Milliyetçiliğin Epistemolojisi
-
Milliyetçilik, yaklaşık üç yüzyıldır insanlığın gündeminde yoğun bir şekilde yer
almakla birlikte kökeni çok daha eskilere dayanan bir fikir akımıdır. Ancak bu akım, 1789 Fransız Devriminden sonra Avrupa milletleri ve ardından da Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan uluslararasında hızlı bir şekilde yayılmıştır. Türkler arasında ise İslamcılık, Osmanlıcılık ve Batıcılık akımlarından sonra rağbet görmeye başlayan milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte devletin resmi ideolojisi haline gelmiştir. Bu çalışmada, felsefî bir problem olarak ele alınacak olan milliyetçiliğin ontolojik ve epistemolojik açıdan bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılacaktır.En genel anlamda milliyetçilik, belirli bir coğrafyada ortak kültüre sahip olan toplulukların, siyasi ve tarihi meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dini düşünce ve yaklaşımlarla milli devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak tanımlanabilir. Bu fikrin kökenleri çok daha eski dönemlere kadar gitse de, ideolojik olarak milliyetçiliğin 1789 Fransız İhtilali’nden sonra geliştiği kabul edilir.
Türk milliyetçiliğinin kökenini, Türklerin tarih sahnesine çıkışına kadar dayandıran araştırmacılar bulunmakla birlikte, bu düşüncenin oluşum ve yayılma sürecinin Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarının başlangıcı olduğunu kabul edenler de vardır. Avrupa'da Fransız İhtilali'nden sonra yaygınlık kazanan vatan, millet, hürriyet ve eşitlik gibi kavramların Osmanlı tebaası arasında yayılmaya başlaması sonucu diğer milletlerin bağımsızlıklarını ilan ederek imparatorluktan birer birer ayrılmalarından sonra,
buna tepki olarak Türk milliyetçiliği düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Kaybedilen topraklardan, özellikle Rumeli ve Kafkaslardan imparatorluğa binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır. Göçle gelenler arasında bulunan aydınlar, Türk milliyetçiliğinin gelişmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Bu aydınların hedefi, Osmanlı coğrafyası başta olmak üzere Ortadoğu, Sovyet toprakları ve diğer bölgelerde yaşayan Türkçe konuşan toplulukları ortak kan bağı ve dil temelinde birleştirmek idi. Bu aydınlardan Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Mehmet Emin Resulzade gibi düşünürler Rusya’da yetişmiş ve daha sonra da Türkiye'ye gelmiş aydınlardır. Bu düşünürlerden Yusuf Akçura’nın 1904 de yazdığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eseri, o dönemde Türkçülüğün manifestosu olarak kabul edilmiştir.Türkiye’de ise milliyetçiliğin teorisyeni olarak Ziya Gökalp gösterilmektedir. Onun milliyetçiği, millet tanımında ifadesini bulmaktadır. Gökalp’e göre millet, dil, din, ahlak ve güzellik duygusu (estetik) bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan bir topluluktur.
Milliyetçiliğe felsefi açıdan bakan olumlu ve olumsuz görüşlere kısaca değindikten sonra Milliyetçiliğin epistemolojisi üzerinde de kısaca durmak yerinde olacaktır. Epistemoloji kelimesi, Yunanca “bilgi” anlamına gelen “episteme” ile “bilim ve açıklama” anlamına gelen “logos” kelimesinin birleşmesinden meydana gelmiş bir kavramdır. Epistemoloji kelimesini “bilgi bilimi” veya “bilgi felsefesi” şeklinde Türkçeye çevirebiliriz.
Epistemolojik açıdan bakıldığında 1918-1945 yılları arasında milliyetçilik ile ilgili çalışmaları iki tür kategoriye ayırmamız mümkündür. Bunların ilki, farklı milliyetçiliklerin gelişme öyküsünü konu edinen çalışmalardır. İkinci tür çalışmalarda ise ağırlıklı olarak milliyetçilik tipolojileri üzerinde durulmuştur. Araştırmacıları tipoloji üretmeye iten neden, tanımla ilgili sorunlar ve bir milliyetçilik kuramı üretmenin zorluklarıyla yüzleşmekten sakınmaları olarak açıklanmaktadır. Tipolojiler üzerinde araştırma yapan düşünürlerden biri
olan Hans Kohn, kurumsal, akılcı, iyimser ve çoğulcu olarak nitelendirdiği “Batılı” milliyetçilik biçimi ile organik ve mistik olan, keskin ve otoriter olarak nitelediği “Doğulu” milliyetçilik türü arasında bir ayrım yaparak bir tür epistemoloji yapmaya çalışmıştır. -
Nalına mıhına dokunmadan bir milliyetçilik anlatımı yapmışsın. Doğrusu da budur, olduğu gibi anlatmak.
