Sekülerizm-Laiklik-Çedes
-
Türk Dil Kurumu (TDK) laikliği “Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması, “ olarak tanımlamaktadır. Görüleceği üzere burada herhangi bir dinden değil genel olarak “din”den söz edilmektedir. Dolaylı olarak bu anlam, herhangi bir dini inanış ile devlet yönetiminin hiçbir şekilde birlikte yürütülemeyeceği anlamına gelir. Bu nedenle seküler hiçbir devletin dini olamayacağı gibi herhangi bir dini inanışı esas alan, bu inanışın yaşam biçimini, ritüellerini içeren hiçbir edime devlet yönetiminde yer verilemeyeceği; tüm inanışlara devlet yönetiminin eşit uzaklıkta olması gerektiği, vicdan özgürlüğünün gerçekleştirilebilmesi için olmazsa olmazlarından sayılmaktadır.
-
Onlar dini dayatmaktan asla vaz geçmezler. Çünkü tüm sermayeleri din. Halk onların bu dayatmalarını etkin şekilde elinin tersiyle itme bilincine ermedikçe dini dayatmak için ellerinden ne geliyorsa yapacaklar. İş her zaman halkta biter. Kuran'da bile bir halk kendini değiştirmedikçe değişim olmayacağı yazar.
-
Diyanet İşleri başkanlıĝına ayrılan bütçe dudakları uçuklatacak seviyede. Peki, bu kurum kimlere hizmet ediyor ve kimlerin isteklerini yerine getiriyor?
Elbette sadece Sünni kesime hizmet ediyor, diĝerlerini ya pek fazla önemsemiyor ya da onları tamamen teget geçiyor. Halbuki bu kurum memleketteki tüm insanların vergileri sayesinde varlıĝını sürdürüyor. Vergileri toplarken kim Sünni, kim Alevi, kim gavur veya kim dinsiz imansız diye sormuyorlar.
-
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “Madde 18
“Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar. “ şeklinde tanımlarken düşünce, vicdan ve dini özgürlüğü eş-düzeyde tutmuş ve özgürlüklere müdahale edilmesini de yasaklamıştır. Zira “Madde 30
Bu Bildirgenin hiçbir hükmü, herhangi bir Devlet, grup ya da kişiye, burada belirtilen hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkı verecek şekilde yorumlanamaz. “ hükmünü koyarak yasağın altını çizmiştir. Aynı bildirgenin şu maddesi ile “Madde 26- Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır.
- Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir.
- Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir. “ şeklinde ve açık-anlaşılır bir anlatımla eğitimin temel prensiplerine değinilmiştir. Özellikle vurgulanan “Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir. “ tanımı ile devlet karşısında birey ve aile ön plana çıkartılmış ve devletin çeşitli seçenekleri sunmasıyla ailenin tercihine saygının temel prensip olacağı açıkça belirlenmiştir. Bu demek oluyor ki devlet işleyişinde yönetim eğitim sürecinde vatandaşlarına seçenekler sunmakla yükümlü ve onların tercihlerine saygı duymak ile görevlendirilmiştir. Madde metninde “dinsel gruplar” dan söz edilmektedir ki bu, din ve vicdan özgürlüğünün devlet yönetimlerinde kabul edilmeleri gerektiği anlamına gelir. Genel olarak yorumlandığında ise, ailelerin çocuklarının dinsel inanışlar açısından çocuklarının eğitimlerini belirlemede birincil önceliği haiz oldukları ve ailenin isteği dışında hiç kimsenin dini bir eğitime tabi tutulamayacağı benimsenmiştir.
-
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 9, ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne paralel bir düzenleme getirmiş, Ek Protokol Madde 2 de ise “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir. “ hükmü ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden bir adım ileri giderek “felsefi inanışlar” ile ailenin görüş ve düşüncelerinin çocukların eğitiminde devlet yönetimi karşısında temel belirleyen olgu olacağının altını çizmiştir. Burada ailenin dini inanışlarını aşan düşünce özgürlüğü kapsamındaki tüm inanış biçimlerinin temel eğitimde esas alınmasını devlete bir yükümlülük olarak verilmesidir söz konusu edilen.
