Ağaçların dilinden anlar mısınız?
-
Dünyada en sevdiğim varlık ağaç ve bitkilerdir, onları yaşatmazsak ne hayvan ne insan kalır.
Ağaçların gözü, duyusu olduğunu ve sevgiden anladığını kendime kanıtladım.
Ağaçların dilinden herkes anlamaz, çünkü onu anlamak için herhengibir girişimde bulunmamıştır.
Ben de bunu ancak 55 yaşından sonra anlayabildim.Ağaç sevgiden anlar mı?
Yıllar sonra kapalı kutudan çıktığımda evin balkonunda oturuyorum. Balkona bir-kaç metre uzaklıkta bir ağaç gördüm. Yeşile hasretliğiyle olsa gerek, ağacın zorla ulaşabildiğim bir dalını çocuk okşar gibi okşadım. Bunu bir kaç kez yaptım. Aradan on gün kadar geçtikten sonra balkona geçtiğimde gözlerime inanamadığım bir durumla karşılaştım. Diğer dallar normal dururken o okşadığım dal balkona kadar uzanmakla kalmamış, balkonun yanındaki mutfağa kadar girmiş. Sorduğumda o ağacın dalları hiç bir zaman kendi belirli mesafesinden ayrılmamış.
Kim demiş ağacın duygusu yok diye, işte ağacın sevgiden anladığına şahit olduğum güzide bir olaydır.Ağaç meraklı mı?
"Daha neler" der gibisinizdir.
Bunu birileri söylese belki ben de inanmazdım.
Bir gün bir araçla kırsal kesimde gidiyorum.
Aynı tür ağaçlar olmasına rağmen düz yerdekiler kısayken tepe aralarındaki ağaçların uzun olması dikkatimi çekti.
Bu fark kafama takıldı. Yıllarca gözlemledim. ülkenin neresine gitsem hep aynı olayla karşılaştım. Düz yerdeki ağaçlar kısa, tepe aralarındakiler uzun. Üstelik gözlemlediğim ağaçlar aynı tür olmasına rağmen böyle bir farklılık var.
Sonra bunu bilgeç gördüğüm bir köylüye sordum.
"Yıllardır boşuna merak etmişsin, bunu herhangibir dağlı köylüye sorsan öğrenirdin" dedi.
Sonra "Ağaçlar o tepenin arkasında ne var diye merak ettiklerinden öyle uzarlar" dedi.
Böylece düşündüğüm konu da doğrulanmış oldu, ağaçlar gerçekten meraklı.Ağaçların dili fiziğidir, fiziğindeki davranışları onun dilidir.
Ağaçlar size de böyle bir şeyler anlattığı halde farkında olmayabilirsiniz. Onların dilini anlamaya çalışırsanız kimbilir sizlere neler söyleyecektir. -
Bu tur milyonlarca yasadigim ornek verebilirim. Onu sevdiginizi hissettirdiginiz an ilgilendiginiz an sizin onunla konustugunu duydunda gercekten ama gercekten kendine geliyor bitkiler.
Ben cogaltmayi cok severim ve evim botanik bahcesi gibidir. Hatta bir kac fotograf paylasacagim.
-
Bütün içtenliğimle onaylıyorum. Bu dünyada eğer kutsal bir şey varsa o da ağaçlardır. Bir ağacın değeri para ile ölçülemez.
Neden? Çünkü havadan karbondioksiti alıp şekere ve oksijene çeviren bir makine henüz yapılamadı. Yapılsa bu makinenin fiyatı neyse ağaca da ona göre bir değer biçerdik.
Hayatımda bir tek canlı ağaç kesmedim. Sadece kuruyan ağaçları kestim. Bir dalı kırılsa içim kanar. Budama hariç. Budama ağaç için yararlıdır.
Bu dünyada en çok neyi seviyorsun diye sorsalar ağaçları derim.
-
Kesinlikle ağaçların dili var...Yıllar önce yapılan bir deneyde aynı bitkinin iki ayrı saksıda aynı ortamda büyütülmesi ve her ikisine de farklı sözlerle seslenilmesi ardından gelişmelerinin nasıl olacağı denenmiştir. Birine hep iyi sözler ile seslenilirken, sevilirken diğerine hep kötü sözler söylenmiş ve sevilmediği dilendirilmiştir. Sonuç ilki gelişip büyürken ikincisi solup kurumuş...
.../.Ağaçları n dilinden anlar mıyım bu soruya yanıt vermeyeceğim ve fakat bir çok tanıklığımdan sadece ironik bir olaydan söz edeceğim;...