Lakin asıl sorun milliyetçiliği olduğu gibi anlayamayan ve sadece bir tür milliyetçilik varmış gibi hepsini aynı çuvala koyanlardadır.
Vatansever milliyetçi, halkçı milliyetçilik, yurtçu milliyetçilik, ırkçı milliyetçilik, kafatasçı milliyetçilik gibi tonla milliyeçilik var.
Üstelik adından başka hiç biri birine benzemez.
Örneğin Yurtçu milliyetçilik ile kafatasçı milliyetçilik birbirine tamamen zıttır.
Yurtçu milliyetçilik, bir vatan içerisinde bulunan bütün halkı eşit görür. Vatan savunması için ve milli değerler için milli duyguların da eşit olmasını ister. Kabaca, ben bütün halkı eşit görüyorsam bu vatan ve bu vatanın değerleri için sen de eşit davranacaksın der.
Bu bir Atatürk milliyetçiliğidir. Yurtçu milliyetçiliği günümüze kadar en doğru uygulayan Atatürk olmuştur.
Bu ülkede Atatürk düşmanlığı o kadar ileride ki, yurtçu milliyetçiliği kafatasçı milliyetçi sayacak kadar ileri gitmişlerdir.
Daha Altı Ok'u bir bütün olarak değerlendirmekten aciz olanlar içinden sadece milliyetçi olana takılmışlardır.
Oysa Altı Ok bir bütün olarak ele alındığında gerçek değerini alır, aksi halde deforme olarak her yöne çekilebilir.
Örneğin içinden birini baz alırsan yarı yolda kalırsın.
Aslında çoğu bunu bilir ama işlerine gelmez. -
Yanlış anlaşılmasın; milliyetçiliğin, bana göre ayrımcılığa yol açacak bir kapasitesi var. Keza yararından çok zarar getirdiğini düşünüyorum.
Bir taraftan AB/ABD´de olduğu gibi ülkeler/milletler ortak bir payda altında toplanmaya çalışırken, diğer taraftan aman tek başıma olayım da benim olsun düşüncesinde olan ülkeler var.
Bilenler bilir. Mesela eskiden içinde çeşitli milletin beraber barış içinde yaşadığı bir Yugoslavya vardı. Milliyetçilik sevdası yüzünden paramparça oldu ve parçalanan tüm ülkelerin zararına oldu aslında. Şu günlerde hiçbirisi halinden pek memnun sayılmaz.
Ben kendimi hiçbir ulusa/ülkeye yakın veya uzak hissetmiyorum. Sanırım bunda 50 sene boyunca çeşitli ülkelerdeki yaşam serüvenimin önemli bir etkisi var.
-
Milliyetçilik tamamen doğal bir duygudur. İnsan sosyal bir canlıdır ve çevresindeki insanlarla sürekli kesintisiz bir iletişim içindedir. Bu iletişimin doğal sonucu milliyetçiliktir.
Yani en çok birlikte olduğunuz kişiler aileniz değil mi. Bu aranızda doğal bir bağ oluşturuyor. Bir sıkıntınız olduğunda önce ailenizle görüşürsünüz. Ya da sokaktan geçen çocukları durdurup eğitim masraflarını ben karşılayayım demezsiniz. Kendi çocuğunuzun okul masraflarını karşılarsınız. Aynısı yani, gidip Uganda'ya askerlik yapmaz ve İsviçre maliyesine vergi ödemezsiniz. Bunları kendi ulusunuzun devletine yaparsınız.
Fazlası zarar olmaya her şeyin fazlası zarardır. Dünyada en yararlı en vazgeçilmez en saf madde nedir sudur. Peki su zehirlenmesi diye bir şey var mı, evet var.
Zaten zehir kavramı tamamen görecelidir. Her madde zehirdir, ama biz çok az miktarı öldüren maddelere zehir deriz. Tutar da kafatası ölçersen elbette milliyetçi değil ırkçı olursun.
Aralarında ne ırk, ne inanç, ne din, ne dil, ne kültür hiç bir alaka bulunmayan insanların dünür olma yoluyla sağlam bağlar kurduğu bir dünyada yaşıyoruz. Elin Japonu, ya Şintoist ya ateist. Ne dilini anlarsın ne kültürünü. Ama gençler tanışmış anlaşmış bize de onaylamak düşer dersin.
Yani hiç olacak şey mi, vay elin dilini dinini bilmediğim yabancısı ile ne işim var demek? Herkes insan. Yani benim öyle acayibime gidiyor ki, onlar Hristiyan onlar ateist onlar başka ırktan filan demeler. Hiç öyle iş mi olur yahu? Herkes insan!