-
Aydınlanma dönemi olarak tanımlanan ve Avrupa’nın üretim biçimindeki değişikliğe paralel olarak “aklın üstünlüğü”ne dayalı reformlar ve rönesans ile aristokratlar yanında topluma tümden egemen durumundaki Engizisyon ve Kilise yönetimden uzaklaştırılmış yerine burjuva sınıfı yerleşmiştir. Bu sınıfsal değişim, alt-üst olma dinsel inanışı göklerden yere indirmiş ve “akla üstünlük” sağlanmıştır; sonucunda ise dinsel inanış biçimleri devlet yönetiminden çıkarılmıştır. Burjuva hukuk düzeni ile devlet organları Fransız İhtilali’den itibaren yasama, yürütme, yargı erkleri şeklinde örgütlenmiş aklın ve bilimin yasaları hakim kılınmıştır; böylece dinsel inanış biçimleri tamamen birey/öznenin vicdanına bırakılmıştır. Avrupa burjuva hukuk düzeni dini kişi vicdanı ile sınırlandırırken ve ona müdahale etmeme yükümlülüğünü üstlenirken, onun da diğer inanış biçimlerine ve devlet yönetimine müdahalesine asla izin vermemiştir. Yukarıda alıntılanan normlarda eğitimin amacı tanımlanırken “...Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ...” şeklindeki tanımlama ile dini faaliyetlerin , uğraşı ve edimlerin, tören ve ritüellerin gruplar arasında çatışma, kışkırtma, küçümsemeye yol açmayacak tarzda olmasına vurgu yapılmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 30. Maddesi açık bir şekilde yasaklayıcı hükmünü koymuştur.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Dünya ölçeğinde yaşanan iki paylaşım savaşlarından sonra kaleme alınmışlardır. Özellikle İtalya, Almanya ve İspanya’daki faşizmin yükselmesi, dünya ölçeklerinde topyekun bir yıkıma ve insan haklarının ağır bir şekilde ihlal etmeye yönelimlerine karşı çok uluslu bir ortaklaşma normları olarak gündeme gelmiştir. Her iki evrensel norm taraf ülkeleri iç hukuk gibi bağlamaktadır.
-
Türkiye Cumhuriyeti’nde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 47 Mayıs 1949 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’ü 20 Mart 1952 tarihinde imzaya açılmış ve 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Protokol’ü 20 Mart 1952 tarihinde imzalamış ve Protokol’ün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle birlikte onaylanması için, 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı Onay Kanunu çıkarılmıştır. Onay belgeleri, 18 Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne tevdi edilmiş ve Protokol, Türkiye açısından aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Protokol’ü onaylarken eğitim hakkını düzenleyen 2. maddeye bir çekince koymuş ve Protokol’ün 2. maddesinin, Tevhidi Tedrisat Kanunu hükümlerine halel getirmeyeceğini beyan etmiştir.
Hukuksal problem din eğitiminde seküler bir şekilde ailenin isteğinin esas alınıp alınmayacağında, devletin dini eğitime müdahale edip edemeyeceğinde kilitlenmekte, düğümlenmektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’ü çok açık bir şekilde devleti sınırlandırmakta iken 1982 Anayasası olarak bilinen 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 24 Maddesinin 4 Fıkrası 2. cümlesinde “...Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. “ demek suretiyle “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlığını düzenleyen normu ile yukarıda belirtilen evrensel ve taraf olunan normlardan uzaklaşmış bulunmaktadır. Daha açık bir deyimle ailenin yönelim, istek ve talepleri yok sayılmıştır. 340 Sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun yürürlük tarihi, Evrensel Beyanname’nin kabulü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Prptokol’e konulan şerhin tarihi ve 2709 Sayılı Anayasa’nın yürürlük tarihleri ve içerikleri karşılaştırıldığında ise şu durum ile karşılaşmaktadır. 