Felsefenin Doğuşu İçin İki Zorunlu Koşul – Refah ve Merak
-
Felsefenin, yaygın bir entelektüel hareket olarak bir kültür çevresindeki doğuşunu açıklamak üzere, araştırmacılar, filozoflar ve felsefe tarihçileri çok sayıda faktör ya da koşul saymış olmakla birlikte, bu koşullardan ikisinin biraz daha öne çıktığı, hatta zorunlu faktörler olarak kabul edildiği söylenebilir. Başka bir deyişle, eleştirel düşünce ve yüksek kültür ürünleri olarak bilim ve felsefenin doğabilmesi için iki şey gerekir. Her şeyden önce, içinde felsefenin gelişebileceği toplumun belirli ya da yüksek bir refah düzeyine erişmiş olması vazgeçilmez bir şeydir. Böyle bir refah toplumunda felsefeyle uğraşacak kişinin, maddi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak yerine, boş zamana sahip olma zorunluluğu vardır.
İşte bu birinci koşul, çeşitli ticaret yollarının birleştiği bir kavşak olan ve başta denizcilik, tarım ve ticaret olmak üzere, çeşitli yollardan oldukça zenginleşen İyonya’da, MÖ 6. yüzyılda fazlasıyla gerçekleşmiştir. Güneyde Mısır’a, Kuzeyde Karadeniz’e, Doğu’da Mezopotamya’ya ve Batı’da da bütün Yunan kentlerine doğrudan erişebilme konumunda bulunan bu zengin liman kentinde, insanlar gerçek bir zenginlik ve genel yönelimi itibariyle maddi ve hümanistik olan bir kültür atmosferinde yaşıyorlardı.
Öte yandan, kritik zihniyet ve felsefenin doğuşu için gerekli olan ikinci koşul, kişinin merak duyması, kendisine öğretilen ya da sunulanla yetinmeyip, dünyadaki varlıkların, şeylerin, niçin oldukları gibi olmaları gerektiğini anlamaya çalışmasıdır. Bu koşul ise aslen İyonyalı olan Thales adlı filozofta gerçekleşmiştir. Thales, Yunan dini ya da mitolojisinin sunduğu açıklamayla yetinmeyip, varlıkların, şeylerin niçin oldukları gibi olmaları gerektiğini anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, felsefe, felsefi düşünüş öncesindeki insanın yaptığı gibi, görmek ya da inanmakla ilgili bir konu değildir. Felsefe, merak etmekle, düşünmekle, daha doğru bir deyişle düşünümle, kısacası akıl ile ilgili bir konudur. Felsefe, gözle görülen varlıkların meydana getirdiği çokluğun gerisinde gizli olan birliği, kaosun gizlediği düzeni görebilmekle, görünüşün arkasındaki gerçekliği araştırmakla ilgili entelektüel bir faaliyettir.
-
Benim bu konuda şöyle bir görüşüm var.
"Büyük İskender" filmini izlediyseniz aslında söz konusu dönemde Mısız ve Mezopotamya topraklarının lüks tüketimi ve zenginlik bakımından Yunanistan'ın ne kadar ilerisinde olduğunu görebilirsiniz.
Benim varsayımım şudur: Yunan-Roma mitolojisinde ben çoğu zaman bu mitolojideki varlıkların gerçek ilahlar olmadıkları, bunlardan her birinin belirli ilkeleri temsil eden "idealar" oldukları izlenimine kapılıyorum. BU Yüzden Yunan Trajedyalarında filan aslında insanlar bir nevi düşünmeye sevk edilirler.
Yani Doğu bu dönemde biraz rahata alışmış ve otoriter / dogmatik bir medeniyet. Yunan kent devletleri ise daha mütevazi, ama aynı zamanda savaşçı / mücadeleci, ve diğer yandan sanat alanında ilerlemeye çalışan ve politika sahnesinde bazı denemeler yapan unsurlar. Bir de Yunanlılarda imparatorluk / krallık yok. Kent-devletler var. BU yüzden zaten kaotik / çok sesli bir oluşum.
Böylece (benim algım). Mısır / Mezopotamya gibi ülkelerden gelen unsurları içselleştirip daha iyisini üretmek konusunda başarılı oluyorlar. Mimarlıkta / sanatta bu böyle. Matematik / bilim ve felsefe de de öyle. Çünkü bu oluşumların ilk hali de aslında eski mısır kaynaklı.
- Yani birçok unsurun birleşimi var diyebiliriz.
Bir de: Akdeniz o dönemin süper-otoyolu işlevi görüyor. Hindistan ve Çinde böyle bir şey yok. Akdeniz ve ötesindeki seyahat edilebilir denizler farklı iklimleri / kültürleri / coğrafyaları (Fenikeliler zamanından ve öncesinden beri) bir araya getiriyor ve dikkat ederseniz ROma / Kartaga ve Yunanlılar bu dev otoyolun tam da orta yerinde bulunuyorlar.
BU da çok önemli bir etken.
-
Köle ve hizmetçileriniz varsa düşünmek için boş zamanınız çok olur.