Efendi ve Köle Ahlakı
-
Ahlaki inançların tarihsel köklerini, moral kavram ve fikirlerin kökenlerini ortaya çıkarma anlamında jeneolojik bir etkinlik içine giren Nietzsche, bizi, biri “efendi ahlakı”, diğeri ise “köle ahlakı” olmak üzere iki karşıt ahlaka götürür. Başka bir deyişle o, antropolojik bir yaklaşım benimseyerek insanların güçlüler ve zayıflar olarak ikiye ayrıldıklarını, bu insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde de
ahlaki unsurlar yerine gerçek hayatta bulunan her şeyin olduğunu söyler. Gerek hayatın bizatihi kendisindeki ve gerekse tek tek bireyler arasındaki ilişkiler güç ilişkileri olup, ahlakın mahiyetini belirleyen şey bireyin güçlü ya da zayıf olmasıdır. Buna göre, verili ahlak zayıf, güçsüz karakterli insanların teşekkül ettirdiği bir ahlaksa eğer, bu ahlak köle ahlakıdır; buna mukabil o güçlü, kendilerine güvenen, sağlıklı insanlar arasında teşekkül etmiş olan bir ahlak ise, söz konusu ahlak bu kez efendi ahlakı olmak durumundadır. Nietzsche 19. yüzyıl Avrupa’sında yürürlükte olan ahlakın, kaynağı itibariyle çok büyük ölçüde İbrani-Hıristiyan geleneğinden çıkmış olan bir köle ahlakı olduğunu ve sadece Sokrates’in değil, fakat Katolisizm, Protestanlık ve bütün bir Aydınlanmanın köle ahlakına yardım ettiğini, hatta onu daha güçlendirip yaymaya çalıştığını ileri sürer.Nietzsche işe önce efendi ahlakından örnekler vererek başlar ve buradaki iyi-kötü kavramlaştırmasının temelinde, asil-kötü ayırımının bulunduğunu söyler. İlk gelen ve hakiki bir ağırlığı olan iyidir ve onun ifade ettiği değer soylu sınıfın kendisini bir bütün olarak olumlamasıdır. İyi, soyluların cesaret, fiziki ve zihinsel kudret ve gurur gibi ayırıcı niteliklerine sahip olan “asil” anlamına gelmektedir.
“Kötü” ise ikincil kavram olup, soylunun niteliklerinden yoksun ve aşağı olanı gösterir. Soylununniteliklerinden yoksun bulunan köle ruhlu insanlar, kuruluşları ya da yapıları itibariyle aşağı olduklarından, kötü olmaları dolayısıyla hiçbir şekilde ayıplanmazlar.Nietzsche söz konusu soylu ya da efendi ahlakından sonra, aristokratik değer sistemiyle köle ahlakı arasındaki bir geçiş evresi olarak, rahipçe değerleme tarzından söz eder. Daha ziyade Hinduizm ve Budizm tarafından örneklenen ve eylemden uzaklaşarak, içsel, manevi yaşamın geliştirilmesine özel bir önem izafe eden bu ahlakın temel değerleri, açıktır ki, çileci değerler olmak durumundadır. Bununla birlikte, esas Musevilik tarafından cisimleştirilen ve efendi ahlakıyla mutlak bir karşıtlık yaratan bu ara ahlak kategorisi, dünyevi mutluluk, güç ve başarı yerine, sadece acı çekmeye pozitif bir değer yükleyerek kölenin ahlak alanındaki başkaldırısına çıkan yolu hazırlar. Museviliğin kendisi ise Hıristiyan etiğini doğurur.
