu yok maalesef. gruplasma ve siyasi propaganda cok yapilmaya baslandi.

      posted in Serbest Kürsü
      phi
      phi
    • Erşan Kunteri

      Yine daktilonun basindayim. Yazihanedeyim,
      'Doyamadim' filmimiz acayip bir is yapti ortalik yikildi. Toparladik gibi, mami de memnunç Miki Bar da cok iyi gidiyor. Acisiyla tatlisiyla ne 2 seneydi be.

      7 film yaptik toplam bu 2 sene. Ben varim, Muammer var, Alev, Seyyal, Feride, Tumtum, Altin ve Payro.

      Diye giden yeni bir Cem Yilmaz dizisi 13 Mayis'ta Netflixte.

      posted in Kültür & Sanat
      phi
      phi
    • RE: Konuyla alakası olmayan iletiler...

      @kereste cok guzel bir dusunce katiliyorum.

      posted in Tartışma
      phi
      phi
    • RE: Guncelleme Hk

      Merhaba
      Yeni guncelleme yapilmistir, versiyonumuz NodeBB v1.19.6.

      posted in Duyuru & Destek
      phi
      phi
    • RE: Ülkesini kaybettiğinden haberi olmayan halk

      @bilgisezgi yuregine saglik abi. oz yurdunda garipsin oz vataninda parya cumleleri bugun icin yazilmis diye dusunuyorum.

      posted in Tartışma
      phi
      phi