2709 Sayılı Anayasa’nın 24 Maddesindeki din derslerinin zorunlu olması İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü’ne açık bir çelişkiyi taşımaktadır. Ancak bu sözleşmelere aykırılığın bir yaptırımı bulunmamaktadır. 1924 tarihinde yürürlüğü giren 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu 4. Maddesine “...Milli Eğitim Bakanlığı’nca, yüksek din uzmanları yetiştirmek için, Üniversitede bir ilahiyat fakültesi açılacak ve imamet ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için de ayrı okullar açılacaktır. “ hükmünü içermektedir. Görüleceği üzere bu yasa hükmüne göre din uzmanı yetiştirmek amcıyla ilahiyat fakültesi ve imam ve hatip yetiştirmek üzere okullar açılabileceği ve fakat bu okullarda yukarıda zikredilen evrensel ve bağlayıcı sözleşmelerde açıkça belirlendiği gibi ailenin isteği dışında bir dini eğitim zorunluluğundan söz edilmemektedir. Bu nedenle AİHS Ek Protokolo’üne konulan muhalefet şerhi “zorunluluğu” kapsamamaktadır. Bu açıdan 2709 Sayılı yasanın 24. Maddesi ile AİHS Ek Protokol’ü 2. Maddesi ile çelişmektedir. Ulus Devletleri evrensel kabule göre yek-diğerine eşit sayıldığından hükümranlık hakkı evrensel sözleşmeler ile çelişecek normatif düzenlemelerin yapılması halinde siyasi ve ekonomik yaptırımlar dışında bir yaptırım ile karşılaşılmamaktadır. Bu nedenle her ulus devletin seküler bir yapıyı gerçekleştirme iradeleri tamamen kendilerine kalmış bir durumdur. Şu hususu da hatırda tutmakta yarar var. 2709 Sayılı Anayasa’nın 90/5 Madde ve fıkrası”...Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alını .” hükmünü içermektedir. Ancak milletlerarası andlaşma hükümleri ile çıkacak uyuşmazlıkta milletlerarası hükümlerin esas alınmaması durumunda ne olacağına dair hiçbir hüküm konulmamıştır. Zira Anayasa’nın 24. Maddesi ve getirilen zorunlu din dersi uygulaması yukarıda belirtilen ve taraf olunan sözleşmelere aykırı olduğu halde kırk yılı aşkın uygulanıyorsa bunun bir açıklamasının olması gerekmez mi?
-
2709 Sayılı Anayasa’nın BAŞLANGIÇ bölümü 5. Fıkrası “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; ...” hükmünü içermektedir. Cumhuriyetin Niteliklerini düzenleyen 2. Maddesi “Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. “ şeklinde bir tanım yapmıştır. Bu hükümler ile laikliğe yapılan gönderme ve vurgu biçiminden seküler bir devlet yönetiminin esas alındığına açıkça değinilmiş ve Anayasal güvence altına alınmıştır. Zira “IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. “ hükmü ile bu çizgi kesin hatları ile çizilmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda Anayasa’nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek seküler yapıya ilişkin hükmü ile 24. Maddesinde din derslerinin zorunlu kılındığı hükmü arasında bir çelişki bulunmaktadır. Her ne kadar 24. maddede herhangi bir dini inanışa açık bir gönderme yapılmamış olsa da, yukarıda tanımlanan laiklik tanımına göre devletin hiçbir dine eğitim kapsamında dahi müdahil olamayacağı şeklindeki seküler tanımla uyuşmadığı görülmektedir. Anayasa’nın 24 Maddesi değiştirilemeyecek maddeler kapsamında kalmamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın maddelerini şekil dışında inceleme ve iptal etme yetkisi bulunmadığından bu değişiklik ancak siyasi bir irade/istencin sonucunda gerçekleşebilecek bir durumdur. Geçmişte böyle bir irade ortaya çıkmış mıdır? Bunu anlamak için 1921, 1924 ve 1961 tarihli Anayasa’lara göz atmak gerekecektir. -