Bakarsın yani, karşılıklı inançlara, diğer aidiyetlere saygı varsa sorun olmamalı. Ben dünyada ırkçılık diye bir sorun olduğunu pek de düşünmüyorum. Benim düşüncem müslüman olmayan herkes kafir milletidir diyen İslam sorunu olduğu yönünde. Başka da ciddi bir ayrımcılık göremiyorum.
-
Ben bilgiyi yorumlamaktan yanayım ama bazen bazı bilgileri vermek yararlı olabiliyor. Bilgiler arasında bağlar vardır. Tüm bilgiler gerçeğin ipuçlarıdır. Ne kadar çok bilgi varsa o kadar çok gerçek hissi yaşanır.
Bu bakımdan su zehirlenmesi nasıl olur bilgi vermek isterim. Normalde olmaz. Ama bir çöldesiniz, kesintisiz terliyorsunuz ve su kaybediyorsunuz. Deli gibi durmadan su içiyorsunuz. Fakat terle kaybettiğiniz bir şey daha var: Tuz. Suyu yerine koyuyorsunuz ama tuzu yerine koymuyorsanız o zaman su zehirlenmesi ortaya çıkar. Nasıl gerçekleşir?
Kanda tuz kalmaz. Alyuvarları balıklar gibi düşünün. Bunlar tuzlu su balıkları. Tuzlu su balığı tuzsuz suda yaşayamaz. Neden? Çünkü tuzsuz su ozmoz yoluyla hücrelere nüfuz eder. Hücreler aşırı su absorbe ederek şişerler ve işlevleri durur.
İşte alyuvarlar da fazla su absorbe ettikleri için görevlerini yapamaz, yani oksijeni ve karbondioksiti taşıyamazlar. Şakası yok, ölüm demektir. En masum madde olan su, çok ölümcül bir hale gelir. Bir kez sudan zehirlenildi mi geri döndürmek oldukça zordur. Çünkü tuzu direk damardan enjekte etmek bile durumu hemen kurtarmaz. Çünkü oksijene olan ihtiyaç çok acildir, beklemeye zamanı yoktur.
Bu da bir antiparantez olsun.
-
Laf lafı açıyor, tabii tuz zehirlenmesi de olur. Kan çok tuzlu ise bu sefer ters ozmoz ile hücrelerdeki su kana emilir. Hücreler bu sefer de büzülerek işlevlerini kaybederler. Yine oksijeni ve karbondioksiti taşıyamazlar.
Ben alyuvarlardaki hemoglobinin karbondioksit bağlama başarısını şaşırtıcı buluyorum. Oksijen tamam, kolay bağlanır oksitlenme kolay işlem. Fakat gel hücreye bu oksijeni ver, karbondioksiti bağla götür. Bu çok zor işlem.
Daha şaşırtıcı olanı bitkilerdeki klorofilin karbondioksiti parçalama yeteneği. Biz teknolojimizle bunu yapabiliyoruz ama tek oksijeni çekebiliyoruz ve geriye karbonmonoksit kalıyor. Bunu ayıramıyoruz. Klorofil iki oksijeni de çekiyor saf karbon bırakıyor. Ben inanılmaz buluyorum.
Habire laf lafı açıyor ama Perseverance Mars yüzey aracı Mars atmosferindeki karbondioksitten oksijen üretme denemesini başarıyla gerçekleştirdi. Ama işte karbonmonoksit de üretmesi bir handikap.
-
Konu ile ilgili bir yazı hazırlıyordum, lakin evrilme biçimine göre yazma isteiğim kalmadı; teşekkür ederim.
-
Dilini bilmediğim insanlarla iletişim kuramadığım için anlaşamam.
Dünyada yüzlerce dil var.
Hepsini öğrenmek imkansız.
İhtiyaçlarımı sağlayamadığım ekonomik sistemde de yaşayamam.
SSCB gibi her dil için özerk bölge oluşturmak isteyen sosyalistler ile dil konusunda anlaşamıyorum. -
Tabii antiparantezleri uzatmak konuyu saptırmak olur. Sadece laf lafı açtığı için antiparantezler açılabilir.
O bakımdan konuyu sürdürürsek:
Dünyada belli başlı iki ideoloji gözlemliyoruz: Din ve ırkçılık. Marksizm ikisine de karşıdır ve ikisinin birden panzehiridir ama tutunamadı. Tutunamayışının nedeni devletin temeline konması yüzünden. İdeolojileri devletin temeline koyamayız.
Atatürkçülük örneğin bir ideoloji değildir. Kemalizm denerek öyle bir görüntü verilmeye çalışılsa da değildir. Neden? Çünkü ideolojiler var olan sisteme alternatif bir sistem getirirler. Atatürkçülük çağdaş Batı değerlerini esas aldığı için öyle yapmamıştır ve bu nedenle bir ideoloji değildir. Yani devletin temeline konmasında sakınca yoktur.
