Bundan sıyrılmak gerek; soru şu: “insan nedir?”
İnsan, biyolojik-kimyasal bir canlıdır; ancak bu kadarla sınırlı değidir, zira o toplumsal bir varlıktır. İnsanı insan olarak tanımlamak ancak toplum içinde kimlik kazanmasıyla mümkündür. İnsan normatif bir tanımdır, bu tanımı yapan da yine insanın ta kendisidir. Kavramlaştırma yeteneğini geliştirmek pratik algı veçözümlemeleri sağlarken insanın kendini diğer canlılarla kıyaslayacak bir tanıma gereksinimini karşılamıştır. Bunu yaparken sadece kıyasla yetinmeyen insan bu tanımla birlikte kendini dünya gezegeninde yaşayan diğer canlılardan daha üst bir mertebeye/mevkiye koymuş, besin zincirinin en üst halkasında olma ayrıcalığını bir üstünlük olarak değerlendirerek kendini canlıların merkezine koymuştur. Yaşama hakkının kutsallığı en doğal haklardan sayılmış ve devredilemez olduğu yargısı ile perçinlenmiştir; ne ki, diğer canlılar söz konusu olduğunda tümden anlamını yitirecek yaşama hakkına yönelik eylemin insan yönelmesi ile besin zincirinde en üstte bulunan insandan başka bir canlıya yönelmesi arasında amaçsal bir fark gözetilerek ilkinin yanlış ikincisinin doğru olduğu sonucuna varılacaktır. Amaçsal yargının kendisidir doğru olmayan ve bu insnın üstün bir canlı olduğuna dair ön-yargıdır. Zira, türünü sürdürmek adına diğer canlıların yaşamına yönelen bir canlının eylemi ile insanın besin kaynağı için başka canlının yaşama hakkında yönelik eylemi arasında vahşilik açısından hiçbir fark yoktur. Aralarındaki fark ise, ilkinin billinçsiz olması nedeniyle yargılanamayacak olmasıdır.
Daha da ileri aşamada ise insanın insana yöneldiği vahşetin çeşitli gerekçelerle kutsanmasıdır. Tüm bunlar insanın üstün bir valık, ayrıcalıklı bir canlı olmadığını açıkça göstermektedir. “kendini yaratan insan”ın kendisini sorgulayarak geliştirdiği teknolojiyi kullanmak suretiyle öncelikle diğer insanın ve diğer tüm canlıların yaşama hakkını eşit bir zeminde tanıması ile “insan”ı bir tabu olmaktan çıkarmasının ilk adımını atmış olacaktır.