1921 Anayasası olarak bilinen 1921 Tarihli ve 85 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 2. Maddesi 1923 yılında 634 sayılı yasa ile değiştirilerek ilk metinde olmayan bir hüküm eklenmiştir. Buna göre “Madde 2.- (Değişik : 29.10.1339 (1923) - 364 S. Kanun) Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır. Resmi lisanı Türkçedir. “ Bu değişiklik ile açıkça bir din, İslamiyet devletin resmi dini olarak tanımlanmış laiklik ya da seküler devlet anlayışından Anayasal düzeyde vazgeçilmiştir. Ancak 1921 Anayasası genel olarak incelendiğinde Devletin dininin İslam olduğuna değinilmiş ise de 11. Maddesinde Vilayetleri ve yetkilerini düzenleyen hükümde Vilayetler tüzel kişi olarak tanımlanmış ve eğitim yetkisi Vilayet Şurasına bırakılmıştır; eğitimin içerik ve şeklini merkezi yönetim değil, her vilayet şurası belirleyecek ve icra edecek demektir. 1921 Anayasası din derslerinin zorunlu olduğuna dair hiçbir hüküm içermemektedir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihlidir. 1924 Anayasası’ndan yaklaşık bir ay öncedir. Bu yasada da din dersinin zorunlu ders olduğuna dair bir hüküm bulunmamaktadır. 1924 Anayasası olarak bilinen 1924 tarih ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu 2. Maddesi ilkin “(Özgün hali) Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir. “ hükmünü içermektedir. Bu haliyle 1921 Anayasası’ndan farklı değildir, paralel bir düzenleme getirilmiştir. 1928 yılında yapılan değişiklik ile devletin dininin İslam olduğuna dair kısım kaldırılmış ve 1937 değişikliği ile de laiklik eklenmiştir; Hüküm şöyledir; “Türkiye Devleti, Cümhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir. “ bu şekilde 1928 yılındaki değişiklik ile birlikte seküler devlet anlayışı Anayasal düzeyde hüküm altına alınmıştır. Din ve vicdan, düşünce özgürlüğü tanımlanmış ve öğrenimin devletin gözetim ve denetiminde yapılabileceği hüküm altına alınmıştır. 1924 Anayasası’nda da din dersinin zorunlu ders olduğuna dair hiçbir hüküm mevcut değildir. 1961 Anayasası olarak tanımlanan 1961 Tarih ve 334 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. “ tanımı ile 1924 Anayasası’nın 1937 yılındaki değişikliğinde olduğu gibi laikliğe açık vurgu yapılmıştır. 1961 Anayasası’nın bu siyasal iradeyi ortaya koyduğunu ve din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen maddesi ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek Protokol’e paralel bir düzenleme getirdiği açıkça görülmektedir. 19/4 Madde ve devamı fıkralarında “Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtan gerçek ve tüzel kişiler hakkında, kanunun gösterdiği hükümler uygulanır ve siyasi partiler Anayasa Mahkemesince temelli kapatılır. “ hükmüne yer vermiştir. Görüleceği üzere Anayasa din eğitimi konusunda yetişkinlerin kendi isteğini , küçükleri de kanunu temsilcilerin onayını gerektirdiğini, istek ve onay olmadan dine eğitimine kimsenin tabi tutulamayacağını açıkça belirlemiş ve 2. Maddesinde belirlediği laikliği bu madde ile detaylandırarak gerçek manada seküler/laik bir devlet anlayışını Anayasal güvenceye almıştır. Ayrıca eğitim ve öğretimi serbest bırakmış ve ancak devletin denetim ve gözetiminde yapılacağına vurgu yapılmıştır. 21/2 Maddesi aynen şöyle demektedir; “Eğitim ve öğretim, Devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. “ Lakin devletin denetim ve gözetiminde eğitim ve öğretime nasıl bir müdahalesinin olabileceği açıklanmamış, yoruma açık kapı bırakılmıştır. Doğal olarak din dersini zorunlu ders olarak tanımlamamıştır. Yine bu açık düzenlemelerin bir gereği olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na Anayasal bir statü tanınmamıştır. -
geleceğe dair bir konuda bu denli sessizlik, anlayamadım...çok mu önemsiz ya da toplumun bilim ve akıldan uzaklaştırılması felsefeden azade mi? böylesi bir felsefi düşünce paylaşımın olduğu bir ortamda bu konuda tek bir ses duyamıyorsam felsefenin esamesi okunmuyor demektir. makalenin devamını merak ediyorsanız gundemfethiye.com, insanokur.org adreslerine bakabilirsiniz; devamını buradan paylaşmayı artık düşünmüyorum...