Marksist ilkeleri devletin işleyişinin temeline koymadan sosyal demokrasi şeklinde ondan yararlanmalıyız. Bu durumda onu ırkçılık ve dinciliğe karşı da aktif edebiliriz.
İnsanlar yani ya dinci olacak, devlete temel olacağını iddia ettikleri bir ideoloji ortaya atmak için, ya ırkçı. İki seçenek bulunuyor.
Dincilik sonsuz ayrımcılık önerdiği için daha tehlikeli olsa da ırkçılık eh kötünün daha az kötüsü denerek kabul edilemez. O da reddedilmek, devlete hiç bir ideolojinin temel yapılmasına izin vermemek şarttır.
Aslında çoğu kez de birlikte hareket ederler. Bunun canlı örneklerini hep gördük, hâla görüyoruz. Neden, çünkü tanrı bizim ırkımızı seçti ve üstün kıldı iddiası ile güçlenmek için.
En iyisi ikisini aynı görmek ve sosyal demokrasi ile onlarla mücadele etmektir.
-
@nejdet-evren, içinde söyledi: Milliyetçiliğin Epistemolojisi
Konu ile ilgili bir yazı hazırlıyordum, lakin evrilme biçimine göre yazma isteiğim kalmadı; teşekkür ederim.
Görüşlerinden yararlanmak bizi memnun eder, yazmanı bekliyoruz.
-
Doğru düzgün sorulursa eğer, o zaman milliyetçilikle su zehirlenmesi arasında ne alaka olduğu güzelce açıklanır.
Suyun bile fazlası zehirliyorken, yani su bu artık, yaşamın temeli. Bunun bile aşırısı zehir oluyorsa...
Milliyetçiliğin aşırısının mutlaka ırkçılığa gideceği bu örnekle apaçık, kesin, net açıklanıyor.
Bu arada bir anti parantez açarak su zehirlenmesi diye bir şey nasıl olabilir, su da mı zehirler sorusu akla gelirse bilgi veriliyor. Bu. Olay bundan ibaret.
-
Şimdi biraz hatırlayalım. Atatürk Milli Mücadeleyi başlattığında subaylar arasında iki görüş egemendi: Bunlardan biri Turancılık, biri İslamcılık. Fakat bunların her ikisine de karşı olan bir akım daha ortaya çıkmıştı: Bolşevizm.
Bolşevik görüşlü subaylar tıpkı Çar'ın devrildiği gibi padişah devrilince Rusya ile ittifak kurma yanlısıydı.
İşte Atatürk tüm bu eğilimleri kendine çekip savaşı kazanıp sonra da Batı yönelimli bir politikayı hayata geçiren inanılmayacak kadar zeki, bir insan bu kadar zeki olamaz dedirtecek düzeyde neredeyse mucizevi bir deha idi.
Bu deha milliyetçiliği altı ilkenin içine boşuna almamıştır. Doğal bir ateşleyici roket olduğu için almıştır. Bugün Çin neden Ay'a, Mars'a gidiyor? Çİn bayrağını oraya taşımak için. Çinliler de var demek için.
Bu motivasyonu çöpe mi atacaktınız? Atatürk o kadar her işin en doğrusunu bilmiş ki, hayran olmayı bırak, tapmak geliyor neredeyse insanın içinden!
Atatürk'e hayran olmayacak kişi aptaldır. Zekadan hiç anlamaz. Yobazdır, kafa betondur. Başka olmaz. Güneşi göremeyen ancak yarasa olur, başka olamaz. Bunun gibi.
-
Bence milliyetçilik iyi bir şey değil. Kimseye bir faydası da yok, yani bana veya sokaktaki adama ne faydası var milliyetçiliğin?
Ne yenilikler veya gelişmeler getirmiş milliyetçilik?
Kapitalizm nasıl yok olmaya mahkum bir çürük ekonomik sistemse, milliyetçilikte çürük bir düşünce sistemidir.
İnsanlığa-insanlara bir faydası yoktur. Tıpkı kapitalizm gibi insan bilincinin yetersizliğinin ve insan acizliğinin ürünüdür.@DemoKratos, içinde söyledi: Milliyetçiliğin Epistemolojisi
Bu deha milliyetçiliği altı ilkenin içine boşuna almamıştır. Doğal bir ateşleyici roket olduğu için almıştır. Bugün Çin neden Ay'a, Mars'a gidiyor? Çİn bayrağını oraya taşımak için. Çinliler de var demek için.
Bence milliyetçiliğin öyle bir etkisi yok, tam aksine bilimsel düşüncenin ve özgürlüğün önüne geçiyor.