Yunan Felsefesi
-
İslam felsefesinin Kuran ve Hadis dışında, ikinci önemli kaynağı Yunan felsefesi olmuştur. Daha doğru bir deyişle, nasıl ki Kuran hikmet anlamında felsefenin en büyük kaynağı ya da ilham temeli olmuşsa, felasifenin veya Meşşai felsefenin en önemli kaynağı, Kuran’la birlikte, Yunan felsefesi oldu. Buna göre, başta İbn Sînâ, Fârâbî ve İbn Rüşd olmak üzere, hemen tüm Müslüman filozoflar kendi İslami kültür çevrelerinde karşı karşıya kaldıkları felsefi problemlere bir çözüm getirmek için ihtiyaç duydukları kavramsal araçları, muhtemel çözümlere yönelik ana ilkeleri ve temel argümanları, yoğun bir çeviri faaliyetinin kendilerine tanışma imkânı temin ettiği Yunan felsefesinden temin etmişlerdir.
Antik Yunan felsefesinin veya daha genel olarak Helen kültürünün İslam dünyasına geçişi konusunda, iki noktaya özellikle dikkat etmek gerekir. Bunlardan birincisi, Helenizm ile İslam kültürü arasındaki temasta aktarılan, daha doğrusu değerli bulunduğu için aktarılan Yunan kültürünün en seçkin unsurları olsa da belirleyici olan veya baskın çıkanın, en azından belli bir bakış açısından İslami kültür olmuş olmasıdır. Başka bir deyişle, Helenizm adı verilen bilimsel, felsefi ve edebi eserler bütünü, İslam kültürü tarafından alımlanmadan önce karşılaştığı diğer kültürleri, önemli ölçüde etkileyip dönüştürmüştü. Örneğin Roma’da olduğu gibi, başka kültürler bu üç unsurun üçünü de veya Hıristiyan kültürünün belirlediği örnekte olduğu gibi sadece birini ve daha önceden Yunanca öğrenmiş âlimler veya entelektüeller aracılığıyla alırken, Müslümanlar bilim ve felsefeyi, o da Süryaniler ve, bilim ve hikmete değer veren aydınlık yöneticilerin görevlendirdiği Hıristiyan tercümanlar aracılığıyla aldılar. Gerçekten de Helenizm ile İslam’ın 8. yüzyıldaki karşılaşmasında, Müslümanlar Yunanlıların ne hümanistik değerlerine, ne dillerine ne de dinlerine itibar ettiler. Birkaç profesyonel mütercim bir tarafa bırakılacak olursa, Grekçe bilmeyen Müslümanlar, Yunan felsefesini Yunanca ile en küçük bir ünsiyet tesis etmeden öğrendiler. Öte yandan Hıristiyanların uzun bir dönem boyunca Yunan felsefesinin sadece Platonik unsurlarını tanıdıkları yerde, Müslümanlar Yunan felsefesinin bütün unsurlarını kendi kültürel ürün ve değerlerine büyük bir hızla kattılar. Gerçekten de Müslümanlar çeviriler yoluyla sadece Platon’u ve Plotinos’u değil Pythagoras’ı ve Aristoteles’i de hatta Yunan felsefesinin atomcu veya materyalist kanadını da aldılar.
İkinci husus, Yunan felsefesinin İslam dünyasına girişinin, Hıristiyan Batı’da olduğu kadar zor ve zahmetli olmasa bile, en azından belli bir muhalefetle karşılaşmış veya tartışmalı olmuş olmasıyla ilgilidir. İslamiyet’in ilk gelişme çağlarında görülen bu muhalefet, aslında sadece Yunan felsefesine değil fakat felsefenin bizatihi kendisine yönelik bir muhalefetti. Nitekim pek çok Müslüman bu dönemde din kardeşlerinin felsefeyle uğraşmalarına şiddetle karşı çıkmıştı. İslamiyet’in, gerçekliğin doğasıyla ilgili olarak, pratik yönden olduğu kadar kuramsal yönden de tam ve yetkin bir model sunduğunu düşünen pek çok Müslüman entelektüele, Yunanlıların “ilk bilimleri” sadece gereksiz değil, İslam’a karşıt gibi görünmekteydi. Dahası, hayatlarını düzenlemede ve karşılaştıkları problemleri çözüme kavuşturmada Müslümanlar sadece Kuran’a değil fakat peygamberin gelenek, beyan ve öğütlerinden oluşan Hadis’e, Müslüman cemaatinin pratikleriyle ilgili Sünnet’e başvurabilecek durumdaydılar. Üstelik Müslümanların nasıl davranmaları gerektiği bağlamında başvurabildikleri Fıkıh, Kuran dilinin anlaşılması konusunda onlara yardım edebilecek Arap grameri ve Kuran’ın yeterince açık olmayan bölümlerini anlaşılır kılan Kelam bulunmaktaydı. Hal böyle olduğunda, pek çok Müslüman, gayrimüslimler tarafından yaratılmış ve Müslüman olmayanlar tarafından aktarılan Yunan felsefesine ne tür bir ihtiyaç olduğunu, çok hararetli tartışmalarla sorguladı