-
duyduğum sesler de tartışmaya kıyısından köşesinden katıldığı için bu genel tanımı kullanmak zorunda kaldım
-
@nejdet-evren abi ulkede ne anayasa, ne hukuk, ne hak, ne adalet varken, devlet kadrolarinin hic birinde liyakat kalmamisken, zengin ile fakir makasi artik ucu bucu olmayacak sekle gelmisken, Dilan Polat'in mal varliginin sirrini cozememislerken, ne bileyim artik bu konularda yazasi da gelmiyor insanin.
-
Okullarda ÇEDES projesi: Değerler eğitimini neden öğretmenler değil, din görevlileri veriyor?
camide namaz kılan çocuklarMillî Eğitim Bakanlığı (MEB), Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesi kapsamında “manevi danışman” olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur'an kursu hocaları, MEB okullarındaki öğrencilere "değerler eğitimi" veriyor.
ÇEDES kapsamında toplamda kaç okula manevi danışman atandığı henüz net değil, fakat İzmir’deki her üç okuldan birine “manevi danışman” atandığı belirtiliyor.
“İzmir’de imam giren okul sayısı günden güne artmaktadır” diyen Eğitim-İş, ÇEDES kapsamında İzmir’deki 842 okula imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi gönderileceğini kaydetti.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c9wjdmg1dp0o//***
Manevi danışman kılıfı adı altında küçük yaş çocuklarını din ile manipüle etme cüreti. Burası gerçekten laik sosyal hukuk devleti olsaydı buna müsade edermiydi " atatütürk cumhuriyet savcıları"? Dinsiz olmama rağmen domuz yiyemem. Neden? Çünkü küçük yaşta tiksindirildim. Aileler, devlet zorla size din dayatıyor. Suç işliyor. Bu çok açık.
Bir insanın size dayatılan bu dogmadan, yalan dolandan sıyrılması en azından 40 yıl sürüyor. Bizim vergilerimizle çocuklar zehirleniyor. Bu yapılan anayasaya aykırı. İnsan Haklarına da aykırı. din ve vicdan özgürlüğünü siz istediğiniz gibi oraya buraya çekemezsiniz. İçinde suç barındırıır çünkü kuran: "kadınları dövme hakkı" tanır. Sadece bu sebebden ötürü bile insan haklarına aykırı bu "gökten indiği sanılı dogma" kitap.
Ülkede doktor yetersiz, bazı branşlarda randevu yok. Ama bol keseden diyanet personeli alıyorlar. Köylerde 50 kişilik köye 200 metre arayla 2-3 cami yapıyorlar. Camileri de doldursalar bari. 2 saf cemaat bulamazsınız koca koca şehir camilerinde sabah-ikindi namazlarında. Sevsinler sizin israf sözde dindardılığınızı... Cumadan cumaya namaz için cami yapıyorsanız. O zaman kolayı var. Devasa bir taane cami yaparsınız. Hep beraber toplanıp kılarsınız. Bir tane imam, bir müezzin yeter size. Bu hem bidat değil mi? Din admlığından para kazanmakta bidat. İmamlık diye bir meslek yok islam dininde. Halife Ömer bekçilik maaşı alıyordu. İmamlık değil!.
Siz neyin manevi danışmasından dem vuruyorsunuz? O iş laik ülkelerde psikiyatri-psikolog-rehber öğretmenlerin işi.
-
@hulk, içinde söyledi: Sekülerizm-Laiklik-Çedes
çünkü kuran: "kadınları dövme hakkı" tanır.
Böyle bir hakkı tanımaz. Ayeti yanlış anlayıp, yanlış yorumlayıp bu şekildedir demeye hicbiriniz hakkı yok.
Ayrıca bu tarza benzer uygulamaların yurt dışında da yapıldığını okudum. Hatta gayri müslim ya da dine tabi olmayan çocukların camiye gidip namaz kildiklari ve diğer dinleri de öğrendiklerini okumuştum.
Bizim ülkemizde bu tarz öğretime niçin bu denli tepki gösterilir anlamak mümkün değil.
Bütün dinlerin eğitimi verilmelidir. Öğretilmelidir. Seçip seçmemek kişinin kendi vicdanına bırakılmalıdır.Ayrıca yıllardan beri dinsizlik dayatildi da ne oldu?