Nietzsche, aristokratik değer yargılarının çökmesi ile beraber, bencil-bencil olmayan karşıtlığının sürü içgüdüsünün egemenliğini hazırladığını söyler. Burada yapılan en büyük hata, ona göre, ahlaklı olanla bencil olmayan arasında özdeşlik kurulması olmuştur. Sürünün belli bir ahlakı olan bir grup, “belli bir grup olarak ayakta durmasını ve kendini o grup olarak sürdürmesini sağlayan bir ahlakla bağlı bir grup” olduğu dikkate alınırsa, Nietzsche’nin bakış açısından köle ahlakı ile topluluk içgüdüsü arasında çok yakın bir ilişki bulunduğu, ahlaklılıkla ilgili kavramlaştırmaları belirleyen gücün bu ahlak anlayışı olduğu açıklıkla ortaya çıkar. Nitekim Nietzsche işte buna işaret ederek, güçlülerle zayıflar arasındaki farklılığı şöyle ifade eder: “Güçlüler doğal olarak ayırmaya, zayıflar bir araya gelmeye eğilimlidir, eğer güçlüler bir araya gelirlerse, bu ancak saldırgan bir toplu eylem ve güç isteminin toplu tatmini amacıyladır, bireysel vicdanın epey direnciyle karşılaşır; aksine zayıflar, bir araya gelmekten pek hoşlanırlar.”
-
Efendi, köle gibi toplumsal ahlak yapısı doğuştan değil, sonradan koşulların dayattığı bir olgudur.
Bunun bizzat deneyleri de yapıldı, köle sınıfından rastgele toplananlar şirketlerin başına getirildi ve bu köleler efendilerden daha iyi şirketi yönetti ve büyüttüler.
Efendi ve köle ahlakı koşullar sonucu sonradan oluştuğu için durdukları yer farklı olsa da normalde her iki ahlak her iki kesimde de bulunur.Acı çekme olayı ise iki nedene dayanır.
Biri dinseldir, acı çekerek tanrıya daha yakın olma düşüncesine dayanır.
Diğeri ise etki-tepki olayına dayanır, ne kadar acı çekilirse o kadar güç kazanılır.
Örneğin köleci ve feodal toplumların sonunu getirmede yüzde elli payı vardır.
Hatta Yahudiler için de aynısını söyleyebiliriz, acı çeke çeke dünyaya egemen olmayı öğrendiler.
Aynısı Avrupa için de geçerli. Avrupa halkı son 400 yıl öncesine kadar dünyada en çok acı çeken halktı. Ortaçağ karanlığı, kilise egemenliği, sürekli birbirlerini boğazlamaları, kıtlıklar, hastalıklar onlara kalkınmayı, çağdaş olmayı ve kendi aralarında barış içinde yaşamayı öğretti.Dolayısıyla efendi, köle ahlakı olsun acı çekme olayı olsun, bunlar koşulların dayattığı sonradan oluşan olgular.
-
Sürekli olarak hep güçlü gördüğüne hizmet edecekse insanlar ahlaktan ve değerden bahsetmemeli. Yeri geldiğinde işini , menfaatini değerlerine feda edebilmelidir.
Örneğin iş dünyasında ahlaktan bahsedip de patronun ihale pisliğine ses çıkarmayan birinin aslında toplum için herhangi bir değeri yoktur.
Şöyle de sorabiliriz. Değerler nasıl oluşur ve ahlaki anlayış nasıl gelişir?
Benim gözlemlerime göre ahlaki değerler çoğunluğun menfaatini koruyan tutum ve davranışlardır. Toplum içerisinde çocuktan ihtiyara kadar herkesin hakkını koruyabilen anlayışa ahlak denir.
Dolayısı ile özet olarak her zaman güçlüye itaat etmek için bir bahanesi olan toplumun ahlakı da yoktur. Aslında güçlüye itaat etmesi falan hikayedendir. Kökeninde yatan duygu kişisel çıkarını toplumun çılarının üstünde tutmaktır.
Dikkat ederseniz böyle kalabalıkların çok olduğu yerlerde ahlak dedikleri şey özel hayatı ifşa ve gözetleyicilik olarak anlaşılır. Bu yüzden ne yaparsan yap ama kimse görmeden yap düşüncesi hakimdir.
-
@bilgisezgi cok dogru abi.
-
Aynen öyle. Çocuğa gizlide tecavüz edip görünürde Kuran öğretiyor görünmek din adamı kisvesi ile mümkün olabiliyor. Bunu din dışında bir araçla yapabilmek olası mı? Değil. Bunu dinden başka gizleyecek, örtecek bir kılıf icat edilemedi.
Minareye kılıfı ancak din terzisi dikebilir. Bunu başarabilecek başka terzi yok.