2015 yılında taşındığım ve halen ikamet ettiğim evin bahçesinden balkon demirlerine başını uzatan bir yeşillik fark ettim, ilk bahardı -bu ara zemin kat olduğunu da belirtmeliyim- minik bir filizdi ve hemen aşağı inip baktığımda balkonun hemen altında bir elin serçe parmağının yarısı kadar bir dal üzerinden serpilen sarmaşık türü bir bitki olduğunu farketttim. Önce balkon demirlerine sarılmasını sağladım ve öyle hızla büyümeye başladı ki şaşırdım. Yanlış olmasın günde yaklaşık bir karış ki 22 cm ediyor büyümeye başladı. Balkonun iç duvarlarına doğru yönlendirdim, ne göreyim elleri varmış!!!Duvara önce üç parmağını vantuz gibi yuvarlak şeklinde yapıştırıyor ve ardından uzamaya başlıyo...Muhteşem! Sarmaşıkla dansım sonbaharda zirve yaptı...Renkler morötesinden kızıl ötesine...Kış uykusuna yatarmış, öğrendim...Tüm yapraklar döküldü, elleriyle tutunduğu duvarda dallarıyla uykuya geçti....Bir sonraki yıl ilk baharda o güzelim filizlerini doğurmasını sabırsızlıkla beklemeye başladım. İnanın ilk baş uzattığında turuncu-kızıl-koyu kahverengi gibi bir renkte çok nazik harika filizler...Her balkona çıktığımda bekliyorum, bakıyorum, dokunuyorum, yok,,,,yok,,,yok,,,,İnanamıyorum, hüngür hüngür ağlayasım geliyor; hayır diyorum mutlaka fizlenecek, bekle diyorum....yok...yok...yok...Bu ediminin nedenini bulmalıyım diye incelemeye başlıyorum. Aşağıya iniyorum, ana damarlarını, dallarını inceliyorum kesici bir alet ile köküne yakın bir yerden üç kökü de kesilmiş....İnsan eli değmiş....Gözümü kan bürüyor; öfkeme hakim olmaya çalışıyor ve bir yandan yüksek sesle söyleniyorum..Gözlerimle görmediğim için suçluyu bulamıyorum; kesi izi de tüm kesici aletlere uyumlu...Ev sahibinden şüpheleniyorum, ama şüphe yetmez...Oğlum seslerimin üzerine yanıma geliyor. O da çok severdi...Anlatıp şüphemi iletiyorum...o vakit altı yaşında, birden kaybolduğunu far ediyorum; hızını alamamış ev sahibini girişte yakalamış sorguya çekiyor...Ev sahibi inkar ediyor ben araya giriyorum. Dairede üç hane var ve üstümüzdekinin de kiracı ve balkonu bitki dolu, ev sahibinin balkonunda yok...Dışarından birinin gelip kesmesi zaten çok saçma...Neyse, yaz bitiyor Şubat ayında kökleri kesilen kısıma kalınca bir ip bağlayarak balkon demirine uzatıyorum. Bunu yaparken de onunla konuşuyor ve dokunuyorum. Hergün izlemeye devam...İlk filizi görünce çığlık atıyorum, yine oğlum yanımda ve neredeyse apartmanı ayağa kaldıracağız. İnkar etmişti ya bu kez insan eliyle bağlı bir ip var, artık kesemez....Bunu neden yaptığını uzunca düşündüm. Vardığım kanı şu oldu; evine, eşyaya düşkün diye geçirdim içimden ve bu kez balkon demirlerine yönlendirdim. Bir sezonda balkon demirleri kapnmıştı...Filizlenmeye başladı yeniden...Buradan taşınacağım için kökten örnek alıp saksıya diktim ve şimdi o da büyüdü. -
Biz insanlar gökten zembille inmedik herhalde. Fırsat buldukça hep söylerim: Bizler doğanın bir parçasıyız. Onsuz yapamayız.
Hal böyle iken, doğaya sırt çevirmek, her tarafı beton yığınına dönüştürmek, dünyanın nefesi olan asırlık ormanlıkları bir çırpıda yakıp yok etmek, bize yaşam sunan doğaya ihanettir aslında.
Yeşillikler, ağaçlar, bitkiler olmasa bu dünya bildiğin çöle dönüşür. Aklı başında kim çölde yaşamak ister ki?
Ama bizlerin vurdumduymazlığı yüzünden, bu güzelim yeşil/mavi gezegenimiz yavaş yavaş çöle dönüşmekte, kutuplardaki buzullar erimekte, iklim değişmekte ve birçok sahil bölgeleri su altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya.
Yarım saatlik öğle molasını işyerimin hemen bitişiğinde olan ve içerisi bol ağaçlardan oluşan parkta geçirmeye gayret gösteririm hep. Parktan içeri adımımı attığım an, sanki milyonluk bir şehirde değil de kırsal bir beldede kendimi hissediyorum. Kuşların cıvıltısı, ağaç yapraklarının hışırtısı, böceklerin oraya buraya hareketleri beni hep etkilemiştir.