Hiç unutmuyorum ilkokul yıllarımda sinifimin duvarında meşhur maymundan turedilmis insan olduğumuzu anlatan resimler vardı. Ve bunu büyük bir iştahla anlatan ve bunu aklımıza dikte etmeye çalışan öğretmenlerimiz oldu.
Sonuç bendeki etkisi ters yönde -
@Efruhte ,vicdan özgürlüğünden söz edilecek olunduğunda reşit sayılmayan çocuklara yasal temsilcilerinin izni olmadan hiç bir dini öğreti sunulmaması gerekir; zira henüz seçme-seçilme yeterliliği olmayan ve reşit sayılmayan bireyin özgür istencinden söz edilemez ve ona yönelik böylesi bir öğrenimi dayatmak aslında çocuk haklarının ciddi anlamda ihlal edilmesidir. Anayasa'da belirtilen konular dışında eğitim-öğretim yaptırmak zaten Anayasa'ya aykırıdır. Daha uygar bir toplum olmak istiyorsak öğrenim kademelerinin hiç birinde hiç bir dinsel öğrenime izin vermemek gerekir; dini öğrenimin yeri aile ve bu amaçla hizmet veren kuruluşlar olabilir ancak...
-
Anayasa'nın
"II. Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi
Madde 42/8 Maddesi ...Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez"
hükmünü içermektedir.TDK Anayasa’nın 42/8 Maddesinde tanımlanan eğitim, öğretim, araştırma ve incelemeyi şöyle tanımlamaktadır.
Eğitim; “Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme;.”
Öğretim ; “Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi ...”
Araştırma; “Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı: “
İnceleme; “İncelemek işi, tetkik: “
Bir de Öğrenim ne diye baktığımızda “Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma, tahsil: “ olarak tanımlanmışlardır. Öğretimi tanımlarken “ belli bir amaç” tan söz edilmiş ve amacın öznelliği neticesinde bir muğlaklık yaratılmıştır. Öğretimi öğrenimden ayırmak mümkün olmadığına göre bu amacın herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi olduğu sonucuna varılacaktır. Bu tanımlardan hareketle rahatlıkla söylenebilir ki okullarda, eğitim ve öğretimin herhangi bir meslek, sanat ve iş için gerekli bilgi ve becerinin öğretilmesi dışında bir faaliyetlerinin olamayacağı, sosyal etkinliklerin ise yukarıda açıklanan normlar çerçevesinde okul yönetimi, aile ve çocuk üçgeninde rızaya dayalı yapılabileceğidir.
-
@nejdet-evren bu şekilde bakılırsa, ailelerin rızası olmadan niçin dinsizlik öğretiliyor ve dayatılıyor? "gökten indiği sanılan dogmaların" sözünü söyleyen ve bu fikri benimseyen kişiyi ya da bu kişileri evlatlarımıza örnek gösterilmemesi gerekir. Örnek gösterilip Onun gibi olunması istendiğinde bu sözü doğrular nitelikte bir hayatı tercih edecektir.
Oysa ben Müslümanım haliyle de evladımın Müslüman olmasını istiyorum. Ve İslamiyet dogrultusunda eğitim görmesini isterim.
Dinsizligi sekulerizim ya da laiklik çatısı altında uygulamaya hakkınız olmamalı -
@Efruhte , dinsizlik bir kere öğreti değildir ve hiç bir kurumda öğrencilere dinsiz olmaları öğretilmemektedir. böyle bir yaklaşım da vicdan özgürlüğünü zedeler, kişinin dini inanışı kendine aittir ve kamusal alan empoze edilemez; gerçek laiklik, seküler toplum bu şekilde oluşur; devlet hiç bir dine yakın olamaz; hepsine eşit uzaklıkta kalır.
-
@nejdet-evren, içinde söyledi: Sekülerizm-Laiklik-Çedes
“Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma, tahsil: “
Sadece bu doğrultu da olmuş olsa elbette ki kabul edilir. Lakin bu şekilde olunmayacagini , bir ideoloji altında verileceğini biliyoruz.
-
@Efruhte , Avrupa ülkelerinde ideoloji yok mudur? yüz yıllar önce laikliği gerçekleştirebildikleri için bu gün başat ülkeler arasında yer alabiliyorlar, Euro bire 33 katlıyor